Adil OKAY / adilokay@hotmail.fr
2008 yazı benim için verimli geçti. Simdi ‘yaz mı kaldı, biraz gecikmedin mi yaz izlenimlerini yazmakta’ diyeceksiniz. Ben bu yaz mevsimini ağırlıklı olarak güney bölgesinde geçirdim. Dolayısıyla güneyde en az dört ay süren yaz hâlâ devam ediyor. Akşamları sonbahar kendini serin bir rüzgârla hissettiriyor. Bir kaç kez de güneylilerin özlediği yağmur çiseledi. Ama doğa yeşilini soyunmadı henüz. Sonbahar renkleri olan kurşuni, vişneçürüğü ve kahverenginin tonları hakim olmadı yaşadığım coğrafyaya. Sonbahar sadece takvim yapraklarında.
Her halükarda bahar güzeldir. Hayat neden hep bahar olmaz der hayıflanırım. Keşke dünyamız iki mevsim yaşasaydı. İlkbahar ve sonbahar. Tabi baharlar savaşla kirletilmeseydi. Doğa kapitalizmin azgın kâr hırsıyla tahrip edilmeseydi. Denizler, göller, nehirler eğilip baktığımızda -çok değil daha 25 yıl öncesinde olduğu gibi- bizi bize gösteren doğal ayna gibi apak parlasaydı.
Ne yazık ki bu dileğimiz kısa vadede yerine gelmeyecek. Gerçi yılın 12 ayı baharı yaşayan şanslı insanlar var. Veya parayla baharı satın aldığını sanan para babaları. Neyse konumuz onlar değil. Her ne kadar biz kışın ortasında başka bir kıtaya gidip güneşlenemiyorsak da baharı düşlerimizde yaşıyoruz.
Ne yazık ki bu dileğimiz kısa vadede yerine gelmeyecek. Gerçi yılın 12 ayı baharı yaşayan şanslı insanlar var. Veya parayla baharı satın aldığını sanan para babaları. Neyse konumuz onlar değil. Her ne kadar biz kışın ortasında başka bir kıtaya gidip güneşlenemiyorsak da baharı düşlerimizde yaşıyoruz.
Evet bu yaz benim için verimli geçti. Aşırı sıcaklar performansımı düşürdüyse de yaylalara gidecek-sığınacak yaşım daha gelmedi diyerek direndim. Önüme koyduğum hedeflerin çoğunu başardım. 12 Eylül üzerine yazılmış altı roman okumam gerekiyordu beşini bitirdim. ‘12 Eylül ve edebiyat’ konulu çalışmamı zenginleştirmiş oldum. Bunun yanı sıra aynı konuda onlarca makale-yazı-araştırma okudum. Kendi özgün düşüncelerimle sentez yaparak bu konuda kelam edecek düzeye geldim. Keza 78’liler derneğinde yaptığım ‘12 Eylül ve edebiyat’ başlıklı sunumumu genişleterek bir araştırma yazısı haline getirdim.
Şimdiye kadar okuduğum 12 Eylül temalı romanlar içerisinde en çok: Süheyla Acar’ın ‘Yağmurun yedi yüzü’, Şöhret Baltaş’ın ‘Koşarken yavaşlar gibi’, Pamuk Yıldız’ın ‘O hep aklımda’, Osman Akınhay’ın ‘Gün ağarmasa’ ile A. Kadir Konuk’un ‘Su uyur insan kaçar’ adlı romanlarını beğendim. Size de tavsiye ediyorum. Özellikle başta adlarını saydığım üç kadın yazarın bu konuda başarılı romanlar yazması beni ayrıca mutlu etti. İtiraf edeyim bu romanları okurken kendimi, ölen öldürülen yoldaşlarımı ve çocukları düşündüm. Bir kaç kez de ağladım.
Pamuk Yıldız’ın “O hep aklımda” ile Osman Akınhay’ın “Gün ağarmasa” adlı romanları 1980-1990 Mamak gerçeğinden hareketle 12 Eylül’ü anlatır. Unutmaya-unutturulmaya inat. Zira yaşayanlar unutmamıştır. Bu yazarlar gerek yapıtlarında, gerek söyleşilerinde bunun altını çizerler. Unutmak ve affetmek yok. Zira suçlular henüz cezalandırılmadı. O toplumsal yara açık kaldı. Yıldız romanında, yazması gerekenlerin neden yazmayıp tanıklık yapmadıklarını sorgular. “İçeride kahramanca direnenlerin bile” dışarı çıkınca neden bir unutma çabasına daldıklarını anlamaya-anlatmaya çalışır. (Bkz. S.356)
Osman Akınhay da ‘Gün ağarmasa’da, roman kahramanına benzer sorgulamaları yaptırır. (Bkz. S. 183.)
Süheyla Acar ‘Yağmurun yedi yüzü’ adlı romanında, içeriden çıkanların ya da sürgünden dönenlerin çocuklarıyla kurdukları travmatik ilişkiyi çok ustaca sorgular. (Bkz. S. 294-295.).
Keza üzerinden atlanılmayacak bir yazar Şöhret Batlaş ‘Koşarken Yavaşlar gibi’ adlı romanında bu kuşağın çocuklarını hem sakınıp, hem devrimci yapmaya uğraştıklarından, çelişki yaşadıklarından söz eder. Elbette ‘biz çektik onlar çekmesin’ gibi yanlış bir düşünce sonucu çocuklarını lümpenleştiren, apolitikleştiren eski solcuları da eleştirir. (Bkz. S. 131.)
Kitap çalışmalarım
Bu yaz boyunca ‘12 Eylül ve Filistin Günlüğü’nün genişletilmiş ikinci baskısını hazırladım. İkinci baskıya önsöz yazdım. Giriş yazısını değiştirip genişlettim. Yeni yaptığım söyleşilerin bir kaçını kasetlerden çözdüm. Cüneyt Kafkas’ın ‘Filistin Günlüğü’ adlı anı kitabını okuyup notlar aldım. Yine Mehmet Tepebaşı’nın ‘Yaşanmamış sayılan anılar’ını okudum. (İki ayrı ülkede beni bekleyen iki Lübnan gazisi ile söyleşi yaptıktan sonra kitap yayınlanacak. Bekleyenlere duyurayım. Beklediklerinden fazlasını bulacaklar.)
Kitap çalışmalarım
Bu yaz boyunca ‘12 Eylül ve Filistin Günlüğü’nün genişletilmiş ikinci baskısını hazırladım. İkinci baskıya önsöz yazdım. Giriş yazısını değiştirip genişlettim. Yeni yaptığım söyleşilerin bir kaçını kasetlerden çözdüm. Cüneyt Kafkas’ın ‘Filistin Günlüğü’ adlı anı kitabını okuyup notlar aldım. Yine Mehmet Tepebaşı’nın ‘Yaşanmamış sayılan anılar’ını okudum. (İki ayrı ülkede beni bekleyen iki Lübnan gazisi ile söyleşi yaptıktan sonra kitap yayınlanacak. Bekleyenlere duyurayım. Beklediklerinden fazlasını bulacaklar.)
Bunların yanı sıra cezaevinden gelen Sami Özbil’in ‘Harman’ adlı şiir kitabıyla, Faiz Cabiroğlu’nun ‘Pedagoji yazıları I- Eylemsel Yetke’yi, Sinan Seyfittinoğlu’nun ‘Dokuncasız’ adlı öykü kitabını ve Murat Altunöz’ün ‘Kırılgan zamanlar’ adlı şiir kitabını okudum. Eylemsel Yetke’yi Çocuğu olan herkese tavsiye ediyorum. Sinan’ın öyküleri de yaz sıcağında yüreğimi serinletti. Son zamanlarda moda olan ‘bunalım’ öykülerinden sonra hayata ve insana dair yazılmış öykülerle karşılaşmak beni sevindirdi. Halen ‘içeride’ olan Sami’nin şiir kitabı da zindanların duvarlarını delip özgürlüğe koşan mısralarla doluydu. Murat’ın kitabı da ‘sözlük yardımı olmadan!’ okunan, beni berrak bir nehirde yolculuğa çıkaran şiirlerden çatılmış bir sal gibiydi. Sevgili Nebih Nafile de bu günlerde yayınlanacak yeni şiir kitabının müjdesini verdi. Sabırsızlıkla bekliyorum. Böylelikle yaz boyunca okuduğum kitap sayısı onu geçti.
Bu çalışmalara paralel olarak ‘Konuşan Fotoğraflar’ adını verdiğim kitap dosyası üzerine çalıştım. Kapak çalışması ve sayfa düzeni üzerinde çalışmalar bitince son düzenlemeyi yayıncım yapacak ve yakında kitap yayınlanmış olacak. Bu kitabın fazladan bir özelliği var: 10. Kitabım olması. Yani onuncu kitabım yayınlanacak.
Yaz boyunca yayınlanan yazılarım:
Temmuz başında Cumhuriyet Kitap ekinde. ‘Osman Şahin, Darbeler ve postmodernizm’ başlıklı yazım yayınlandı.
Yaz boyunca yayınlanan yazılarım:
Temmuz başında Cumhuriyet Kitap ekinde. ‘Osman Şahin, Darbeler ve postmodernizm’ başlıklı yazım yayınlandı.
