22 Nisan 2010 Perşembe

İNSAN’IN BİRAZ DA DÜŞÜNDÜĞÜDÜR


Bülent Tekin
bulenttekin47@gmail.com


W.A.Wigram’ın (1872-1953) 1910’lu yıllarda Doğu Kiliseleri için yaptığı gezide bizzat tanık olduğu bir olayı anlatmak istiyorum: Bir Kürt ağanın mülkiyetinde olan zavallı bir Yahudi rakip bir ağa tarafından üzerindeki elbiseler dâhil son kuruşuna kadar soyulmuştu. Elbette zavallı İbrahim eğer ağanın mülkiyetinde olan biri bu şekilde soyulmuşsa bunun bizzat ağası için bir ayıp oluşturduğu gerekçesiyle doğal efendisine gidip şikâyette bulundu. Ağa bunun tartışmaya değer bir şey olduğunu kabul etmek zorunda kaldı ama silahlı kuvvetle bunun telafisinin yapılmasını imkânsız gördü. Çünkü soyan kişi güç bakımından kendisinin eşiti olmaktan uzak mı uzak biriydi. “İtibarınız sarsılır, Efendim” diye yalvardı İbrani. “Gerçekten de öyledir” diye söyledi ağa, “ama gene de onunla savaşamam.” Kısa bir süre sonra ağaya çok parlak bir ilham geldi. “Bak İbrahim, buldum! Ben de gidip onun Yahudi’sini soyacağım! ”

Ahmet Türk’ün Samsun’da yumruklanmasını çirkin saldırıyı kınıyorum gibi laflarla anlatmak istemiyorum. Bu sözleri söyleyenleri test edemem. Barış, kardeşlik, sevgi, adalet, eşitlik duygularını beyinlere nakşetmenin ululuğudur asıl olan. Küreselleşmiş finans tekel’in devletine, ordusuna, polisine, kompradoruna tek laf edemeyenin 14 yaşındaki bir çocuğun elmacık kemiğini kırması bir görev değildir. Bir Kürt’e karşılık da zavallı, gariban bir Türk’e yumruk atmak da bir görev olmamalıdır. Kardeşlik, eşitlik, adalet, insanlık taleplerini-eğer içten inanıyorsak-Çin’e, Rusya’ya, ABD’ye rağmen olsa dahi savunmaktır esas olan. Yoksa-yalandan!-danışıklı dövüş bir İsrail kabadayılığıyla iş bitmez. Wigram’ın anlattığı Yahudi hikâyesine döner iş. Büyük bir zalimin üstüne gidemeyen birinin hırsını bir zavallıdan alması gibi.

Ahmet Türk’e uygulanan şiddeti destekleyenleri sadece Samsun’da görmedik. Birçok evde ve yerde, hatta gazetede bile destekleyenler oldu. Irklara ve cinsiyetlere düşmanlık besleyen hasta ruhları-bırakın tedavi etmeyi-yatıştırmayı başaran toplumsal talep yok. Ötekiden üstün olma duygusu güçlü bir biçimde gelişmişse mülke (vatan) sahiplenme güveni nerelere dayanır? İnsan bu sözlerden ürkebilir belki! Gaza, cihat, din, vatan, talan, gurur, kahramanlık, hamaset ve yüceltmelerle şartlandırdığımız insanlardan bir derviş tavrı beklemek olası mı? Samsun’da, Trabzon’da, Yozgat’ta, Diyarbakır’da, Hakkari’de insanlar neden bir başkasını düşman görsün? İnsanın insandan üstünlüğü ne ki?

Diyarbakır bugün Türk ırkının yurdudur ama-asıl yerlileri olan-Kürtlerin olup olmadığı şüphelidir demek inatçılığı hangi doğruları yanlış yapar? Irklar, dinler, diller yani insan; uğruna hukuk, demokrasi yapılmış insan ölçüt alınmalı ve insanın kutsal hakları tabii. Bu yazıdaki konumuz aslında Türk-Kürt, ırk, dil, din değildi. Wigram’ın şahit olduğu Yahudi hikâyesindeki güç ve egemenden hesap soramayan ama buna karşın zayıfı ezen bir adaletin sefaletini anlatmak istiyordum. Bu, kandırdığımız ve uyuttuğumuz garibanları kendi dünya malımız için kullandığımızdır. Bu, fakir fukarayı vatan, millet, din, iman, bayrak söylemleriyle kandırıp gasp ettiğimiz milyon dolarlar daha çok artırmamızdır.

Hiç yorum yok: