31 Aralık 2010 Cuma

ON KİŞİLİK İMZA




BDP’nin “demokratik özerklik” talebinden sonra da DTK (Demokratik Toplum Kongresi) çalıştayında bunun formüle edilmesi TSK’yı (Genelkurmay’ı) eski davranışlarına itti. Bayağı da okkalı bir muhtıra (bildiri) verdi. Ordunun siyasete karışmasına-sözde AB tipi bir demokrasi için çalışan ülkemizde-bir fiske vuracak kadar dahi tepki verilmedi. Anlaşılan AKP orduyu kızdırmadan-ama onunla da anlaşarak-yoluna devam edecekti(r). BDP’nin tepkisi de Kürt olmasından kaynaklanan sicilinden dolayı fazla ses getirmedi. Ergenekon, Balyoz, Kozmik Oda, Darbe diyen AKP nerede? Ordunun militarist çıkışlarına sert karşılık veren Başbakan neden susmaya başladı? Bir taraftan BDP, DTK’yi sık sık yeren AKP ve ordu diğer taraftan da Abdullah Öcalan’ın avukat görüşmelerinden keramet umuyor? Devleti yönetme sorumluluğunda olan Hükümet’in demokrasi ve barış konusunda elini taşın altına koyması gerekir(di). Maskeler ancak karnavallarda takılır, insanların arasında dolaşırken asla!

Aydınlar bildirisine gelmek istiyorum. TSK’nın bu muhtırasını haklı olarak protesto ettiler, suç duyurusunda bulundular. Bizce de takdiri şayan bir durumdur. Ve en son (aynı tip aydınlar) “demokratik anayasa için irade beyanı” adı altında ilk imzalarını basına açıkladılar. Bu girişim de demokratik bir anayasanın yapımı için olumlu adım olabilir. Ama benim taktığım meselenin faklı bir tarafıdır: Her bir tatsız ve haksız olayda bir “aydınlar bildirisi” yayınlanır, imza kampanyaları düzenlenir. Bu işi düzenleyen aydınlardır: İlk imzaları onlar atar, sonradan atacaklar (halk) figüran rolü oynar. Mesela neden ilk imzayı bana attırmazlar, aralarına almazlar? Bir marjinal (elitist) aydınlar partisi gibi davranırlar. Hoş bazıları milletvekili seçilir ya da adayı yapılır ya! Ama ben onların samimiyetlerine pek güvenmiyorum. Yoksa benim (ve benim gibilerin) demokratlığından mı kuşku duyarlar? On kişiye yetecek “demokratlık” var bende, hiç kuşkunuz olmasın! Eğer samimilerse şüphelerinden kurtulmaları gerekir; kalplerini özgürlüğe ve adalete açmalıdırlar. Küçük ve öteki görmenin bir “tekel” düşüncesi olduğunu anlamalıdırlar. Daha farklı şeyler söylemek isterdim ama dilim varmıyor ve bu yüzden susuyorum.

Demokratik özerliğe “özerklik” diyemeyen bir BDP ve iki dilli yaşam bölünme projesi olarak bakan devlet(AKP, CHP, MHP). Hatta Kürtçeyi lokantalarda menülere indirgeyen bir siyaset. Herkesin aynı ve eşit haklara sahip olduğu, yoksulluğun olmadığı ve refah içinde yaşayan bir ülkenin inşasına çabalamayan ve burnunun dibindeki tehlikeyi (savaş ve kan) görmeyen bir siyaset (var). Bütün herkes büyülenmiş gibi: Milletvekili ve bakan olma davasında. Nerdeyse Cumhuriyet’in kuruluşundan beri-abartıyorum belki!-milletvekilliği yapanlar var. Utanmasalar-yine abarttım(!)-çocuklarına (makamlarını) devredecekler. Ha bu düzende de, ha o düzende de, hatta öbür dünyada da yol biletlerini bunlardan alacağız. Bu dünya nimetleriyle onlara (kurnaz adamlara ve uyanıklara): Cennet! Çünkü onlar iyi tanınan ve saygın beyefendiler(dir). Bize gelince, herkesin yerini bilmesi konusunda davranması gerekir. Bu beyefendilerin sahip oldukları mevkileri, sırf bu dünyada-tesadüfen(!)-var olmaları nedeniyle (bizler gibiler) talep etme cüretini göstermemelidir(ler). Allah’ın bu sevgili kullarının mevkilerine yapılan garip talepler esefle karşılanmalı ve bu talepte ısrar edenler tımarhaneye tıkılmalıdır. Hayır yanlış anlamadınız, bize (yol biletlerimizi aldığımızda) düşeni söyleyeyim: “Öbür dünyaya (cehennem bölümüne) bir iki, bir iki!

Hiç yorum yok: