Prof. Dr. M. ŞEHMUS GÜZEL
Fransa’dan, Paris’ten bakarak kırkıncı yılında Mayıs 1968’i nasıl değerlendirebiliriz?
Bu, elbette geçmişi bu kadar zaman sonrasından bakarak yeniden tartmak, yeniden değerlendirmek, yeniden tartışmak biçiminde anlaşılabilir.Bugün elbette ve mutlaka o günlere göre, Mayıs 1968’deki ve hemen öncesindeki olaylara ilişkin konularda daha çok bilgimiz var:Akan zaman geçen zaman içinde yayınlanan onca anı, inceleme ve belgeler dolusu kitaplardan sonra.Onca belgesel ve kurgusal filmi izledikten, olayların “kahramanlarının” bıktırırcasına defalarca ve kimi kez aynı şeyleri, umursamadan ve usanmadan tekrarladıkları onlarca, yoksa yüzlerce mi demeli, televizyon, radyo veya açık oturumlardaki tartışmalarını dinledikten/izledikten sonra.Evet bugün Mayıs 1968 hakkında daha çok bilgimiz var.Daha çok şey biliyoruz.İyi de bunlar yeni ve farklı veya orijinal bir inceleme için yeterli olabilirler mi?Bilinmez.Ama denemeye de değer.Olayları bizzat yaşamış dost, arkadaş, yoldaş ve tanıdıkların anlattıklarını da diğer kaynaklardan elde ettiğimiz bilgilere eklersek belki kimi şeyleri biraz daha iyi görmek, biraz daha derinlemesine öğrenmek ve aydınlatmak mümkün olabilir.
Herhalde öncelikle bu eylemler demetinin sadece öğrenci hareketine ve Quartier Latin’de birkaç veya birçok otomobilin yakılmasına indirgenmemesi gerektiğini vurgulamak lazım.Mayıs 1968 eylemler demeti Paris üniversiteleri öğrencilerinden daha geniş kesimlerin eseriydi.Mayıs 1968 olaylarının yaratıcıları arasında özellikle, elbette öğrencileri de içine alan bir anlamda, en başta gençleri saymalıyız.Gençler kapsamı içine işçi gençleri de almalıyız. İşçiler ve emekçileri de hemen başta anmak gerekiyor. Fransa’daki tanımına uygun olarak bütün büro emekçilerini de içine alaçak bir biçimde söyleyebilmek amacıyla işçiler deyiminden daha geniş kapsamlı olan ücretliler deyimini kullanmak şart.Hele bürolarda çalışan ve patronlarının veya bir üst düzeydeki erkeklerin güncel ve neredeyse sürekli cinsel rahatsız etmeleriyle yüzyüze kalan genç kadınları asla unutmamak lazım.Bu kadınların özgürleşmek için ve işyerindeki tek yönlü disipline karşı ayaklanmaları başlıbaşına bir serüvendir.Bu kadınların özgürleşmesi aynı zamanda evdeki ana ve/veya baba baskısına karşı da yapılıyordu:Birçok çok genç kadının çalışmasının karşılığı elde ettiği ücreti son kuruşuna kadar evdeki ana ve/veya babasına bırakmak/teslim etmek zorunda kaldığını anımsatmak isterim.
Ücretlilerin yanında o günlerde sayıları pek az bile olsa (bugünkü iki milyon kadar kayıtlı işsizle karşılaştırınca devede kulak örneği) işsizleri de saymak gerekiyor.
Yine gençler arasında bitirimleri de unutmamalıyız:En ufak bir gözaltında kent ve kasabalarda polislerden ve kırsal alanlarda jandarmalardan dayak yemekten usanmış bitirimler, Mayıs 68’de “Kambersiz düğün olmaz” anlayışıyla eylemlere öyle bir daldılar ki, bu işe öğrenciler ve hele iyi aile çocukları ve kızları şaşırıp kaldılar, gözlerine inanamadılar:”Bu belalılar demek ki mücadele etmesini de biliyorlar” dedirtiler bitirimler.
İşte işin püf noktasına geliyoruz:Mayıs 68, en başta evde ana-babaların, okullarda öğretmenlerin, müdürlerin, müdür yardımcılarının körükörüne uyguladıkları aptal disipline, evet aptal ama sıkı ve göz açtırmayan cinsinden disipline, sokaklarda devlet temsilcilerinin sertliğine ve hatta acımasızlığına, kısacası amacını aşan bir yönde ve çok sert biçimde uygulanan ailesel, kurumsal ve devletsel otoriteye ve kötü kullanılan iktidara karşı isyandır.
Bu olguyu kimi toplumbilimci, kimi düşünür daha 1960’ların başında farkettiler ve yazdılar:Paris’te Republique (Cumhuriyet) Meydanı’nda Johnny Halliday’in bir konseri sırasında ve sonrasında polisin akıl almaz ve konseri izleyen gençlerin yaptıklarına oranla ölçüsüz, ama son derece ölçüsüz, saldırısı üzerine gençlerin, Paris’in yoksul mahallelerinin çocuklarının (genellikle doğu ve kuzeydoğusundaki mahallelerinin çocukları:Yani o gün o konserin yapıldığı Meydan’ı çevreleyen mahallenin çocukları) tepkisi elbette gözlerden kaçmadı: Gençlerin o gün polis sopalarına ve coplarına karşı kaldırım taşlarını söküp atmaları, ağaçların köklerini korumak için çember biçiminde dizili demirleri söküp sallamaları otoriteye, ama dikkatinizi rica ederim bilhassa kötü amaçla kullanılan otoriteye, amacını aşan bir biçimde uygulanan otoriteye karşı ciddi bir tepkiydi elbette.Mayıs 1968 başkaldırısının ilk ipuçları mutlaka bu olaylarda aranabilir.
Bunun peşinden 1961’de bu kez, Nation (Ulus) Meydanı’ndaki bir konserde benzer olaylar yaşandı.Meydan’da konser izleyen 150.000 müziksever gençlerden sahnenin hemen önündeki onlarcasına polis, “taşkınlık yapanlar var” diyerek, akıl almaz sertlikle saldırdı: O günlerden kalan görüntüler polis saldırısının ne kadar yersiz, ne kadar sert ve ne kadar ölçüsüz olduğunu apaçık ispatlıyorlar.Sivil ve üniformalı polisler bu sefer de “Bu çocuklara bir ders verelim” havasıyla saldırdılar.Çocuklar da yine kaldırım taşlarını ve demir çemberleri sökerek polislerle çatıştılar.Ve o tarihte Nation’da gençler birkaç otomobili ters çevirip ateşe verdiler…Herhalde uzun zamandan beri ilk kez bir konserde otomobiller yakılıyordu.
Bu mahallenin de Paris’in doğusunda bulunduğunu ve yine orta düzey gelirlilerin, işçilerin, emekçilerin ve küçük memurların oturduğu ve genel olarak sol partilerin oyların çoğunluğunu aldığı bir mahalle olduğunu belirtmek lazım.Ve dayak yiyenler yine bu tür mütevazi ailelerin çocuklarıydılar.Elbette bu tür konserlere Paris’in şık ve zengin batı mahallelerinden de gençler, kadınlar ve erkekler katılıyorlar(dı) ama çoğunluk doğu mahallesinin çocukları.Paris’in zenginlik ve yoksulluk ile varlık ve yokluk acılarından coğrafi ayrımı başkentin kuruluş yıllarına kadar iniyor.Yani bunun 1960’lı yıllardan öncesine kadar giden bir tarihi vardır.Anımsatmak için yazıyorum:1871 Paris Komünü de bu mahallelerde Paris’in bu mütevazi taraflarında en geniş desteği, en iyi militanlarını ve en inanmış savaşçılarını buldu…
İşte aradan neredeyse bir yüzyıl kadar zaman geçtikten sonra bir kez daha Paris’in batı mahallelerinde başkaldırının ilk işaretleri veriliyordu ve ateş bacayı sarmak üzereydi…
Ama o günlerde Paris Emniyet Müdürü ve yıllardan beri kendisini Paris’teki bir numaralı “Golist” (Mayıs 1958’dan beri şaibeli bir biçimde Fransa Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle taraftarı) ilan etmiş ve her eyleminde ille de Gaulle’e birkaç puan kazandırmak isteyen ve İkinci Savaş yıllarında Vichy Hükümeti emrinde karışık ve karanlık işlere karışmış, Fransa’yı işgal eden nazilerle işbirliği yapmış Maurice Papon’un bulunması da işlerin sarpa sarmasında belirleyici oldu.Papon bizzat kendisi en iyi yöntemin sertlik olduğuna inanan bir emniyet mensubu.Bunu adı geçeni tanıyan herkes anılarında aktarıyor.Namuslu tarihciler kitaplarında vurguluyorlar.
Nitekim aynı Emniyet Müdürü Paris’te düzenlenen Cezayir’deki ulusal kurtuluş mücadelesini desteklemek, Fransa ordusunun işkence ve katliamlarına son vermesini istemek amacıyla Cezayir’in bağımsızlığı yanlısı göstericilere polisini saldırtarak kimi rakamlara göre ikiyüz kadar belki daha fazla Cezayirli’nin, Fransız polisi o günlerde ve bugün “Araplar” demeyi tercih ediyor, Seine Nehri’nde boğulmasına neden olmuştu…
Bunun peşinden 1961’de bu kez, Nation (Ulus) Meydanı’ndaki bir konserde benzer olaylar yaşandı.Meydan’da konser izleyen 150.000 müziksever gençlerden sahnenin hemen önündeki onlarcasına polis, “taşkınlık yapanlar var” diyerek, akıl almaz sertlikle saldırdı: O günlerden kalan görüntüler polis saldırısının ne kadar yersiz, ne kadar sert ve ne kadar ölçüsüz olduğunu apaçık ispatlıyorlar.Sivil ve üniformalı polisler bu sefer de “Bu çocuklara bir ders verelim” havasıyla saldırdılar.Çocuklar da yine kaldırım taşlarını ve demir çemberleri sökerek polislerle çatıştılar.Ve o tarihte Nation’da gençler birkaç otomobili ters çevirip ateşe verdiler…Herhalde uzun zamandan beri ilk kez bir konserde otomobiller yakılıyordu.
Bu mahallenin de Paris’in doğusunda bulunduğunu ve yine orta düzey gelirlilerin, işçilerin, emekçilerin ve küçük memurların oturduğu ve genel olarak sol partilerin oyların çoğunluğunu aldığı bir mahalle olduğunu belirtmek lazım.Ve dayak yiyenler yine bu tür mütevazi ailelerin çocuklarıydılar.Elbette bu tür konserlere Paris’in şık ve zengin batı mahallelerinden de gençler, kadınlar ve erkekler katılıyorlar(dı) ama çoğunluk doğu mahallesinin çocukları.Paris’in zenginlik ve yoksulluk ile varlık ve yokluk acılarından coğrafi ayrımı başkentin kuruluş yıllarına kadar iniyor.Yani bunun 1960’lı yıllardan öncesine kadar giden bir tarihi vardır.Anımsatmak için yazıyorum:1871 Paris Komünü de bu mahallelerde Paris’in bu mütevazi taraflarında en geniş desteği, en iyi militanlarını ve en inanmış savaşçılarını buldu…
İşte aradan neredeyse bir yüzyıl kadar zaman geçtikten sonra bir kez daha Paris’in batı mahallelerinde başkaldırının ilk işaretleri veriliyordu ve ateş bacayı sarmak üzereydi…
Ama o günlerde Paris Emniyet Müdürü ve yıllardan beri kendisini Paris’teki bir numaralı “Golist” (Mayıs 1958’dan beri şaibeli bir biçimde Fransa Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle taraftarı) ilan etmiş ve her eyleminde ille de Gaulle’e birkaç puan kazandırmak isteyen ve İkinci Savaş yıllarında Vichy Hükümeti emrinde karışık ve karanlık işlere karışmış, Fransa’yı işgal eden nazilerle işbirliği yapmış Maurice Papon’un bulunması da işlerin sarpa sarmasında belirleyici oldu.Papon bizzat kendisi en iyi yöntemin sertlik olduğuna inanan bir emniyet mensubu.Bunu adı geçeni tanıyan herkes anılarında aktarıyor.Namuslu tarihciler kitaplarında vurguluyorlar.
Nitekim aynı Emniyet Müdürü Paris’te düzenlenen Cezayir’deki ulusal kurtuluş mücadelesini desteklemek, Fransa ordusunun işkence ve katliamlarına son vermesini istemek amacıyla Cezayir’in bağımsızlığı yanlısı göstericilere polisini saldırtarak kimi rakamlara göre ikiyüz kadar belki daha fazla Cezayirli’nin, Fransız polisi o günlerde ve bugün “Araplar” demeyi tercih ediyor, Seine Nehri’nde boğulmasına neden olmuştu…
1 Kasım 1954’te başlatılan ve 1960’ın başında ciddi bir dönüm noktasına gelmiş bulunan Cezayir Savaşı ve bunun artık Fransa toplumu ve bilhassa gençleri açısından tahammül edilebilirlik sınırını çoktan aşmış olmasını anlamadan Mayıs 68’i anlamak mümkün değildir. O yıllarda Fransa’da askerlik en belalı işlerden biriydi:Vietnam’da yenilen Fransa “Cezayir’i yitirmemek için” elinden geleni yapıyor ve Cephe’ye gitmek her genç için ölümle aşık atmak anlamına geliyordu:Oysa gençler savaşlardan usanmıştı ve ARTIK EĞLENMEK, KIZLARLA ÇIKMAK, AŞK YAPMAK İSTİYORLARDI.BABA OLMAK, AİLE KURMAK İSTİYORLARDI.SAVAŞMAK DEĞİL.
Bu bağlamda o günlerin en büyük “idol”ları olarak Johnny Halliday ile Sylvie Vartan ÇİFTİNİN gençleri birinci derece etkiliyor olması son derece önemlidir:Dikkatinizi rica ediyorum:Bir kadın veya bir erkek değil, bir kadın ve bir erkekten oluşan GENÇ BİR ÇİFTTİR gençleri heyecanlandıran, gençleri harekete geçiren.Gençlerin kendilerine model olarak seçtikleri çok genç ve pek şirin bu çiftti.O yıllarda benzer başka şarkıcı ve komik ÇİFTLER de vardı.Ama en tanınanlar Johnny ve Sylvie olduğu için onların isimlerini aktarıyorum.
Hele kadınlar: Sevgililerini, eşlerini, babalarını, ağabeylerini, kardeşlerini, teyze ve amca çocuklarını İkinci Savaş’ta, Vietnam’da ve Fransa sömürgeciliğinin yerküreye yayılmış “topraklarındaki” değişik nitelikli ama tümü silahlı çatışmalarında yitiren kadınlar artık ANA OLMAK İSTİYORLARDI.ARTIK YAŞAMAK, SEVMEK VE SEVİLMEK VE SEVİŞMEK İSTİYORLARDI.
Savaş değil aşk yapmak istiyordu gençler:Kadınlar ve erkekler.Gençler ve daha az gençler.
SİYASİ CİNAYETLER, KOMPLOLAR
PAPON EMNİYET MÜDÜRÜ İKEN, 29 EKİM 1965’TE, Paris’in tam merkezinde, hani “bir şehrin göbeği” denir ya işte tam orada, yani, tanıyanlar ve bilenler için söylemek gerekirse, Saint-Germain-des-Pès’de, Flore Café’sinin tam karşısında, en önemli siyasetcilerin, büyük gazetecilerin ve sanatcıların gittiği Lipp Café’sine girmek üzereyken Fas Krallığı muhalefetinin ve o günlerdeki üçüncü dünyacı bütün önemli eylemlerin lideri Mehdi Ben Barka’nın Fas Krallığı’nın satın aldığı Fransız polisleri tarafından göz altına alınıyor gibi yapılarak kaçırılması ve Fas Krallığı’nın o günlerdeki “güçlü adamı” general Ufkir’e ve katillerine “teslim edilmesi” ve Ben Barka’nın katledilmesi Fransa Cumhuriyeti devletine karşı siyasi gençler arasında belli bir kin doğurmuştu.”Bu devletin polisi ve yönetimiyle tamamen çürüdüğü” ağızlardan düşmüyordu.Hele bir de aynı kurumların gelişigüzel sertliği ve aşırıdan öte ölçüsüz disiplini de devreye girince devlete nefret ve kinin alanı genişliyordu…
Aynı devletin Nijerya’nın petrol zengini bölgelerinden, güneydoğusundaki Biafra’da değişik yöntemlerle “kışkırttığı” bağımsızlık ilanı (30 Mayıs 1967) ve bunu izleyen savaş ile İngiltere ve ABD’nin Buafra’ya yönelik ambargosu sonucu bir milyondan fazla ölü ve Biafra’daki rezillikler de devam ediyordu, Mayıs 1968 olayları sırasında.Değişik tarihlerde solcu hükümetlerde değişik bakanlıklar üstlendikten sonra bugünkü sağcı hükümette Dışişleri Bakanlığına getirilen Bernard Koucher o günlerde ilk “insani yardımını” Biafra’da gerçekleştirdi.O dönemin genç doktoru Koucher, bir süre sonra “Médecins Sans Frontières” i (“MSF.Sınır Tanımayan Doktorlar”) kurdu.Bu güya ong’nin (organisation non gouvernemantale:hükümet dışı örgüt) ismini, kısaltılmışını ve çevirisini tırnak içine koyuyorum, çünkü en iyi sınırları bu güya hükümetdışı derneğin tanıdığı bugün artık herkesce biliniyor.Bu güya ong’nin Fransa devletinin ve bilhassa fransız petrol şirketlerinin çıkarını koruduğu da ve hatta bunun için ve onların desteğiyle kurulduğunu da.Koucher’in Fransa “derin-devleti”yle ve fransız petrol şirketleriyle ilişkilerinin o günlerde başladığı da.Koucher o tarihte bu işi bu amaçla kotardı.Kouchener’in 1990’larda birara “siyasi açıdan bittiği” sanıldığı bir dönemde Fransa’nın en büyük petrol şirketi için “hikaye bir rapor” hazırlayıp bunun karşılığında yüklü bir “ücret” aldığı da biliniyor.(Bunlar defalarca fransız basın-yayın organlarınca kamuoyuna yansıtıldı:Hatta yıllardır askeri bir cunta tarafından yönetilen Birmanya devletini “temize çıkarmak” için “raporuna” gereken özeni gösterdiği de yazıldı.Bunlar maalesef doğal, çünkü raporu hazırlatan Birmanya’daki petrolü çıkarıp satan ve daha önce Biafra’daki “bağımsızlık savaşını” destekleyen koskocaman Total olunca.)
MSF’in Biafra’daki “kurtuluş ordusu” taraftarlarına silah, cephane ve bilgi taşımada birincil roller oynadığı defalarca yazıldı: Biafra kurtuluş hareketine inanan insanlar elbette vardı, ama bu hareket, Fransa devleti, fransız petrol şirketleri ve onları destekleyen kimi kurumlarla, Afrika’daki eski fransız sömürgesi ve birkaç yıldan beri güya “bağımsız’” devlet tarafından sadece Fransa’nın petrol ihtiyacını karşılamak için ve özellikle İngiltere Krallığı ile ABD’ye karşı şavaşa dönüştürülünce, inanmış kurtuluş savaşçıları için hüsranla noktalandı.Biafra 12 Ocak 1970’de “teslim oldu”.Fransa bu bölgesel ve “dolaylı savaşta” sanki taraf değilmiş gibi ayak parmaklarının üstüne basa basa uslu uslu “tüydü”.İngiltere ve ABD güçleri kurtuluş yanlılarını ve savaştan canlarını kurtaranları da “perişan ettiler”.Fransa’ya da, Afrika’daki “etki alanları” konusunda ona çok pahalıya mal olan bir “ders” verdiler.Fransa’nın ve petrol şirketlerinin gölgesi uzun sure Nijerya’nın petrol zengini bölgelerine düş(e)medi.(Koucher’in “devletine yardımı” daha sonra başka cografyalarda, örneğin Irak dağlarında ve Kürdistan’da sürdü:Kouchner İran-Irak savaşı sırasında başta Celal Talabani olmak üzere o günkü Kürt liderleriyle görüşüp, onların Irak’a karşı yürüttükleri ve objektif olarak İran’ın işine yarayan şavaşı durdurmaları konusunda onları ikna etti.Bunun karşılığında savaş sonrasında “Kürt halkının doğal haklarının tanınanacağı” teminatını da Talabani başta Kürt liderlerine verdi Kouchner..Sonrasını biliyoruz.Bunları bizzat Talabani değişik konferanslarında, söyleşilerinde defalarca anlattı.Hatta bir defasında Koucher’in de hazır bulunduğu bir toplantıda.Ve Koucher o sırada başını yerden kaldıramıyordu.) Mayıs 1968 olayları içinde Biafra’daki savaş sürüyordu.Koucher ve yardımcıları zaman zaman Paris’e kadar gelip “genç arkadaşlarına” bilgi veriyorlardı.Kusura bakmayın ama burada “gaz veriyorlardı” veya “gaza getiriyorlardı” diyesim geliyor.Haşa huzurdan.
Şimdi burada komplo teorisi icabı Mayıs 1968’in arkasında ABD ve İngiltere’yi aramak da mümkün.Nitekim bunu yapan son derece ciddi bilim kadın ve adamları ve çok “usta gazeteciler” oldu.Ben oraya kadar onları izleyecek durumda değilim.Böyle bir yaklaşım ayrıca bir ölçüde de ayıp olacak:En başta Paris’te ve taşra kentlerinde başkaldıran emekçilere, gençlere ve çocuklarına…Ancak ABD ve İngiltere, Mayıs 1968 olayları sırasında Paris ve kimi taşra kentindeki öğrenci ve işçi eylemlerinden memnun oldular demek mümkün.Eh Biafra’da dolaylı bile olsa Fransa ile sömürgeci ve/veya emperyalist amaçlı bir savaş yürüten bu iki koskocaman devletin, bu denli ciddi ve önemli bir öğrenci, işçi ve gençlik hareketine karşı ilgisiz kalması da elbette beklenemezdi.Ancak Mayıs 1968’in oluşmasında ve gelişmesinde Fransa’ya özgü iç dinamiklerin etkisi elbette belirleyici olmuştur.Ancak ABD ve İngiltere Krallığı’nın olayların alevlenmesi için neler yaptığı da mutlaka araştırılması gereken ilginç bir konudur.Komplo teorisinin kolaylıklarına asla düşmeden.
Dahası Mayıs 1968’de ve olayların tam ortasında Marx’ın 150. Yıldönümü vesilesiyle Paris’te, UNESCO’nun anlı şanlı büyük salonunda, 10 Mayıs 1968’de düzenlenen büyük toplantıda konuşan Herbert Marcuse’ün, marksizmi “yeniden yorumladığını” ileri sürerek, “Bütün umudum gençlerin ve marjinallerin ayaklanmasındadır” formülü de Marcuse’ün kimileri tarafından ve en başta FKP’ce “ABD casusu/adamı” damgasını yemesine yol açtı.O gün, daha önceki birçok gün de olduğu gibi, öğrenciler ve gençler sokaktaydılar:Paris’in değişik noktalarından Denfert-Rochereau Meydanı’na doğru, her fakülteden, her liseden, her bürodan, her fabrikadan ve her atölyöden çıkan ve sokaklarda sloganlar eşliğinde akan ve adını andığım Meydan’da toplanan binlerce gösterici, oradan yürüyerek Saint-Michel Bulvarı’na vardılar ve bütün Bulvar’ı ve Quartier Latin’i “kurtardılar”…Polislerle çatışmaya çeyrek var…Elbette Herbert Marcuse çoşabilir.Marksizme yeni yorumlar getirebilir.Çünkü o da kendisine bakarsanız “devrim için kaldıraçını” bulduğunu sanıyor(du)…
Bunları yazmak lazım:Çünkü henüz her şeyi yüzde yüz biliyoruz diyecek durumda değiliz.Mayıs 1968’de kimler ne tür roller oynadılar zaman içinde göreceğiz.Göreceğiz diye yazıyorum ama “belki de bensiz” diye de eklemem gerekiyor, Abidin Dino’a atıf yaparak, umarım siz göreceksiniz:Çünkü bu iş daha çok zaman alabilir.Ama mutlaka her şey gün yüzüne çıkacaktır.Bundan eminim.Bunu beklerken bildiklerimizi burada aktarmak da boynumuzun borcudur.
Mayıs 1968 olayları başlamadan önce ve olaylar sırasında olan-bitenleri bütün işçiler, bütün gençler veya bütün öğrenciler yakından izlemiyordu belki.Belki değil kesinlikle bile denebilir.Ama bu kümelerin karar alıcıları ve onları harekete geçirenler izliyorlardı.Ve Fransa devletinin dış ilişkilerinde aldığı darbeler ve bunlara nasıl neden olduğu da biliniyordu.Devlet ve yöneticilerin devlet anlayışı sorgulanıyordu…
1 yorum:
Kapitalizmin ilgilendiği tek şey kuşkusuz İşçi Sınıfı değil, onu yaratan niteliklere ve koşullara bakmak lazım. İster kabul edelim, ister etmeyelim bu koşullarıda Marxist düşünce yaratıyor. Beslendikleri tek yer orası. Yoksa yıllardır Ezilen Halkların kafasına vura / vura Sosyalizm iyi bir şey değildir ve Komünizm de aslında çok kötüdür propagandası yapmazlardı. Bunun en iyiği örneği AB'dir ve bu oluşum İşçi Sınıfının önünde ki en büyük engeldir. İnsanların bu yüzden anlamaları gereken ya da anlayacağı tek şey: "İnsanlar yaşamaktan vazgeçmeyeceğine göre Kapitalizmden vazgeçeceklerdir. Bu böyle biline. Dünya şimdilik onların. Ya yarın!
Yazınız için içten teşekkürler. Umarım bizleri düşünmeye sevkeder, insan olarak.
rostiam.blogcu.com
Yorum Gönder