Turgut Koçak
turgut.kocak@hotmail.com
Öteden beri AKP iktidarı ve Recep Tayyip Erdoğan’la ilgili olarak politik tespitler yaptık. Bu tespitlerimizi bir kez daha özetlersek durum şudur: Her şeyden önce AKP iktidarı başta ABD emperyalizmi olmak üzere AB emperyalizminin de büyük desteği ile yönetimi ele geçirmiştir. İşbaşına geldiği 3 Kasım 2002 tarihinden bu yana ülkemizde olup bitenlere baktığımız zaman AKP hakkında yukarıda söylediklerimizi doğrulayacak sayısız maddi kanıtlar bulabiliriz. Emperyalist dünya Türkiye’ye kendi çıkarları için özelleştirmeyi dayatmış, işbirlikçi AKP ise sınır tanımaz bir gayretlilikle ülke varlıklarının özelliğine de bakmaksızın özelleştirip yabancı şirketlere peşkeş çekmiştir. Emperyalistlerin IMF politikalarını, fazlasıyla uygulamaktan bir an bile geri durmamış, ülkemizin soyulmasına açıkça taraf olmuştur. Geniş emekçi yığınlara her fırsatta dünya dar edilirken sermaye güçleri, içte ve dışta büyük bir gayretle desteklenmiş, vurgunlara, talanlara sonuna kadar kapı aralanmıştır. Yine geniş halk yığınlarının her türlü sosyal güvenceleri kuşa çevrilirken soyguncu takımı açısından ülkemiz yolgeçen hanına çevrilmiştir. Özetle AKP elinde ülke ekonomisi iyice dibe vurdurulmuş bir başka deyişle çökertilmiştir.
Siyaseten iç ve dış politikalar başta ABD emperyalizmi olmak üzere emperyalist AB’nin dümen suyunda yürütülmüş, emperyalist dünyanın mazlum halkları ve ülkemizi ezmesi için her türlü ortaklık çekincesiz yerine getirilmiştir. Bilindiği gibi ABD emperyalizminin Irak’ı ve Afganistan’ı işgali doğrudan desteklenmiş, ABD emperyalizminin kendi çıkarları doğrultusunda kotardığı Büyük Ortadoğu Projesi’nin gerçekleşmesi için tutum alınmış, Recep Tayyip Erdoğan bu yolda BOP’un gönüllü Eşbaşkanı oluvermiştir. Bu gerçeklerin üzerine ışık tuttuğumuz zaman görürüz ki, Türkiye, Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığını üstlendiği AKP iktidarında emperyalizmin suç ortağı yapılmıştır. Irak ve Afganistan’da her gün dökülen kanların da sorumlusu konumundadır. Körfez Savaşı’ndan bu yana AKP iktidarının eli Irak’ta yaşamını yitiren 5 milyona yakın insanın da kanına bulaşmıştır.
Bugün ABD emperyalistlerinin yaşadığı şey tam anlamıyla bir bozgundur. Bu koşullarda orada daha fazla kalmasının olanağı yoktur. Bu yüzden de oralardan çekilip kendi çıkarlarını koruyacak işbirlikçi iktidarlar kurmak istemektedir. Bunu bir ölçüde de olsa başarmıştır da. Yine kuzey Irak’ta kurulan Kürt Devleti’nin geleceği de ancak ve ancak ABD’nin doğrudan desteği ile olanaklıdır. Bu yüzden da ABD gerekli tedbirleri almak için kolları sıvamış bulunmaktadır. Söylendiğine göre ABD bölgeden askerlerini çekecektir. Ancak İncirlik Üssü’nün bir benzerini hatta daha gelişmişini Kürt bölgesinde yaşama geçirecektir. Ancak bu bile oradaki kukla devleti korumaya yetmeyecektir. Bu yüzden de ABD kukla devleti koruyacak ve kollayacak bir bekçiye gerek duymaktadır. O da hiç kuşkusuz ABD emperyalistlerinin bir dediğini iki etmeyen Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının gayretkeşliğinde Türkiye’nin omzuna yıkılacaktır. ABD’nin bu politikasının içte ve dışta bir hayli biti kanlanmış adamları vardır. Bunların çoğunun da geçmişi eski solcu oluşlarıdır.
AKP’nin “Kürt Açılımı” adını verdiği ne olduğu belirsiz yol haritasını “bu tarihi fırsat kaçırılmamalıdır” diyerek sahiplenen sözümona bu dönek tayfası duruma göre de solun ve sosyalistlerin bakışına başvurarak AKP’ye referans bulma gayretine düşmüşlerdir. Ortada emperyalizmin dayattığı politikalar gün gibi belliyken böylesine utanmaz ve arlanmazca AKP politikalarını sahiplenenlere sosyalist sol olarak bizim de kendilerine söyleyecek sözümüz olacaktır ve vardır da. Geçmişte sol yazından öğrendiklerini emperyalist dünyanın ve AKP’nin politikalarını yutturmak için kullananlara bir kez daha dikkat çekmek gerektiği yaşamsal bir hale gelmiştir. Bazı sol yapıları, emperyalist ve işbirlikçisi AKP’nin politikalarını desteklemediği için faşistlikle suçlayacak kadar ileri gidenlerin kimliğine ve durdukları yere baktığımız zaman karşımızda bir yığın beslemenin olduğunu açıkça görmekteyiz. Bu besleme takımı ki, artık solcu olarak anılamaz. Zaten değildir de. Bu kesimlere baktığımız zaman her fırsatta dillerinden özgürlük sözcüğünü düşürmediklerini görmekteyiz. Bu arada da her türlü olay ve olgulara sosyalist pencereden bakanları bu çevreler Stalinist olarak da suçlamaktan geri durmamaktadırlar. Artık Altan kardeşleri biliyoruz. Onların yanına Radikal Gazetesi’nde yazan Oral Çalışlar da eklemlenmiştir. Bu tayfanın sayıları hiç de öyle küçümsenecek bir azlıkta değildir. Bir zamanların “Beyaz Türkü”nden MİT ajanlığı tescilli kimselere ve dış güçlerin hizmetinde gününü gün eden paraları cebe indiren köşe tüccarlarını da anmadan geçmemek gerekiyor. Biz sosyalistler dönek tayfasının öteden beri yazıp çizdiklerine karşı aşılı sayılırız. Bir zamanların PDA’cısı daha sonra onlardan yolunu ayırıp gazeteciliğe soyunan Oral Çalışlar’ı da unutmamak gerekiyor. Şimdi bu insanlar AKP’nin soldan akıl vericileri konumundadırlar. Yazdıkları ve söyledikleriyle Oral Çalışlar bugün bu görevin ilkleri arasındadır. Ve zaten bu yüzden İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın düzenlediği Polis Akademisi’ndeki toplantının renkli kişisi olarak yerini alan kişidir Çalışlar.
Bu tür kişilerle ilgili her türlü bilgi solculara ve sosyalistlere kesinlikle verilmelidir. Kendisine Stalinist diyen Oral Çalışlar’a ne olmuştur da emperyalizmin ve işbirlikçi AKP’nin çözümlerine yandaşlık eder hale gelmişti? Böylesine yalan ve yanlışı bu gibi kimseler nasıl olur da “Kürt Açılımı”, “demokratikleşme” vb. sözlerinin arasına sıkıştırıp sol ve sosyalistlerin dünya görüşlerini lekelemeye çalışırlar. Gerçekte Sivil Toplum Örgütçüsü olmuş Sorozcu kafalar nasıl olur da hiç sıkılmadan sol ve sosyalistlerin adına konuşup yazabilirler?
Oral Çalışları tanırım. Öyle çok oturup kalkmışlığım yoktur ama yine de tanırım. Kendisiyle bir akşam Ankara Mülkiyeliler Birliği’nde oturduk ve çeşitli konularda karşılıklı düşün alışverişinde bulunduk. Konuşurken bana doğrudan “sen Stalinist misin” diye sordu. Şaşırdım, ne duymak istediğini kafamda çözmeye çalıştım ve kendisine dedim ki; “Eğer benden Stalin karşıtı sözler duyacağını sanıyorsan yanılıyorsun. Çünkü ben bu sözleri döneklerden ve ABD uşaklarının ağzından duyuyorum. Bu sözlerim karşısında gülümseyen çalışlar, bana dönüp dedi ki; “yo yo ben Stalinistim zaten.” Çok şaşırdım, kendi kendime adam hem Satlinist hem de sağa kaymış yapıları savunuyor. İşte Oral Çalışlar budur. En sağ ve emperyalist-kapitalist dünyanın politikalarını olumlarken bile kendisini Stalinist sayması kolay anlaşılacak şey midir sizce? Ben inanıyorum ki, “Kürt Açılımı” ve “demokratikleşme” ile ilgili en sağ, en işbirlikçi sözlerin sahibi Oral Çalışlar korkarım ki bu sözleri söylerken de Stalinisttir kimbilir?
"KÜRT AÇILIMI” ve DEMOKRATİKLEŞME
Yukarıda giriş olarak dile getirdiğimiz görüşler ışığında AKP’nin “Kürt Açılımı” ve “demokratikleşme” programını değerlendirebiliriz.
Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarından anlıyoruz ki, “Kürt Açılımı” ve “Demokratikleşme” dediği politikalarının hemen tümünü dinsel temellere dayandırarak kotarmak istiyor. Adam hızını alamayıp Selçuklulardan, Osmanlılardan, Selahattin Eyyubiden, aynı kıbleye dönüp dua etmekten, şeyhten, şıhtan dem vurarak hem cemaatçı Türklerin hem de cemaatçı Kürtlerin duygularını okşuyor. Böylelikle yol alacağını umarak asıl iradeleri yansıması gereken işçileri, emekçileri ve ülkenin aydınlarını görmezden geliyor. Kotarılmak istenen şey Kürtlerin kendi yazgıları ile ilgili olmaktan çok emperyalistlerin Büyük Ortadoğu Projesi’ne denk düşen anlayışlardan oluşuyor. ABD’nin kendisine yandaşlık edecek bir Türkiye olmaksızın BOP’u uygulamasının olanağı kalmamıştır. Bu yüzden de “Kürt Açılımı” ve “Demokratikleşme” safsatası ile AKP’nin iktidarında BOP’un sürdürülebilirliği Türkiye ile olası olduğu için bu politika önümüze getirilip konmuştur.
Bir süredir bir başka şey de ülkenin gündemine sistemli bir şekilde oturtulmuştur. O da Abdullah Öcalan’ın avukatları aracılığı ile açıkladığı sözde yol haritasıdır. Türkiye’de PKK ve Abdullah Öcalan’la masaya oturacak yüreklilikte yönetici olmadığından PKK’nin ve Öcalan’ın görüşleri dolaylı kabul görmektedir. Öcalan’a ait olduğu söylenen görüşlere baktığımız zaman sıradan milliyetçi kaygıların ötesine gidemeyen görüşlerin olduğunu görmekteyiz. Öyle ki adam Kürtlerin dinsel olarak ayrı örgütlenmesini bile unutmamış ama solu ve sosyalizmi çağrıştıracak görüş ve anlayışlardan bilerek ve isteyerek uzak durmuştur. Bütün bu görüşleri önümüze koyduğumuzda yol haritası olarak sunulan görüşlerin içinde Kürt emekçilerini ve sosyalistleri ilgilendiren tek bir şey yoktur. Ama ABD ve AB’nin duyarlı olacağı şeyler her nedense özenle atlanmamıştır. Öcalan’ın çok şey söyleyeceğini sanıp bu sözleri bekleyenlerin bize göre çoğunun ayakları suya değmiştir. Ama zaten bunlar için durum çok da değişmeyecektir. Onlara göre Öcalan ne söylerse söylesin doğru söylemektedir ve bu politikalar özenle yaşama geçirilmelidir. Dolayısıyla durmak yok işe devam anlayışıyla kollar sıvanmalı ve kafalar bir güzel ütülenerek serseme çevrilmelidir.
Öcalan’da dahil, bugüne kadar bu konuyu dile getirenlerin hiçbirinin Kürt sorununun da, Türk sorununun da çözülmesi konusunda ileri sürdükleri savların işe yaramayacağıdır. İşin daha da kötüsü bu yol haritası ağzından kardeşlik sözcüğünü düşürmeyenlerin aksine düşmanlıkları daha da körükleyecek bir düzeye çıkmasını planlayanların işine yarayacaktır.
Bu program, ABD’nin, AB’nin, Barzani ve Talabani’nin programıdır. Bu yüzden de ne pahasına olursa olsun karşı durulması ve işlevsiz kılınması gereken bir programdır. Bunun yerine etnik ve inanç ayrılıklarını körüklemeyen, işçileri ve emekçileri emeğin çizgisinde bütünleştiren, kardeşliği bozacak her türlü eğilimlerin mahkum edildiği ve devre dışı bırakıldığı sosyalist çözüm yolu biricik çözüm yolu olarak ısrarla dile getirilmeli, göreceli duruma bakıp emperyalist ve işbirlikçi çözümlere yakınlık gösterilmemelidir. Eğer şu an düşünülen politikalar başat olarak düşünülür ve uygulanırsa Türk ve Kürt halkının kardeşliğinin sağlanmasının aksine düşmanlıkların daha da körükleneceği bir an bile akıldan çıkarılmamalıdır. Emperyalist dünya dün aynı yaklaşımlarla Yugoslavya’da öylesine fiili bir durum yaratmıştır ki, hem Yugoslavya paramparça olmuş, hem de o bölgede yüz yıl bile geçse unutulmayacak düşmanlıklar kalıcı hale getirilmiştir. Balkanlarda yaşanan uygulamaların mimarları emperyalist ABD ve AB’dir. Emperyalizmin saldırı ve savaş örgütü olan NATO’nun bu bölgedeki işlevini unutmak asla olası değildir. Üç aşağı beş yukarı aynı güçler Türkiye’de de aynı planı uygulama arayışı içindedirler. AKP eliyle bu planın uygulamaya konulmuş olması bir rastlantı olarak görülmemelidir. Bu dinci tayfası daha iktidara gelmeden bu politikaları uygulaması için eğitilmiş ve iktidar yolu kendilerine açılmıştır. Dolayısıyla Türkiye’ye bir kez daha dini istekler öne sürülerek bedel ödettirilecek, sonucu şimdiden belli bir tasfiye dönemi yaşanacaktır.
Yaşamda hiçbir şey rastlantı olarak düşünülmemelidir. Bir dönem Genel Kurmay Başkanlığı yapmış Hilmi Özkök niçin Ergenokon Operasyonu’nun rağbet gören tanığı konumundadır? Küçük bir anımsatma ile bu duruma maddi temel kazandırabiliriz. Bilindiği gibi Amerikalılar 11 Türk askerinin başına çuval geçirdiklerinde Özkök Genelkurmay Başkanıdır. Olay yaşandığı dönemde gerekli tepkiyi göstermesi gereken Özkök tam tersini yapmış ve demiştir ki, “bu münferit bir olaydır”. Bu anlayış açıktan açığa Amerika’nın Türk Genelkurmayınca korunmasından başka bir şey değildir. Dahası o günden günümüze kadar gelen süreçte yaşananlara baktığımız zaman açıkça görmekteyiz ki, bu ABD’nin bilinçli bir politikasıdır. İşte o Özkök, bir kez daha gazetelerde ve televizyonlarda boy göstererek aklınca görüşler ileri sürmüş, Türkiye adının bile tartışılmasını gündeme taşımıştır. Üstelik de verdiği örnekler hiç de yenilir yutulur örnekler değildir. Osmanlı, Selçuklu, başka ülkelerden kral ödünç almak vb.
Aslında kişiyi hem eylemleri hem de düşünceleriyle birlikte tanırsak ileri süreceğimiz savlarda da asla yanılmayız. Bu durumda Hilmi Özkök’ün hangi politikaları üstlenmiş olduğunu anlamamak olası mıdır?
Bu dinci takımın çevresini nasıl genişlettiğini dünden bugüne adım adım izleyerek gördük. Eğer Gül ile Özkök süreç içinde bu kadar sıkı fıkı olmuşlarsa ortak noktaları olmadığını kim söyleyebilir? Bu yüzden de “Akil Adamlar” yönetsin diye ortaya çıkan kafaları anlamakta niçin zorlanalım ki?
Sonuç olarak “Kürt Açılımı” ve “Demokratikleşme” olarak kafaları ütüleyenlerin amaçları bellidir. Bu senaryo Washington’da kotarılmıştır. Kürt sorununa çözüm olarak sunulan görüşler aslında açılım falan değil birer kapanıştır. Demokratikleşme safsatasına sarılanlara ise bir önerimiz vardır o da hemen dibimizde Irak’ta gerçekleştirilen demokratikleşmeye bir bakmalarıdır. Zaten biz sosyalistlerin bunları ikna etmek diye bir derdi yoktur. Çünkü onlar derslerini aldıkları gibi bir iyice de ezber etmişlerdir. Onların ezberini bozacak olan güç geniş emekçi yığınları ve sosyalistlerin içinde kardeşlik boyutunun ağır bastığı emekçi çözümlerdir. Bu çözümün içinde ne ABD emperyalizmi ne AB ne de onların işbirlikçileri at oynatamadığı gibi parababalarının, şeyhlerin, şıhların, ağaların da asla yerleri yoktur. Bu yüzden de tarihsel olarak üstümüze düşen görevler çok büyüktür.