4 Haziran 2008 Çarşamba

TÜR-BAN(A)









Prof. Dr. M. ŞEHMUS GÜZEL


Türban meselesi acaba haddinden fazla siyasileştirildi mi ?

Avrupa’dan bakınca bu soruya evet yanıtı vermek mümkün.

Bu bağlamda ve neden evet denebileceğini bir parça açıklamak umuduyla, son onbeş veya yirmi yıldır Almanya’da Hannover, Berlin, bilhassa Kreuzberg (Berlin-Üzerinde-Sarmısak da denebilir), Duisburg, Köln ve benzeri kent ve kasabalarda, Belçika’da Brüksel, Anvers ve Namur’da, Fransa’da Paris ve geniş bölgesi, Chartres, Tours, Nice ve diğer kent ve kasabalarında yaptığım gözlemlere dayanarak şunları sıralamak istiyorum :

Türkiye kökenli ailelerin kız çocuklarında ve/veya evli kadınlarında bilhassa bir KORKU söz konusu. Ne korkusu mu ? Gelecek korkusu demek istiyorum önce. Ama sadece bu kadar da değil.

Buralarda büyüyen kızlarımızın bir bölümü ilkokul, ortaokul ve liseyi ve kimi için, ve gittikçe daha çok sayıda, üniversiteyi de buralarda okuyorlar. Bu tür kızlarımızın çevrelerindeki Avrupalı kız arkadaşlarının kısa sürede bir, iki, beş…onbeş belki daha fazla ayrı erkek arkadaş sahibi olmaları, onlarla « yatmaları », bu yakın arkadaşlığın bir süre evli bir çift havası içinde devam etmesi ve sonra, bu bazen çok kısa bir zaman diliminde bile olabilir, ayrılmaları, bizim kızlarımızı fena halde korkutuyor. Çünkü bu türde ilişkileri kaldıramayacaklarını biliyorlar. Ne olursa olsun Bizimkiler için bu tür ilişki UZUN SÜRMELİ VE KALICI OLMALI. Oysa yirmisine varan Avrupalı genç bir kadın veya kızçocuğu sekiz kez evlenmiş, sekiz kez boşanmış, sekiz kez dul kalmış, sekiz kez yeniden evlenmiş gibi olayların ayrı ayrı ve tek tek çoşkularını, şüphelerini, korkularını ve yalnızlıklarını yaşamış gibidirler. Gibidirleri fazla bile.

Evet bugün yirmisine varan Avrupalı bir genç kadın veya kızçocuğu « feleğin çemberinden » geçmiş, son derece deneyimli, bir parça kimi umutlarını yitirmiş, kimi zaman bir ölçüde bezgin ve erkekleri « nasıl idare etmek gerektiğini » en ince ayrıntısına kadar bilen bilgelerdirler.

Avrupa’da doğmuş, Avrupalı gibi yaşamış, veya enazından dışarıdan bakınca o havayı veren, Türkiye kökenli ailelerinin kızçocukları ve genç kadınlarının ASLA YAPAMAYACAKLARI, ASLA YAŞAYAMAYACAKLARI, ASLA TAHAMMÜL EDEMEYECEKLERİ BİR HAYAT TÜRÜDÜR BU. Ve aynı zamanda bu hayat türü, kızlarımızı çok korkutuyor.

(Burada ve şimdilik Avrupa’da doğmuş ve büyümüş olmalarına rağmen, HİÇ OKULA GÖNDERİLMEMİŞ OLANLARI İHMAL EDİYORUM. AMA ŞU KADARINI SÖYLEMEK OLASI : BU KATEGORİDEKİLER KÖYLERİNDEKİ YAŞAM BİÇİMİNİ AYNEN BURADA DA SÜRDÜRÜYORLAR : PARİS’TE Mİ, BERLİN’DE Mİ, KÖLN’DE VEYA BÜRKSEL’DE Mİ OLMALARININ HİÇ BİR ÖNEMİ YOK : KÖY HAYATI BERDEVAM : TÜRBANIYLA, ÖRTÜSÜYLE, NESİ VARSA ARTIK ONUNLA..)

Evet burada doğmuş, büyümüş ve okula gitmiş, yani mürekkep yalamış, dirsek çürütmüş olan kızlarımız çok korkuyorlar ve İŞTE O ZAMAN bir bölümü türban takmaya başlıyor. Hata kimi kez ailesinin veya annesinin itirazlarına rağmen. Neden ? Bu tür kızlarımızın türban takarak enaz iki yönlü bir mesaj verdiklerini veya vermek istediklerini söylemek mümkün :

Bir : Avrupalılara doğıru şu mesaj veriliyor : « Biz sizden değiliz ! » Veya daha açık olacağını umarak şunu söylemek istiyorlar : « Biz sizin bildiğiniz kızlardan değiliz ! »

İki : Ailesine, yakınlarına ve o mahallede oturan « memleketlilere » yönelik olarak ise şu mesaj iletiliyor : » Biz sizdeniz ! ». « Biz sizin istediğiniz niteliklere sahibiz ! Varolan veya varolduğu ileri sürülen « Koşullarınıza hazırız ! »
İşte bu durum(lar)da türban bir tür SIĞINILAN oluyor. Niçin sığılan ? Her kadının, her genç kızın kendine göre saptadığı « gelecek garantisi » için. Veya sadece geleceği için. Avrupalı kadınların ve genç kızların yaşam biçimine katlanmalarının mümkün olmadığını sanan veya böyle bir sonuca diğerlerinin yaşadıklarından ulaşan, genç kızlarımızın ve genç kadınlarımızın bir bölümü « çareyi » türbanda buluyor…

Burada yazdıklarım Avrupa’nın belli mekanlarındaki bütün « durumları » açıklamaz. Açıklayamaz. Ama anlatılanlar kimi durumları da mutlaka açıklayıcı unsurlar taşıyorlar. Dolaşan, gözlem yapan, okuyan, iyi dinleyen ve yürürken bakan/seyreden/görmeye çalışan bir toplumbilimcinin aklından geçenleri sizinle paylaşma girişimi olarak kabul etmenizi bilhassa rica ediyorum…

Bu satırların müsveddesini Paris’ten Brüksel’e giden Thalys nam çok hızlı ( « hızlandırılmış » değil, aman dikkat !!!) trende aldım, Brüksel’de Gare du Midi’de inince eşimle birlikte Gare du Nord çevresinde bir İtalyan lokantası arıyoruz, bize anlatılanlara dayanarak : Bilenler için yazıyorum : Rue Linne’de. Çok afedersiniz Brükselliler buraya « Orospular sokağı » adını veriyorlar, bizimkiler ise elbette daha kibar « Karılar sokağı » diyorlar sadece. İşte bizde tam o sokaktayız : Hayat kadınları bütün güzelliklerini sadece gögüs ve kalça « dekoltelerinde » toplamışlar ve evlerinin « vitrin » biçimine sokulmuş bölümünde yoldan geçen erkeklere kaş göz işaretleri yapıyorlar: Eşim biraz ötede olduğu için kulunuz epey « rağbet » topladı. Ama o taraklarda bezim olmadığı için yoluma devam ettim. Fakat kadınların tümü veya tümüne yakını Fellini’lik. Bu kadar iri gögüs bu kadar iri kalça da herkese nasip olmaz hani. Uzun yıllar, çok uzun yüzyıllar Afrika’nın zenginliklerinin sünger gibi emen Belçika Krallığı şimdi Afrika’dan gelen veya getirilen güzel ve iri kadınlarla hesaplaşıyor : SOKAKTAN GEÇEN OTOMOBİLLERİN MARKALARINA VE İÇİNDEKİLERE BAKARAK BİR SONUCA ULAŞMAK OLASI…

Ve tam orada işte, adını andığım sokağın köşesine varmak üzereyken, üst sokaktan tombulca ve türbanlarının altında yüzleri ışık saçan ve gözleriyle bütün « vitrinleri » tarayan iki genç kızımız kendi aralarında « Aman canım şuna da bak, şu koskocaman memelerini gördün mü ? » ve benzeri yorumlar yaparak iniyorlar : Elbette benim dillerini anladığımı farkedecek durumda değildiler : Fıkır fıkır fıkırdaşıyorlar … İnip sokağı sola döndüler ve öbür vitrinlere baka baka yürüdüler…Bu biçare birkaç sokaktan oluşan mahalle yoksulların mekanıdır ve buldozerlerin saldırısına ugrayana kadar onlara kollarını açıp duracak. Ve burada kardeşlerim Bizimkilerden de epey aile oturuyor…Evet işte o zaman şu soru aklıma takılıyor :

Tamam bu « durumlarda » türban daha ne kadar dayanabilir ?

Yanıtını bulamadım. Zaten tam o sırada önünde pezevenklerin dikildiği İtalyan Lokantasını bulduk ve kendimize bir yol açıp damladık içeriye : Ooo nefis : Tam söylendiği gibi :Tam Milano sitilinde eski usul bir lokanta. Duvarlarda 19. Yüzyıl İtalya’sından tabloların röprödüksüyonları…Masalarda örtüler, her şey yerli yerinde…Lokantanın ismini yazmazsam ayıp olacak : Restaurant « Parma » Le Docteur. Genç bir çift işletiyor. Bayan çok zarif bir Vallon (Belçika’nın Güneyindeki federe devletin çocuğu) ve ismini öğrenemedik ama her şeye « Sans aucun probleme » diye girmesi nedeniyle isminin S.A.P. olabileceği sonucuna ulaştık…Eşine gece kaça kadar açıksınız diye sordum. Bana şirince ve « Yabancı olduğunuz belli » der gibi baktı ve « Sadece öğlen servisi yapıyoruz » dedi. Akıllı çocuk : Gece buraların ne alem olduğunu kim daha iyi bilebillir ?

Hiç yorum yok: