8 Mayıs 2010 Cumartesi

YERYÜZÜNÜ AŞKIN YÜZÜ YAPMAK İÇİN YAZAN ŞAİR: ADNAN YÜCEL



Adil Okay
adilokay@hotmail.fr


Bu gün şair Adnan Yücel’i anmak için yapılan etkinliğe katılmanın benim için onur olduğunu belirtmek istiyorum. Adnan Yücel, sevdiğim saydığım bir şair olmasının yanı sıra babam şair Süleyman Okay’ın arkadaşıydı. Etkinliği düzenleyenlere teşekkür ediyorum. Ayrıca mekanın yani Çukurova Üniversitesinin de benim için ayrı bir önemi var. Bir zamanlar ben de bu üniversitenin öğrencisiydim. 1980 yılında son sınıfta iken, 12 Eylül karanlığı yüzbinlerce insan gibi beni de vurdu. Ve sürgün yıllarım başladı. Aradan geçen çeyrek yüzyıl sonra bir zamanlar öğrencisi olduğum Çukurova Üniversitesinde konuşma yapmak benim için anlamlı.

Adnan Yücel benim şiir serüvenimde yol göstericim olmuştur. Şiirden uzaklaşıp düz yazıya yöneldiğimde de Adnan Yücel’in şiirleri benimle birlikteydi. En son hazırladığım, ‘Karanlığın İçinde Aydınlık Yüzler− Ölülerimiz Konuşuyor’ adlı 15 kentte sahneye konulan tiyatro oyunumda, Adnan Yücel’in şiirlerinden alıntılar yapmıştım. Sözünü ettiğim iki perdelik oyunun en etkili sahnelerinden bir olarak değerlendirilen Diyarbakır zindanları bölümünü, Adnan Yücel’in ‘Ateşin ve güneşin Çocukları’ adlı destanından aldığım dört kıta sayesinde kurguladığını söyleyebilirim. Birçok yazarın, şairin, aydının, sinemacının sustuğu, korktuğu bir dönemde, onun Diyarbakır zindanlarında yapılan katliamlara karşı sesini ve şiirini yükseltmesi ayrıca takdire şayandır.

Adnan Yücel’i, öncelikle yazar Müslüm Kabadayı’nın yaptığı gibi "Aşkın ve Başkaldırının Şairi" olarak tanımlamak istiyorum. Zira Onun “şiirlerinde görülen ortak izleklerin başında emek, mücadele, zafer, özgürlük, üretkenlik, aşk, doğa, insan ilişkilerindeki savrulma, sevgiliyle doğallığı arayış ve doğaya dönüş görülür.” Keza Adnan Yücel de bu saptamayı doğrular: "Bence şiirin temelini çocuk, çiçek, müzik, aşk, dostluk, kavga oluşturur."

Adnan Yücel’in poetikasını anlamak için Toplumcu Gerçekçi şiire değinmek gerekiyor.

Toplumcu gerçekçi şiir, Nazım’dan sonra da var oldu. Farklı biçim ve yapı özellikleriyle Attila İlhan’dan Ahmet Arif’e, Arif Damar’dan Rıfat Ilgaz’a, Ataol Behramoğlundan Süleyman Okay’a yenilikler buldu. Ortak noktaları toplumsal konuları merkeze almalarıydı. Eleştirel Gerçeklikten en önemli farkı ise sadece gerçeklere işaret etmekle yetinmeyip aynı zamanda bir umut, bir ütopya sunmasıydı. Bir programa sahipti. Ancak onlar da biçemde arayışlarını sürdürüp kendi üsluplarını yaratmaya çalıştılar. Toplumcu gerçekçi şairler Türkiye’de bir dönem kendilerini yalnız hissettiler. Baskı yıllarının sonucu olarak değerlendirebiliriz bu yalnızlık duygusunun nedenini. İşte, Mahmut Temizyürek’in ifadesiyle, “Adnan Yücel şiiri bu ‘yalnızlıkta’ belirir. Adnan Yücel, toplumcu gerçekçi şiiri, bırakılan yerde, yeniden diriltmiş bir şairdir. Yapıtlarının zihinsel ve poetik iç tutarlığı o denli güçlüdür ki, ilk kitabından sonuncusuna, aynı temaların yeniden, yeni bir esinle, gürleye coşa, inleye şahlana canlandığını görürüz.”
Adnan Yücel’in çoğu şiirinde ağıt teması görülür. Ancak bu ağıt bir teslim oluşa neden olmaz tersine öfke ve isyanla iç içedir,

“Ben kimim bu saatte Behçet’siz sularda / Çılgınlığa mendil sallayan kişiliğim / Aşkım ve kavgam nedir buralarda”.
“Ey yağmurun yakasına sarılan toprak / Güneşi köpüklerinden güldüren ırmak / Amansız sarılara bırakmak yok ölümü / Bezgin yakarışlara bırakmak yok /Sular da değişiyor - taş ve toprak da / Ölüm de değişiyor ölümün anlamı da”.


Adnan Yücel yerel olduğu kadar evrensel bir şairdir. Beslendiği damar Mayakovski’ye oradan Sandor Petöfi’ye, Atila Jozef’e ve Pablo Neruda’ya kadar uzanir. Ezilenlerin safında yer almak çabası sadece yaşadığı ülke sınırları içinde yer almaz. O tüm dünya halklarının sorunları üzerine kafa yorar ve yazar. Başta da değindiğim gibi “Acının dokunaklı diliyle, toplumsal inançlarının tutarlı sürdürücüsü olmak arasındaki o çatışmalı ince çizgide zarif biçimde durmayı bilmiş bir şairdir Adnan Yücel. Bir yanı, bir yanı Neruda’yı çağrıştırır. Adnan Yücel’deki şair benlik, doğru bulduğu bir düşüncenin, belirli bir yaşamın uğruna kavga vermek üzere yaşamını, estetiğini, duygularını oluşturmuş, bu eksende giderken yol boyu savaşta bir benliktir. Şiiri, yerel-evrensel bağla örülmüş duyarlılık içinde güncellik kazanmıştır. Ülkesinde yaşanan her toplumsal acıya açık bir duyarlılık olduğu gibi, bunların küresel anlamlarını da iyi bilen bir bilincin sancılarını yazmıştır. Buna karşın, acının şairi denemez ona. Şiirinde acı, umudun nedeni gibidir.” (Mahmut Temizyürek)

Adnan Yücel Şiirinde çok güçlü bir diyalektik kurgu gözlenir.

"Ben yine sevinçten ve coşkudan yana/ Bildikleri gibiyim dostların/ İki çiçek büyütüyorum/ Yaz göğünü kucaklayan penceremde/ Bir gürültülü kokusuyla fesleğen/ Bir de haykıran moruyla menekşe/ Suladıkça diyorlar ki bana sessizce/ Aşkı tutsak edersen cüzdanlara çeklere/ Suların ışıklı türküsünü/ Bir daha taşıyamazsın çiçeklere"

Şair Adnan Yücel ile devrimci Adnan Yücel arasındaki bağ hiç kopmadı. O yaşadığı sürece şair kimliğini devrimci kimliğine zarif biçimde bağladı. İki kimlik birbirini besledi ve doğruladı. Hayatın her alanında hem öğretmen hem öğrenciydi. Kimilerinin söylediği gibi ‘Toplumcu gerçekçi’ akım onu slogan sanata, yüzeysel şiirlere yöneltmedi. Tersine toplumculuğu eksenine alarak estetik olarak güçlü şiirler yazılabileceğini gösterdi. Ne kavgadan koptu ne de aşktan.

"Aşksız ve paramparçaydı yaşam / Bir inancın yüceliğinde buldum seni
Bir kavganın güzelliğinde sevdim / Bitmedi daha sürüyor o kavga Ve sürecek/
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek
Düşlerin sonsuza koştuğu yerde / Sabrın çiçeklerini açtığı yerde
Asla kapanmaz yaşanan defter / Çünkü tarihin en güzel yerinde /
Son sözü hep direnenler söyler"

Ben de son söz olarak "yeryüzü aşkın yüzü olana dek Adnan Yücel’in şiiri yaşayacak..." diyorum.

6 Mayıs 2010

http://www.adilokay.com/
http://adilokay.com/haber_detay.asp?haberID=254

Hiç yorum yok: