7 Eylül 2008 Pazar

TARİHTE PROVAKASYONLAR VE ALEVİ BEKÇİLER




Mustafa Elveren – Em.Öğrt.

6 Eylül 1955 günü Hukuk fakültesi öğrencisi Oktay Engin isimli şahıs tarafından Selanik’te bulunan Atatürk’ün doğduğu evinin bahçesine bomba atmak suretiyle, provakasyon gerçekleştiriliyor. Daha sonraki yıllarda bu şahsın Türkiye’nin Yunanistan Büyükelçiliği ile ilişkili olduğu tespit ediliyor.

Bu provakasyonla birlikte, 6-7 Eylül 1955 tarihinde Türkiye’nin bazı illerinde başta Rumlar olmak üzere, tüm azınlıklara saldırılar yapılmış, onlarca kişiyi katledilmiş ve malları yağmalanmıştı.

MGK Eski Genel Sekreteri Emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun ölümünden önce gazeteci Fatih Güllapoğlu ile yaptığı bir röportajda, “6–7 Eylül bir Özel Harp işiydi ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı” dediğini basından öğrendik. Bu sözlerden de anlaşılmaktadır ki, başta Rumlar olmak üzere, Türkiye’de yaşayan tüm azınlıktaki halkları yok etmeye yönelik bir “kırım” olduğunu söyleyebiliriz. Maalesef, bundan başarılı da olmuşlardır.

23-24 Aralık 1978 yılında Maraş’ta ve 02 Temmuz 1993’te Sivas’ta Alevilere yönelik yapılan katliamlar ile 1955’teki 6-7 Eylül’de azınlıklara yönelik yapılan vahşetin birbirine çok benzediğini, hatta neredeyse tıpa tıp aynı olduğunu görmekteyiz. Öyle ki, Maraş Katliamı’nı örnek vermek yeterlidir sanırım. Sinemanın bombalanmasından önce Elazığ, Gaziantep, Malatya, Adıyaman gibi çevre illerinden maşa olarak kullanılacak katilleri otobüslerle Maraş’a taşımışlar ve günlerce önce bu provakasyonun hazırlığını yapmışlardı. Maraş ve Sivas Katliamları da “Özel Harp işiydi”. O nedenle, bu güne kadar failleri ortaya çıkarılmamıştır.

Öyle bir yapılanmadır ki; bazen Gladio-Kontrgerilla, kimi zaman da TİT-Hizbullah, Derin Devlet-Özel Harp, bu gün ise, Ergenekon ismi ile karşımıza çıkmaktadır. Esasen bu tür isimlerle adlandırılması bana gerçekçi gelmiyor. Çünkü, geçmişte gerek NATO ülkeleri ve gerekse dağılmış olan SSCB’nin bu tür örgütlemeleri oluşturduklarını ve birbirlerine karşı kullandıklarını artık bilinen bir gerçektir. Yani devletin kendisidir. Ancak, Türkiye Devleti bu örgütleri kendi öz vatandaşlarına karşı da kullandığını söylemek durumundayız. Örneğin; İstanbul-Taksim’de 1Mayıs katliamı, Maraş’ta, Sivas’ta, Susurluk’ta, Şemdinli’de, Mersin’de, Trabzon’da, Adapazarı’nda yapılan provakasyonlar ile Hrant Dink’in katledilmesi ve Malatya’da yapılan cinayetlerle bu yapılanma açığa çıkmış bulunmaktadır.

27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül darbelerinin bu örgütlemenin desteğiyle yapıldığını söylemek mümkündür. İşin ilginç tarafı ise, bu darbeler hep “vatan-millet-bayrak ve Atatürkçülük sevgisi”yle yapılmıştır. Diğer ilginç bir durum da, halkların en küçük bir demokratik isteğini “bölücü-yıkıcı” olarak değerlendirip, kendi vatandaşlarının bir bölümüne “bölücü” diye diye Türkiye’yi bölünme aşamasına getirmeleridir. Türkiye’de bu “vatanseverler” olduğu sürece, Nazım gibi “vatan hainleri” de olacaktır.

Padişah’ın ismini Cumhuriyet olarak değiştirmekle ülkemiz laik ve demokrat olamaz. Ülkemizde olmayan “Laiklik” adına kurulan ve Devletin önemli bir din kurumu olan Diyanet’in aracılığıyla “Türk-İslam” sentezli tornasından bu güne kadar hep “vatanseverler” üretildi.

Öyle bir düzen oluşturdular ki, Türkiye’de yaşayan milyonlarca Alevi’yi isminden başka hiçbir ilgisi olmayan bu Cumhuriyetín bekçisi ve yine adından başka her uygulaması sahte olan “Laiklik”’in da sigortası yaptılar. Duruma göre, tehlikeli gördükleri anda şalteri kaldırıp sigortaları attırıyor, kurnazca yangın çıkarıp, bekçiyle birlikte kulübeyi de yakabiliyor. Üstelik “Her şey vatan için” yapıldığını söyleyerek, bu cinayetleri kutsallaştırıyor.

Tüm bu sahtekarlıklara ve cinayetlere rağmen, 12 İmamlardan Mehdi’nin Atatürk olarak geri döndüğünü söyleyen Alevi örgütlerinin başına çöreklenmiş bazı sigortalı bekçilerin görevlerini layıkıyla yaptıklarını hala görmekteyiz.

Osmanlı’dan beri sistem pek değişmedi, hala aynen işlemeye devam ediyor. Padişah’ın “Hamidiye Alayları”yla Kürtlere koruculuk, bu kurumun adının cumhuriyet olmasıyla birlikte Alevilere de koruculuğun diğer ismi olan bekçilik görevini verdiler. Korucuların ve bekçilerin bazen yaramazlık yaptıklarını gördüklerinde ise, provakasyonlar yaratarak birbirlerine vurduruyorlar. Diğer taraftan Türkleri de uyuşturarak, düzenlerini devam ettirdiler.

Ne yazık ki, ülkemizde bu gün de aynı yöntem uygulanarak hala devam etmektedir. Kürtlerin koruculuktan, Alevilerin de bekçilikten ve Türklerin ise uyuşukluktan arınmaları halinde halkların birlikteliğini sağlamak mümkündür.


E-Posta Adresi : mustafaelveren@gmail.com

WEB : http://www.gomanweb.com/

Hiç yorum yok: