7 Temmuz 2009 Salı

“Emperyalizme Karşı Savaş”

İsmail Beşikçi

27-28 Haziran 2009 tarihlerinde, Ankara’da, “Ulusal Sorun-Kürt Sorunu Sempozyumu” düzenlendi. Sempozyumu, Demokratik Haklar Federasyonu düzenledi. Sempozyumda, “emperyalizme karşı savaş, ”emperyalizme karşı mücadele” ibareleri çok kullanıldı. Kürtlerin milli mücadelesinin kabul edilebilmesi için, desteklenebilmesi için bunun temel bir koşul olduğu anlatılmak isteniyordu. Bu yazıda, bu tutuma ilişkin düşüncelerimi açıklamaya çalışacağım.

Irak eski devlet başkanı Saddam Hüseyin, “emperyalizme karşı savaş” kavramını çok sık kullanırdı. Emperyalizme karşı savaştığını, “savaşların anası”nı yaptığını vurgulardı. Bağdat’ın önemli bir otelinin hemen girişine, mozaiklerle, karolarla, baba Bush’un resmini çizdirmişti. Müşteriler, herkes, otele girerken o resmi çiğneyerek girerdi, otelden çıkanlar, o resmi çiğneyerek otelden çıkardı. Uluslar arası toplantılar o otelde yapılırdı. Uluslar arası politika ve diplomasi mensuplarının basın toplantıları o otelde yapılırdı. İş çevrelerine mensup kişiler, diplomatlar, gazeteciler vs. daha çok o otelde kalırlardı.

Türk solu için, Saddam Hüseyin’in, “emperyalizme karşı savaş” sloganını kullanması, bunu sık sık söylemesi yeterliydi. Saddam Hüseyin’in, Kürtlere karşı geliştirdiği politikalar, yapıp ettikleri ise hiç önemli değildi. Saddam Hüseyin şunu yapıyordu: Kürdistan’dan çıkardığı petrolden elde ettiği gelirlerin bir kısmıyla, savaş uçakları, savaş helikopterleri, çeşitli savaş araç gereçleri, tanklar, toplar, zehirli gazlar, kimyasal silahlar, biyolojik silahlar, mayınlar, tüfekler vs. alıyordu. Bu silahlarla Kürtlerin köylerini yakıyor, evlerini yıkıyordu. Kürdistan’ın doğal zenginlikleri imha ediyordu. Kürtleri çok büyük kitleler halinde yok ediyordu. Kürtlere karşı zamana yayılmış bir soykırım gerçekleştiriyordu. “Emperyalizme karşı savaşımız sürecek, emperyalizmin işbirlikçisi bu gerici halk yok edilecek…” diyordu. Kürdistan’da zehirli gaz kullanan, örneğin Halepçe’yi yaratan Hasan el Mecit, Kürtlerin soykırımı için çok ayrıntılı planlar yaptığını hiç gizlemiyordu. Hasan el Mecit’in, Kimyasal Ali’nin, Saddam Hüseyin’in yeğeni olduğu biliniyor. Bugün, Irak’ın çeşitli yerlerinde hala toplu mezarlar bulunuyor. Toplu mezarlardakilerin büyük çoğunluğunu Kürtler olması çok büyük bir olasılıktır. Bütün bunlar “emperyalizme karşı savaş” anlayışı çerçevesinde gelişiyordu. Saddam Hüseyin’in kimyasal ve biyolojik silahların ham maddelerinin Almanya, Fransa, İngiltere, Hollanda, gibi devletlerden, ABD, İsveç, Danimarka vs. şirketlerinden sağladığı ise hiç sır değil. Bu silahların yapımında Sovyetler Birliği’nden den sağlanan uzmanların, 70-80 uzmanın danışmanlık yaptığı yine sır değil.

Türk solu için bu ibareler yeterliydi. Bu sloganların sık sık kullanılması, “emperyalizme karşı savaş”ın sürdüğü şeklinde yorumlanıyordu. 1990’lardan önce, Sovyetler Birliği yönetimi için de bu sloganların sık sık dile getirilmesi yeterliydi. Saddam Hüseyin rejiminin Kürtlere yapıp ettikleri , zehirli gazlar, Halepçeler, biyolojik silahlar, kimyasal silahlar, kitle imha silahları, bilmezlikten, duymazlıktan geliniyordu. Kürtlerin çığlıkları duyulamıyordu. Halbuki emperyalizm, Birinci dünya Savaşı’ndan sonra gelişen süreçte, en ağır darbesini, en kalıcı, en kapsamlı darbesini Kürtlere vurmuştu. Kürtlerin ve Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması emperyalizmin Ortadoğu’da geliştirdiği en kalıcı ve kapsamlı politikaydı. Bu politikayla Kürdistan’ın iskeleti parçalanmış, beyni dağıtılmıştı. “Emperyalizme karşı savaş”, “emperyalizme karşı mücadele” sloganlarını sık sık dile getirenler, 1920’lere, Milletler cemiyeti dönemine, bu dönemde, Kürtlere karşı geliştirilen politikalara da hiç dikkat çekmiyorlardı. Bu bakımdan bu sloganları dile getirenlerin yaşanan olguları hiç dikkate almadıkları, bundan özenle kaçındıkları, olgusal ilişkileri görmezlikten, bilmezlikten, duymazlıktan geldikleri görülmektedir.

2003 Ocak, Şubat, Mart aylarını hatırlayalım. Irak’a karşı müdahale gündemdeydi. O günlerde, Türk solu, Kürtlere, “emperyalist ABD’ye karşı anti-emperyalist Saddam Hüseyin’in yanında yer alın” şeklinde telkinler yapıyordu. Bu, “celladınızın yanında, kasabınızın yanında yer alın” anlamına gelmektedir. Bu nasıl insanlıktır, bu nasıl insaniyettir? Bu nasıl solculuktur?
Saddam Hüseyin, emperyalizmin, halkları sömürdüğünü söylerdi. Emperyalizmin halkları sömürebilmesi için onların belirli bir satın alma gücüne sahip olmaları gerekir. İnsanların, ailelerin hiçbir satın alma güçleri yoksa, emperyalizm onları nasıl sömürecek, onlara ne satacak? Kürtlerse, zehirli gazlara, kitle imha silahlarına karşı can derdindeydi. Bu silahların etkilerinden korunabilmek için mağaralardan mağaralara koşuyordu. Aileler parçalanmış, evler yakılıp yıkılmıştı. Ailelerden zorla alınıp götürülenlerden bir daha haber alınamıyordu.

2000’lerde ne oldu? Mart 2003’de, ABD’nin Irak’a, silahlı müdahalesi sonunda, olaylar nasıl gelişti? Gelişmeler Kürtlere nasıl yansıdı? ABD, Irak’a, şüphesiz, “ Kürtler günümüze kadar çok zulüm gördüler, Kürtlere bir parça gün yüzü gösterelim…” anlayışıyla müdahale etmedi. ABD Irak’a müdahalesini, şüphesiz, Ortadoğu’da kendi çıkarını korumak için gerçekleştirdi. Ama, bundan sonra Kürtleri çok yakından ilgilendiren gelişmeler oldu. Saddam Hüseyin rejimi yıkıldı. Baas Partisi dağıtıldı. El Muhaberat dağıtıldı. Ordu dağıtıldı. Kitle imha silahları yok edildi. Kürtler için büyük tehditler bunlardı. Bu tehditlerin ortadan kaldırılması Kürtlerin önünü açtı. Kürtler, bu gelişmelerden faydalanmasını, yararlanılmasını bildiler. Kürdistan Bölgesel Yönetimi, yani Kürt Federe Devleti oluşturuldu. Irak’ta federal yönetim Kürtlerin çabalarıyla oluşturuldu. Kürtler bu temel anlayışı ABD’ye ve Irak Arap yönetimine, Şii Araplara ve Sünni Araplara kabul ettirdiler. Bu, Irak’ın yönetiminde çok önemli bir değişimi ifade ediyor.

Bugün Kürtler, merkezi bütçeden aldıkları %’17 lik payla, Kürdistan’ın imarını gerçekleştiriyor. Yollar yapılıyor, evler yapılıyor, yeni yerleşim birimleri kuruluyor. Okullar, hastaneler, kamu binaları, oteller kuruluyor. Barajlar yapılıyor. Çok yoğun bir imar faaliyeti var. Demiryolu, karayolu, baraj projeleri, petrol ve doğalgaz boru hatları yaşama geçirilmeye çalışılıyor. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni ziyaret edenler, Hewler’in, gelecek 4-5 yıl içinde, Ortadoğu’nun önemli merkezlerinden biri olacağını söylüyorlar.

Kürtlerin büyük çoğunluğu artık ev sahibi. Modern evler. Büyük çoğunluğun otomobili var. Evlerinde mobilyalar, buzdolabı, çamaşır makinesi, fırın, bulaşık makinesi gibi temel tüketim araçları var. Büyük bir çoğunluğun cep telefonu var, dizüstü bilgisayarı var. İnternet gelişmiş Kürtler zenginleşiyor. Bunlar, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde yaşanan her şeyin mükemmel olduğunu falan göstermiyor.. Kadın sünneti, dört kadınla evlilik, kadın intiharları, yolsuzluklar, gelir dağılımında eşitsizlik, yeterli elektrik üretiminin gerçekleştirilememesi, toplumsal ve ekonomik sorunlar elbette var. Ama Kürtlerin, bu tür sorunların bilincinde oldukları da bir gerçektir. Bir toplumsal sorunun bilincine varılması durumunda, o sorunun olumlu bir çözüme ulaşması da artık mümkün olmaktadır.

Saddam Hüseyin döneminde, Kürdistan petrolünden elde edilen gelirlerle Kürdistan yakılıyordu, yıkılıyordu. Kürdistan’da zamana yayılmış bir soykırım gerçekleştiriliyordu.

“Emperyalizme karşı savaş”, “emperyalizme karşı mücadele” sloganlarını sık sık dile getiren Saddam Hüseyin, Kürdistan’ı yakıp yıkmaktan, Kürtleri kitleler halinde yok etmekten başka bir iş yapmıyordu. Saddam Hüseyin bu süreci, şüphesiz, Türkiye, İran, Suriye, gibi devletlerin, Sovyetler Birliği’nin, ABD’nin, Arap devletlerinin, Avrupa devletlerinin vs. manevi ve maddi yardımlarıyla, politik ve diplomatik yardımlarıyla gerçekleştiriyordu. Günümüzdeyse, Kürdistan petrolünden elde edilen gelirlerle, Kürdistan’ın imarı gerçekleştiriliyor. Kürtleri refah seviyesi yükseltiliyor. “Emperyalizme karşı savaş” sloganı çerçevesinde bu iki dönemin kavranılmasında büyük yarar var.

Burada, bu süreçte kavranılması gereken temel soru, Kürtlerin devlet kurması falan değildir. Temel soru, Kürtlerin, belki de, kendilerine on defa hak olan bu işi neden gerçekleştiremedikleri, neden bu konuda ısrarlı olmadıklarıdır.

Yirminci yüzyılda söylenmiş güzel sözlerden birini Libya lideri Muammer Kaddafi dile getirmiştir: Güneşin altında Kürtlere de bir yer olmalıdır. Muammer Kaddafi bu sözü, çeşitli zamanlarda, çeşitli mekanlarda birkaç defa dile getirmiştir. Bir Arap liderinin böyle bir dileği ileri sürmesi ayrıca çok değerlidir. 21. yüzyıl başlarında, güneşin altında Kürtlere de yer olmaması için ciddi bir neden yoktur. Kanımca 21. yüzyılın ilk çeyreğinde Kürtler büyük bir atılım gerçekleştirecektir.

Bu süreçte zihinlere çarpan önemli konular da var. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde, 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, emperyal devletler, Büyük Britanya ve Fransa, , Ortadoğu’daki Arap, Türk ve Fars devletleriyle ve Sovyetler Birliği’yle de işbirliği yaparak Kürtlerin ve Kürdistan’ın bölünmesini, parçalanmasını ve paylaşılmasını sağladılar. Bu, Kürdistan’ın iskeletini parçalayan, Kürtlerin beynini dağıtan bir süreç yarattı. 1920’lerde kurulan bu “kutsal statüko”, daha doğrusu, Kürtleri ve Kürdistan’ı statüsüz bırakan bu statüko, 80 yılı aşkın bir zamandır sürüyor. 21. yüzyıl başındaysa, başka bir emperyal devlet, ABD, Irak’a silahlı müdahale yaparak, bu “kutsal statüko”da çok önemli bir gedik açtı. Bu “kutsal statüko”nun, artık bu şekilde devam etmesi hiç mümkün değil. Tarih Felsefesi, toplum felsefesi, tarih bilinci, toplum bilinci açısından üzerinde düşünülmesi gereken temel ilişkiler bunlar olmalıdır. 20. yüzyıldan 21. yüzyıla Kürtler ve Kürdistan, bu düşün kategorilerinin önemli bir konusu olmalıdır.

-----------------
http://www.kurdistan-post.com/

2 Temmuz 2009 Perşembe

EŞİTLİK, KARDEŞLİK, ÖZGÜRLÜK!


Bülent Tekin
btekin1954@mynet.com

Başkalarının sazını çalmaktan başka bir şey yapmıyoruz. Avrupacılar, Amerikancılar, solcular, sağcılar, demokratlar, siviller hep onun bunun yalan dolan sözlerini taşımaktan başka yaptığımız yok. Kendi özgün düşüncelerimizi, insan hakkının kutsallığını, demokrasinin kriterlerini savunmamızda dünya egemenlerinin koşullarına teslim oluyoruz. Biz nerden buluruz Erdoğan’ın, Gül’ün söylediklerini, bunları nasıl Obama’ya bağlarız, şaşırmamak elde değil. Ergenekon’a karşı AKP bize demokrat ve insan hakları savunucusu gözüküyor. Alkışlıyor ve tezahürat ediyoruz. Ülkenin tek demokrat partisi, yaşasın!

Mecbur muyuz Ergenekon’un kıyısından dahi geçmeyen mücadele yöntemine teslim olmaya? Bizim hiç görüşlerimiz yok mu? Ülkede eşitlik, kardeşlik ve özgürlük olmadan demokrasi olmaz! Evet, ben bunu da söylüyorum, 1789’a gidiyorum. O tarihi dahi arıyorum. Nerede eşitlik, kardeşlik, özgürlük? Kim kiminle eşit, zengin yoksulla mı, Kürt Türk’le mi? Kim özgür? Zengin mi özgür, yoksul mu? Kadın mı özgür, erkek mi? Kim, kim, kim? Nasıl bir özgürlük? Bu göreceli-maalesef!-kavramları mahvettik, yok ettik!

Kahramanmaraş katliamı, Çorum katliamı ve Sivas katliamının failleri neden Ergenekon’da yok? Bu davada-her nasılsa-alperenler, ülkücüler yok. Bu zihniyet-bırakın Kahramanmaraş olaylarını-bugün bile ceza kesiyor. Alperen Ocakları Kayseri İl Başkanlığı DTP milletvekilleri ve Osman Baydemir’e “Bir gece ansızın gelebilirim” sloganlı Türkiye haritası gönderdi. Kim gelecek, kimi katletmeye, kimi yok etmeye gelecek? Kürtleri bu kez bir gecede mi katletmek istiyorsunuz? Bunu kimse onlara sormadı.

17 bin faili meçhul cinayetin failleri nerede? Kürtleri öldüren JİTEM, TİT, Ergenekon üyeleri nerede? Bunların kullandığı itirafçılar, tetikçiler, ağalar, aşiretler nerede? Ben bu ülkeyi seviyorum ve ciddi değişimler istiyorum. Hiçbir şey yapılmadığı halde iyi yola sapılmış gibi göstermenin bir illüzyon olduğunu düşünüyorum. Bu ülkede işi iyi olanlar ve gidişatı olumlu görenler dinci burjuvazisi (AKP’nin burjuvazisi), komprador burjuvazi, üst düzey askeri ve sivil bürokrasi, işbirlikçi Kürt burjuvazisi ve ağaları, büyük toprak sahipleridir. Bunlara burjuvalaşmış dönek sosyalistleri, dincileri, milliyetçileri ve basından büyük para kazanan sözde uzman ve yazarları da katmak gerekir.

Tüm bu tuzu kurular, halkı manipülâsyona ve dezenformasyona uğratarak emperyalizmin iyi adamları olduklarını kanıtlıyorlar. Başbakanın işi iyi, ana muhalefet liderinin işi iyi, MHP liderinin işi iyi, milletvekillerinin işi iyi, tüccarın işi iyi, sanayicinin işi iyi, ağanın işi iyi, futbolcunun işi iyi. Ne güzel bir memleket! Denizimiz de var! Ne kadar çok mutluyuz! Ama bu ülkede çocukları kayıp analar var, Cumartesi Anaları! Yakınları kayıp olanlar, çocuk tutuklular, çocuk mahkûmlar var! Bir taş attı diye terör yasalarıyla yargılanan çocuklar var! Yoksul insanlar var. Belki de inanmayacaksınız ama çöpten yiyecek, giyecek toplayan insanlarımız var. Yani işi tıkırında olmayanlardan bahsediyorum.

Ülkede Fethullahçıların Kemalistleri yendiği bir süreç yaşandı. ABD’nin kabul ettiği bir İslam iktidarı özgürlük havarisi olmaya çalışıyor! Eşitlik, kardeşlik, özgürlük bağlamında yapılan bir şey var mı? Sadece şeriatçı İslamcıların, İslamcı burjuvazinin, işbirlikçi Kürt ağalarının rahatını sağlayan bir demokrasi(!) modern bir demokrasi olarak yutturulmaya çalışılıyor. Ergenekon, sanki militer bürokrasinin darbe yanlıları-bazı askerler darbe istememiştir-ile sivil bürokrasinin darbede anlaşamayıp işi mahkemeye düşürmeleriyle ortaya çıktı. Yani iş karakola düştüğü için halk duymuştur. Şimdi yapılanlarsa silahlı kuvvetler dâhil tüm kurumları temize çıkarmak işidir. Bu bana öyle geliyor, benim düşüncemdir.

Ergenekon’u, JİTEM’i, kontrgerillayı, derin devleti bitirme gibi kimsenin bir derdi yok. Olay, sırf karakola düştüğü için devletin kurumlarını aklama işlemidir. Bakın işte, kurumlardaki kirli insanları temizledik! denmek isteniyor. Padişahlığa giydirilmiş bir elbiseyle padişahlığı bize cumhuriyet olarak sunmaya çalışmışlardı, hâlâ da çalışıyorlar. Oynanan demokrasicilik de böyle bir şey olmalı. Her şey demokrasi, cumhuriyet için!

Yaşasın retorik!