Osman Şahin bizzat arayıp teşekkür etti. Kutladı. Türkiye’nin önemli öykücülerinden ve senaristlerinden Osman Şahin’in duyarlılığı, telefonda söylediği övgü dolu sözler, Prof. Dr. Talat Halman’ın Cumhuriyet-Kitap’ta yazıyı okuduktan sonra Osman Şahin’i arayıp onun aracılığıyla beni kutlaması, keza Prof. Dr. Şehmus Güzel’in bu yazı için Paris’ten beni arayıp kutlaması ve Osman Şahin’le ilgili anılarını aktarması bana moral verdi.
Yine yaz boyunca:
Güney Rüzgarı’nda ‘Yaz yazısı’ başlıklı denemem yayınlandı.
Arkadaş dergisinde ‘Yılmaz Güney’i nasıl bilirsiniz’ başlıklı araştırma yazım yayınlandı.
Güney dergisinde ‘Zor zamanlardı’ adlı şiirim yayınlandı.
Güney dergisinde ‘Zor zamanlardı’ adlı şiirim yayınlandı.
Yeni Adana gazetesinde ‘Tehditler ve 12 Eylül Filistin Günlüğü’ başlıklı makalem yayınlandı.
Mercek dergisinde ‘Aşk üzerine’ başlıklı denemem yayınlandı.
Figan gazetesinde ‘Sorgulayan Denemeler’ başlıklı bir yazım yayınlandı.
İmece gazetesinin genç ve şirin muhabiri Sinem ile bir söyleşi yaptık. Söyleşi tam sayfa yayınlandı. Bir iki hataya rağmen amatör bir gazeteci için iyi bir çalışma olmuş diyerek Sinem’i kutluyorum. İmece gazetesine de teşekkür ediyorum.
Bu yaz yazdığım ancak henüz yayınlanmayan yazılarım:
Almanya’da 25 yıldır yayın hayatını sürdüren ‘Yazın dergisi’ benden yeni yazdığım ‘Korku Aşısı’ adlı yazımı aldı. Sanırım önümüzdeki günlerde yayınlanacak.
Bu yaz yazdığım ancak henüz yayınlanmayan yazılarım:
Almanya’da 25 yıldır yayın hayatını sürdüren ‘Yazın dergisi’ benden yeni yazdığım ‘Korku Aşısı’ adlı yazımı aldı. Sanırım önümüzdeki günlerde yayınlanacak.
Güney dergisi ekim sayısında, yine bu yaz yazdığım ‘Köylü Amca’ adlı bir anı-öyküm yayınlanacak.
Hatay’da Murat Altunöz, Faiz Cabiroğlu ve birkaç arkadaşın yayınladığı ‘Dar sokak’ adlı dergide ’12 Eylül darbesinin edebiyattaki izdüşümü’ adlı çalışmamın bütünü yayınlanacak.
‘Dershaneler ve 12 Eylül’ başlıklı tartışma yazılarıma devam ediyorum.
Eh fena değil diye düşünüyorum. Elbette dediğim gibi yaz sıcakları nedeniyle tam hedeflediğim verimi alamadım. Bazı okuyucularım neden Ergenekon konusunda yazmadığımı sordular. Açıklamıştım. Yineleyeyim. Her konuda yazmak için zaman yetmiyor. Başka bir çalışma öne geçiyor. Bir panel-seminer konusu için binlerce sayfa karıştırıyor, okuyorum bazen. Öyle kürsüye çıkıp ajiteyle olmuyor artık bu işler. Her konuda gelecek soruya hazırlıklı olmalısınız. O konuda belli bir yetkinliğe sahip değilseniz o kürsüyü işgal etmemelisiniz. Takdir edersiniz ki ben de işimi ciddiye alırım. Ergenokon konusunda özellikle iki yazarın yazıları benim bakış açımla örtüştü. Ayrıca benim yazmama gerek kalmadı. O yazıları da bu konuda soru soran arkadaşlara yolladım. Fikret Başkaya ile Temel Demirer’in konuyla ilgili yazıları. Ayrıca bu konuda yazan yüzlerce hatta binlerce isim sayılabilir. Amatör yazarlar da kolaj yaptılar. Bunlar da yararlı oldu. Kendi özgün düşünceleri olmasa da her yazanın kendine göre okuyucusu olduğunu düşünürsek, bu kolaj yazılar da bilgi aktarımı, anımsatma, derleme anlamında yararlı olmuştur.
Yaz boyunca konuşmacı olarak davet edildiğim Festivaller-Etkinlikler
15-16 Haziranda Kristal-İş’le Aka-Der’in düzenlediği panelde sendikacı İbrahim Akyol’la birlikte konuşmacıydım.
Yaz boyunca konuşmacı olarak davet edildiğim Festivaller-Etkinlikler
15-16 Haziranda Kristal-İş’le Aka-Der’in düzenlediği panelde sendikacı İbrahim Akyol’la birlikte konuşmacıydım.
Temmuz sonlarında Hatay’ın Sinanlı köyü festivaline konuk oldum. ‘Savaş ve Edebiyat’ konulu bir sunu yaptım. Çok yoğun bir ilgiyle karşılaştım. Küçük beldelerde henüz insanlar mekanikleşmemiş. Değerlere sahip çıkıyorlar. Gerek Sinanlı köyü sakinleri, gerekse yerel basın beni onurlandırdı. Yazılarımı suya yazmadığımı, konuşmalarımın havaya gitmediğini görmüş oldum. Sinanlıya götürdüğüm tüm kitaplarım bitti. İmza günü ve söyleşi de çok iyi geçti.
Ağustos ayında Adana’da Güney dergisi şenliğine konuk oldum. Konuşma yapıp şiir okudum.
Ağustos sonunda Hatay’ın Samandağ ilçesinde yazar Pamuk Yıldız ile bir panele konuşmacı olarak katıldım.
Ağustos sonunda Hatay’ın Samandağ ilçesinde yazar Pamuk Yıldız ile bir panele konuşmacı olarak katıldım.
Ağustos sonunda Hatay’ın Yeşilpınar belediyesinin düzenlediği 3 gün süren festivalde ben ve Pamuk Yıldız ‘12 Eylül darbesinin edebiyattaki iz düşümü’ başlıklı panelde konuşmacıydık.
Aynı festivalde karşılaşmaktan mutluluk duyduğum ünlü sinemacı Pr. Dr. Semir Arslanyürek’in konuşmamı dinlemesi, bana katkıda bulunması ve kutlaması beni sevindirdi. Benden sonra ‘Yaşamsal gerçeklikten, sanatsal gerçekliğe’ başlığı altında bir konferans veren Semir Arslanyürek, ‘Adil hocamdan sonra konuşmak kolay değil ama’ diyerek söze başladı. Bir ara da benim bardağımda yarım kalan suyumu içti. Görevlilerin uyarısı üzerine ‘Bardak yabancının değil, Adil hocamdan olsa olsa bana edebiyat bulaşır, keşke bulaşsa’ diye hoş bir şaka yaptı. Beni dinleyenler arasında babam Süleyman Okay’ın evine alıp benim yatağımı verdiği (hapisten çıkınca gidecek yer sorunu olan) sanatçı Hilmi Arayıcı’yı da görmek güzeldi.
Yeşilpınar belediyesinin düzenlediği dafne festivalinde eski dostlarımı da görmüş oldum. 12 Eylül ve Filistin günlüğü adlı kitabımda adı geçen arkadaşlardan bazıları da beni dinlemeye gelmişlerdi. Yerel ve ulusal basının ilgisi beni şaşırttı. Tüm Hatay gazetelerinde ve ulusal basında söyleşimin özetini görmek beni sevindirdi. Ulusal basından Dem-TV sunumumu kayda aldığı gibi benimle özel bir röportaj yaptı. (12 Eylül gecesi yayınlandı. Bir hafta sonra tekrar verdiler.)
Antakya’da Dafne festivalinden sonra arkadaşların beni Suriye’ye götürmesi, Lazkiye, Kesep kentlerini gezdirmeleri de benim açımdan bu yazın en iyi kültür gezilerinin arasında sayılır. Orada yaptığım gözlemler, 1981-1982 zor yılarına ilişkin anılarımın canlanması da başka bir yazı konusu olacak.
Bu güzel gelişmeler, paylaşımlar, dayanışma ruhu, emeğe saygı gösteren, anlamak, sorgulamak, öğrenmek ve öğretmek isteyen samimi, içten insanların çevremde çokluğu bana moral verdi. Velhasıl verimli bir yazı arkamda bıraktım. Elimdeki kitaplar da yayınlanırsa küçük bir tatili hak ettim diye kendimi ödüllendirecek, kısa bir süre yazılarıma ara vereceğim. Her ne kadar ‘Az çalışmalı aşka zaman ayırmalı’ adlı bir kitap yayınlamış da olsam, bunun henüz bir ütopya olduğunun bilincindeyim. Ama ütopyasız yaşam kuraktır. Ütopyası olmayan insan edilgen, pasif, korkak bir yaşam tarzını tercih etmiştir. Onları da sarsmak, sorgulamaya sevk etmek ütopyaları olan insanların ödevidir.
Yine aynı dilekle bitireyim: Az çalışıp, aşka, sanata ve diğer güzelliklere daha çok zaman ayırabileceğimiz sınıfsız, sınırsız, savaşsız bir dünya dileğiyle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder