Bülent Tekin
bulenttekin47@gmail.com
Referandum nedeniyle yapılan mitinglerde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu arasında soy sop, Dersimli olup olmamak ve Dersim’de katliamı kim yaptı ile ilgili diyaloglar oldu. Biz de Dersim’le ilgili birkaç söz söyleyelim dedik.
İki yıl civarında süren Dersim katliamı (1937-1938) Türk tarih sayfalarına-bırakın bir isyan olarak görülmeyi-bir adi vaka olarak dahi girmemiştir. Biz bu suskunluğu Kürt sorunuyla ilişkilendiriyoruz. Olayı neden ve sonuçlarıyla, tüm ayrıntılarıyla yazmak tarihçilerin işi olmalıdır. Dersim katliamını ufak tefek olayların zinciri şeklinde sunmanın tarihçilikle ve insanlıkla uzaktan yakından bir ilişkisi yoktur diyorum. Olayı görmezlikten gelenlere ya da yok sayanlara sırf Kürt ve Alevi oldukları için Dersimlilerin katledilmesinin doğru olup olmadığını sormak istiyorum. Çünkü bu ülkede hâlâ Dersim’de yapılanları önerenler var.
12 Mart darbecilerinden General Muhsin Batur’un yazdıklarına (Anılar ve Görüşler) sizi götürmek istiyorum: “Günlerden bir gün alayımıza emir geldi… Tren yolu ile Elazığ’a intikal edilecek, bir süre orada eğitim gördükten sonra o zamanlar Dersim denilen bölgeye gideceğiz. Tren yolculuğumuz kırk kişinin paylaştığı kapalı yük vagonlarında, pek ilkel ve zor şartlar altında gerçekleşti. Elazığ’ın biraz uzağında Harput’un eteklerinde çadırlı ordugâh kurduk ve bir müddet sonra ilk Pertek olmak üzere harekete geçtik ve iki ayı aşkın bir süre özel görev yaptık. Okuyucularımdan özür diliyor ve yaşantımın bir bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum.” Darbeci generalin bile anlatamadığı olaylar ne olabilirdi? Bunlar, utanılacak ve zulüm dolu olaylar olmalı(ydı).
Devletin olay öncesi Dersim’e bakış açısı da oldukça ilginçtir. Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey’in yazdığı rapordan yapacağımız bu alıntılar yapılacaklar hakkında bize fikir vermektedir: “Dersim, cumhuriyet hükümeti için bir çıbandır. Bu çıban üzerinde kesin bir ameliye yapmak ve elim ihtimalleri önlemek, memleket selameti bakımından mutlaka lazımdır.(…)Okul açmak, yol yapmak, refah sebeplerini sağlayacak fabrikalar kurmak, kendilerini meşgul etmeye yarayan çeşitli sanayi işleri sağlamak, özet olarak yurt sahibi yapmak veya uygarlaştırmak suretiyle ıslaha çalışmak hayalden başka bir şey değildir.” Dersimi, Alevi Kürtleri vahşi yaratık olarak gören rapor onları insandan dahi saymamıştır.
Necip Fazıl Kısakürek’in Dersim katliamıyla ilgili yazdıklarına gidelim: “En aşağı 50.000 Müslüman’ın kanını ve canını ihtiva etmesi bakımından, kalın hatlarıyla bir harita gibi çizdiğimiz ve şu anda yalnız ana prensip ve manasıyla tespit ettiğimiz bu facianın, tarihte bir benzeri gösterilemez.”(…) “Yusuf Cemil’in köyünden 200 kadın ve çocuk öldürülmüş ve bunların cesetleri buğday sapları üzerinde yakılmıştır. Öldürülenler arasında, Elazığ’da askerliğini yapan ve o sırada izinli olarak köyünde bulunan Rüstem adında biri vardır. Bu zavallı, mezun olduğunu ve isterlerse hüviyet ve izin kâğıdını da gösterebileceğini söylediği halde derdini dinletemiyor ve dört çocuğu ile seksenlik anası arasında, onlarla beraber, kurşunlanıyor.”(…) “Bu arada, Hozat’ın Zımbık köyünde Şekspir’in (William Shakspeare) hayaline bile taş çıkartacak bir vaka cereyan etmektedir. Erkekleri tamamıyla doğranmış olan köyün 100 kadar kadın ve çocuğu, sivri uçlu aletle (süngü) öldürülüyor. Öldürülen kadınlar arasında biri, doğurmak üzere gebedir. Bu kadının karnına giren sivri uçlu alet, barsaklarını yere döküyor, rahmini parçalıyor ve kendisini öldürüyor. Tehlike geçtikten sonra gizlendikleri yerden çıkan birkaç kadın, ölüleri gözden geçirirken, bu kadının rahminden düşen çocuğun sağ olduğunu dehşetler içinde görüyorlar. Muazzam bir kader cilvesi olarak yaşamakta devam eden çocuğu alıyorlar, emzirip büyütüyorlar ve ona ‘Besi’ adını koyuyorlar. Bu kız bugün hâlâ aynı köyde hayattadır. Sivri uçlu alet annesinin karnına girip rahmini deldiği zaman da onun topukçuğunda bir yara açmıştır ve kız hâlâ o yarayı topuğunda taşımaktadır.”(…) “Murat suyunun kandan kıpkızıl aktığını görenler olmuştur.”(…) “Bir kıvılcım halinde gösterdiğimiz Dersim yangınının kömürleştirilmiş 50.000 cesedinde, kutup şahsiyetler dışı bir yığın olarak din mazlumluğunun en çarpıcı levhasını seyredebilirsiniz.” Kürtlük ve Alevilikle hiçbir bağlantısı olmayan bu dindar yazarın tespitleri böyleydi.
Ve bahtsız insanların kendi kadim topraklarında uğradıkları zulmün en ağıra gideni ne ölüm, ne tedip, ne de tenkildi. Onlara kesilen cezanın- esasında-bir değeri yoktu. Onlar o günlerde canlarını vermeye hazırdılar. Ve zulme inat o bedbaht insanların çocukları bugün yine Dersim’de yaşıyorlar. Ve biz İnsanlık Tarihi dersim’izden ne zaman geçeceğiz?
bulenttekin47@gmail.com
Referandum nedeniyle yapılan mitinglerde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu arasında soy sop, Dersimli olup olmamak ve Dersim’de katliamı kim yaptı ile ilgili diyaloglar oldu. Biz de Dersim’le ilgili birkaç söz söyleyelim dedik.
İki yıl civarında süren Dersim katliamı (1937-1938) Türk tarih sayfalarına-bırakın bir isyan olarak görülmeyi-bir adi vaka olarak dahi girmemiştir. Biz bu suskunluğu Kürt sorunuyla ilişkilendiriyoruz. Olayı neden ve sonuçlarıyla, tüm ayrıntılarıyla yazmak tarihçilerin işi olmalıdır. Dersim katliamını ufak tefek olayların zinciri şeklinde sunmanın tarihçilikle ve insanlıkla uzaktan yakından bir ilişkisi yoktur diyorum. Olayı görmezlikten gelenlere ya da yok sayanlara sırf Kürt ve Alevi oldukları için Dersimlilerin katledilmesinin doğru olup olmadığını sormak istiyorum. Çünkü bu ülkede hâlâ Dersim’de yapılanları önerenler var.
12 Mart darbecilerinden General Muhsin Batur’un yazdıklarına (Anılar ve Görüşler) sizi götürmek istiyorum: “Günlerden bir gün alayımıza emir geldi… Tren yolu ile Elazığ’a intikal edilecek, bir süre orada eğitim gördükten sonra o zamanlar Dersim denilen bölgeye gideceğiz. Tren yolculuğumuz kırk kişinin paylaştığı kapalı yük vagonlarında, pek ilkel ve zor şartlar altında gerçekleşti. Elazığ’ın biraz uzağında Harput’un eteklerinde çadırlı ordugâh kurduk ve bir müddet sonra ilk Pertek olmak üzere harekete geçtik ve iki ayı aşkın bir süre özel görev yaptık. Okuyucularımdan özür diliyor ve yaşantımın bir bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum.” Darbeci generalin bile anlatamadığı olaylar ne olabilirdi? Bunlar, utanılacak ve zulüm dolu olaylar olmalı(ydı).
Devletin olay öncesi Dersim’e bakış açısı da oldukça ilginçtir. Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey’in yazdığı rapordan yapacağımız bu alıntılar yapılacaklar hakkında bize fikir vermektedir: “Dersim, cumhuriyet hükümeti için bir çıbandır. Bu çıban üzerinde kesin bir ameliye yapmak ve elim ihtimalleri önlemek, memleket selameti bakımından mutlaka lazımdır.(…)Okul açmak, yol yapmak, refah sebeplerini sağlayacak fabrikalar kurmak, kendilerini meşgul etmeye yarayan çeşitli sanayi işleri sağlamak, özet olarak yurt sahibi yapmak veya uygarlaştırmak suretiyle ıslaha çalışmak hayalden başka bir şey değildir.” Dersimi, Alevi Kürtleri vahşi yaratık olarak gören rapor onları insandan dahi saymamıştır.
Necip Fazıl Kısakürek’in Dersim katliamıyla ilgili yazdıklarına gidelim: “En aşağı 50.000 Müslüman’ın kanını ve canını ihtiva etmesi bakımından, kalın hatlarıyla bir harita gibi çizdiğimiz ve şu anda yalnız ana prensip ve manasıyla tespit ettiğimiz bu facianın, tarihte bir benzeri gösterilemez.”(…) “Yusuf Cemil’in köyünden 200 kadın ve çocuk öldürülmüş ve bunların cesetleri buğday sapları üzerinde yakılmıştır. Öldürülenler arasında, Elazığ’da askerliğini yapan ve o sırada izinli olarak köyünde bulunan Rüstem adında biri vardır. Bu zavallı, mezun olduğunu ve isterlerse hüviyet ve izin kâğıdını da gösterebileceğini söylediği halde derdini dinletemiyor ve dört çocuğu ile seksenlik anası arasında, onlarla beraber, kurşunlanıyor.”(…) “Bu arada, Hozat’ın Zımbık köyünde Şekspir’in (William Shakspeare) hayaline bile taş çıkartacak bir vaka cereyan etmektedir. Erkekleri tamamıyla doğranmış olan köyün 100 kadar kadın ve çocuğu, sivri uçlu aletle (süngü) öldürülüyor. Öldürülen kadınlar arasında biri, doğurmak üzere gebedir. Bu kadının karnına giren sivri uçlu alet, barsaklarını yere döküyor, rahmini parçalıyor ve kendisini öldürüyor. Tehlike geçtikten sonra gizlendikleri yerden çıkan birkaç kadın, ölüleri gözden geçirirken, bu kadının rahminden düşen çocuğun sağ olduğunu dehşetler içinde görüyorlar. Muazzam bir kader cilvesi olarak yaşamakta devam eden çocuğu alıyorlar, emzirip büyütüyorlar ve ona ‘Besi’ adını koyuyorlar. Bu kız bugün hâlâ aynı köyde hayattadır. Sivri uçlu alet annesinin karnına girip rahmini deldiği zaman da onun topukçuğunda bir yara açmıştır ve kız hâlâ o yarayı topuğunda taşımaktadır.”(…) “Murat suyunun kandan kıpkızıl aktığını görenler olmuştur.”(…) “Bir kıvılcım halinde gösterdiğimiz Dersim yangınının kömürleştirilmiş 50.000 cesedinde, kutup şahsiyetler dışı bir yığın olarak din mazlumluğunun en çarpıcı levhasını seyredebilirsiniz.” Kürtlük ve Alevilikle hiçbir bağlantısı olmayan bu dindar yazarın tespitleri böyleydi.
Ve bahtsız insanların kendi kadim topraklarında uğradıkları zulmün en ağıra gideni ne ölüm, ne tedip, ne de tenkildi. Onlara kesilen cezanın- esasında-bir değeri yoktu. Onlar o günlerde canlarını vermeye hazırdılar. Ve zulme inat o bedbaht insanların çocukları bugün yine Dersim’de yaşıyorlar. Ve biz İnsanlık Tarihi dersim’izden ne zaman geçeceğiz?