15 Ağustos 2010 Pazar

SERDAR YEŞİLYURT VE ÇOCUKLAR ÖLMESİN!





20 Temmuz 2010’da-daha dün!-Van Gürpınar’da şehit olan (Adana) Kozanlı Jandarma Komando Çavuş Serdar Yeşilyurt’tan bahsetmek istiyorum. Çok fakirdi. Askere gidecek parası yoktu. Ailesine yük olmamak için Sivas’ta bir lokantada çalışmış ve askerlik harçlığını toplamaya çalışmıştı. Askere de ancak köydeki öğretmenlerin verdiği yol parasıyla gidebilmişti. Babası Ümmet Yeşilyurt bir portakal bahçesinde bekçilik yapıyordu. Ve Türk bayrağı yine gariban-yoksul bir eve asılmıştı. Aileyi cenazeyi defin günü bir belediye başkanı giydirebilmişti. Ne acıdır ki, aile en acıklı gününde-belki de hayatlarında ilk kez!-yeni giysilere sahip olabilmişti. Daha ne söyleyeyim, daha fazla şey söylemem gerekir mi? Bizim burada asıl söylemek istediğimiz ve öyküyü anlatma nedenimiz, garip-gariban ve yoksul aile çocuklarının ölmesidir. Aristokrat, bürokrat, teknokrat, general ve burjuva çocuklarının bu ölümlerden sıyırmasıdır(tabii ki kimsenin çocuğunun ölmesini istemeyen bir dünya görüşümüz vardır!)

Savaşlar umulduğu gibi sonuçlanmaz. Haçlı Seferleri dahi umulduğu gibi sonuçlanmamıştır. Avrupa’dan gelen Frenkler Ortadoğu’daki Hıristiyanları dahi mutsuz kıldılar. Bu savaşlar ufak tefek, çok ta savaşçı olmayan Selahaddin Eyyubi’yi (1138-1193) büyük bir savaşçı ve Mısır-Suriye (ve bu arada Kudüs) sultanı yapmıştır. Savaşlarda ne olacağı belirsizdir. Kutsallık iddiaları talan, ganimet olmuş, kutsallığı kaybettirmiştir. Sözün kısası savaştır bu! Çağımızın kutsallık değeri daha çok demokratik yandır. Yarı demokratik ve otoriter rejimler, sınıflı devletler çok toplumlu demokratik yapı olmak zorunda kalacaklardır. Artık savaşanların savaşın belirsiz sonuçlarını düşünmeleri gerekecektir.

Ben yine Serdar Yeşilyurt’a dönmek istiyorum. İşsiz, yoksul, umutsuz bir genç olan Serdar’ın ölmekten başka bir şansı var mıydı? O, Bağdat Caddesi’nde milyon dolarlık otomobilleriyle sürat yarışı yapan burjuva gençlerin şansına sahip olabilir miydi? Serdar Yeşilyurt yoksulluk, kimsesizlik ve sahipsizlik içinde acaba-gerçekte!-yaşıyor muydu? Serdar Yeşilyurt zaten öleceğini biliyordu: Şehit olmaktan başka şansı yoktu ve onu (o şansı) kullandı!

Serdar Yeşilyurt’un öyküsü içimizi sızlattı, ağlattı! Ama onun ölümden başka bir şansı yoktur! Militarist devletin işsiz, garip, gariban, kimsesiz gençleri ancak şehit olur(lar)! Ve biz kimsenin çocuğunun ölmesini istemiyoruz: Ne fabrikatörün, ne generalin ne de holding sahibinin! Toplumu kendinden sıyırıp, yönlendiren ve tekel’in aracına dönüştüren savaş lobilerinin oyuncağı olmamak gerekir! Anne ve babalar olarak barışa el uzatmaktan başka bir kurtuluşumuz yok! Topyekûncu (totaliter) ideolojilerin faşist savlarını bilmezsek eğer finans tekel’in en zorba, en gerici köleleri oluruz. Bizim politik ve ahlaki bir topluma ihtiyacımız var oysa.

Ve madem Serdar’dan bahsettik, çocuklardan da bahsetmeliyiz. Nedir çocuk? Babaya ve anneye benzeyen bir varlık, bir afacan! Her ikisine de benzer çocuk. Yani bizim varlığımızı başka bir biçimde sürdüren bir varlık! Bizi var kılan, değişerek yaşatan (evrilten) bir farklılık(belki de aynılık!). Milyonlarca sene sonra dahi bizi yaşatacak muhteşem bir varlık! Kim bilir, belki de tanrısallığın özgün bir durumudur! İşte bu tanrısallığı biraz düşünelim diyoruz. Çocuklar ölmesin diyoruz: Ne Türk’ün ne Kürt’ün ne de kimsenin! Çocuklar ölmesin efendiler!

Hiç yorum yok: