28 Ekim 2010 Perşembe

MEMLEKETİN S(İL)İVRİ MANZARALARI...


”Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Kızılcahamam Kampı ve sonrasındaki tavır ve söylemlerinin-birer siyasi manevra (taktik) değilse - vahim olduğunu söylerim. BDP misyonunun aldığı oyların salt silahla alındığını iddia etmek doğru değildir. Başbakan da biliyor: BDP ve misyonunun-bırakın bir insanı-bir ceketi bile aday gösterse seçtireceği yerler vardır. Ama biz ceketlerin seçilebildiği bir siyaseti ve demokrasiyi(!) istemiyoruz, benimsemiyoruz. Ceket edebiyatını da sevmeyiz!..”

Bülent Tekin
bulenttekin47@gmail.com

KCK Davası’nın emniyet kökenli (polis operasyonları ve fezlekeleri) görülmesinden çok hukuk kökenli seyretmesini dilerim. Siyasi bir dava niteliğine bürünmüş olan bu dava Diyarbakır’ı bir İstanbul gibi büyük bir dünya şehri yapabilmiştir. Türkiye’den olduğu kadar yurtdışından gelen gazeteciler, heyetler, insan hakları aktivistleri, parlamenterler ve çok dilli tv yayınları bu kenti İstanbul tipi bir trafiğe büründürdü. Ben de bu hengâmede-bu konuyla ilgili-Diyarbakır’dan (19 Ekim, 13 Haber Bülteni) NTV canlı yayınına katıldım. Bölgede sosyal, kültürel ve ekonomik ilerlemeler açıdan çatışmasızlık ortamının sürmesinde yarar vardır. Bu dava delil ve hukuk dayanaklarına göre sürmeli ve sonuçlanmalıdır. Bizim bağımsız (olması gereken) mahkemelerden beklediğimiz budur. Talimatvari polis operasyonları ya da paparazzivari dinlemelere göre yapılmış yargılamaların hiçbir ülkede hukuku temsil ettiği söylenmemiştir. Devletin bu davaya ilişkin tutumu Kürtlere bakış açısını gösterebilecektir. Kamuoyunda böyle bir kanat yaratılmıştır. Bu davanın Silivri ve Ergenekon tipi bir sürece dönüşmemesini dilerim.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Kızılcahamam Kampı ve sonrasındaki tavır ve söylemlerinin-birer siyasi manevra (taktik) değilse-vahim olduğunu söylerim. BDP misyonunun aldığı oyların salt silahla alındığını iddia etmek doğru değildir. Başbakan da biliyor: BDP ve misyonunun-bırakın bir insanı-bir ceketi bile aday gösterse seçtireceği yerler vardır. Ama biz ceketlerin seçilebildiği bir siyaseti ve demokrasiyi(!) istemiyoruz, benimsemiyoruz. Ceket edebiyatını da sevmeyiz! Biz bu örneği Başbakan’ın iddiasına (söylemine) yanıt olabilecek en iyi örnek olabileceğini düşünerek verdik. Kimse bizim bu sözlerimizden BDP’nin avukatlığını yaptığımızı çıkarmasını istemeyiz. Biz Türkiye’de siyasetin düzeyini ve manzarasını verdik. Bu söylem karşıtlığına karşın Başbakan’ın eşit yurttaşlık temeline (insan haklarına) dayalı, demokratik, laik bir ülkenin inşa edilmesi çabasını sürdüreceğine inanıyorum.

SP’nin (Saadet Partisi) kongresinde genel başkanlığa 84 yaşındaki Necmettin Erbakan seçildi. Bizim yaşa, başa, bilgiye, hizmete saygımız vardır ama el insaf: Kongre salonunda konuşma yapacağı kürsüye dahi (yer âdeta delinerek yukarıya çıkarıldı! Bir Rap sanatçısı gibiydi!) asansörle getirilebilen bir liderden bahsediyorum! Bu makama-mücadelenin çetinliği ve başarının geç alınması yönünden-ilk kez seçilseydi anlardım belki! Demokrasinin kazanımı ya da sembol (mücadele) olma yönünden olumlayacaktım. Ama Hoca insaf edin: Siz bu makama defalarca seçildiniz, milletvekili oldunuz! Bakan oldunuz, başbakan oldunuz! Acaba oğlunu başkan seçtiremediğinden dolayı kızmış olabilir mi, diye düşündüm. Ya Hocam-Allah aşkına!-o daha askerliğini yapmadı. Yarın askere gidecek ve bir siyasi parti başkanı olarak bir onbaşıya-rütbeyi asla küçümsemiyorum!-esas duruşta selam çakacak. Sizin demokrasi anlayışınız bu mu Hocam? Hiç sanmıyorum!(Aslında bizim “Gırgır” çizerlerinin tam da ilgilenebileceği bir konu oldu!)

Din ve vicdan özgürlüğü, insan hakları (özgürlükler) açısından insanlar istediği gibi giyinebilmeli ve ibadet etmelidirler. Dinsel ve seküler (dünyevi, yaşamsal) özgürlükler girmeye çalıştığımız AB demokrasilerinde bellidir. Türban için yeniden araştırmalar yapıp, doktora tezleri gibi tezler hazırlamamıza gerek yoktur. Dinsel ve seküler özgürlükler-eğer başka bir ajandamız yoksa-Avrupa’da insan hakları, laiklik, demokrasi açısından nasılsa bizde de öyle olmalıdır.[Bugün itibariyle AB kriterlerine dayanan Avrupa tipi demokrasisinden (buna “demokratik cumhuriyet” de diyebiliriz) daha iyi bir sistem bulamadığımızdan örnek alacağımız farklı bir rejim türü bulunmamaktadır. Sistemler (rejimler) değişmez tanrı sözleri değildir. Yarın daha yararlısını ve ilerisini bulduğumuzda eskisinden vazgeçebiliriz ya da değiştirebiliriz.]Memleketin manzaralarından türban (başörtüsü) meselesine-yine-dönmek istiyorum: Alman Cumhurbaşkanı’nı karşılama töreninde asker, Cumhurbaşkanımızın eşinin önünde esas duruşa geçti. Ona serbest ve dokunulmaz olan bir giyimi fakir fukaranın kızlarına yasaklamanın bir insaf ölçüsünü bulamazsınız!

21 Ekim 2010 Perşembe

ÖLÜMÜN ARDINDAN DERSİM’DE OLMAK




MUSTAFA ELVEREN (EM. ÖĞRT.)
mustafaelveren@gmail.com

Ölüm bizi ne zaman yakalar bilinmez. Ancak, bir gün mutlaka yakalar. Şimdilik bilimsel olarak ölümü önlemek mümkün değildir. Dersimli iş adamlarından sevgili Ayhan (Ağa) Erdoğan’ın ölümü beni çok derinden etkilemiştir. Bu acı ölümle ilgili olarak duygularımı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Dersim’in önemli İş adamlarından sevgili Ayhan Erdoğan 14 Ekimd’e Ankara’da tedavi görmekte olduğu hastanede yaşama veda etti. Dersim’in Mazgirt İlçesine bağlı Goman (Yaşaroğlu) Köyü çok büyük bir değerini kaybetti.

Sevgili Ayhan Abi'nin tedavi gördüğü hastanede ölmeden önce Dersim’e bağlı doğduğu köy olan Goman’a ambulansla ya da helikopterle götürülmesini istemiştir. Ancak, doktorları tarafından uygun görülmemesi nedeniyle bu isteği yerine getirilememiştir.

Ölümün ardından cenazesi çok sevdiği Dersim’e götürülerek doğduğu Goman Köyü’nde kalabalık bir kitle katılımı ve kendisine yakışır bir cenaze töreniyle toprağa verildi.

Ayhan (Ağa) Erdoğan Goman'ın en eski iş adamlarından olup, Ankara'da petrol istasyonu ve bağlı bazı işletmelerin sahibidir. Onlarca Gomanlı ve çevre köylerindeki insanlarımıza iş vermiş, bir çok fakir insanımıza da maddi yardımda bulunmuştur. Hatta bazı yaşlı ve yoksul kişileri kendi işletmesinde sigortalı olarak emekli etmiştir. Yani bir çok Dersimli insanımıza maddi ve manevi katkısı olmuştur.

Sevgili Ayhan Abi ile en son üç yıl önce bir yakınımın düğününde yüz yüze görüşmüştüm. Düğünün o gürültülü havası içinde kısa bir sohbet yaptık. Bu defa yakalandığı o amansız hastalığından dolayı yaklaşık bir ay önce Sevgili Ayhan Abi ile telefonla görüşüp, geçmiş olsun dileğinde bulunmuştum. O sevecan sesi hala kulaklarımdadır. Ayrıca, Demokrat ve yurtsever kişiliğiyle biz Gomanlıların hafızasında yer edinmiştir.

Ayhan Abı’nın ölümünün ardından Dersimde olmak istediğini kızı Fulya'dan öğrenmiştim.

Benim de vasiyetimdir; ölümümün ardından ben de Ayhan Abi gibi Dersim’in Goman Köyü’nde gömülmek istiyorum. Ancak, daha farklı bir cenaze töreniyle. Cenaze namazı ve benzeri dini telkinlerin kesinlikle yapılmamasını istiyorum. Bunun yerine Nazım’dan, Ahmet Arif’ten şiirler ve Ahmet Kaya’dan, Ferhat Tunç’dan, Aram Tigran’dan türkülerin söylenmesini istiyorum.

Ne mutlu ki, Ayhan Abı’nın isteğini çocukları yerine getirdiler. Ben de Ölümün ardından Dersim’de olmak istiyorum. Acaba benim bu vasiyetim gerçekleşir mi? Umarım yakınlarım bunu bana çok görmezler.

Güle güle Ayhan Abi! Mazlumların diyarında bir gün buluşmak üzere, seni bir kez daha anıyor, hatıran önünde saygıyla eğiliyorum.

20.10.2010

WEB : http://www.gomanweb.com/
http://www.gomanweb.net/

8 Ekim 2010 Cuma

TUNCELİ C. SAVCILIĞI’NIN HAKKIMDA AÇTIĞI SORUŞTURMALAR


MUSTAFA ELVEREN-EM. ÖĞRT.
mustafaelveren@gmail.com

Daha dört ay önce “Kürtler, Rojtv ve PKK” başlıklı yazımdan dolayı Tunceli Savcılığınca hakkımda açılan soruşturma nedeniyle ilgili polis karakolunda verdiğim ifadenin mürekkebi henüz kurumadan bu defa “Munzur Festivalinde Mazlum Doğan Unutulmamalıdır” başlıklı makalem için ifadeye çağrıldım. Belli ki, Tunceli Cumhuriyet Savcılığı bundan sonra gerekli gördüğü yazılarım için hakkımda sıkça soruşturma ve inceleme yapacakları anlaşılmaktadır.

Amatörce yazdığım bir çok siyasi içerikli makalelerim yurtiçinde-dışında bulunan çeşitli internet sitelerinde, bazı gazete ve dergiler ile bir kısım yerel basında olduğu gibi Tunceli’de halen yayınını sürdürmekte olan Tunceli Emek Gazetesi’nde de yayınlanmaktadır. Dolayısıyla, Tunceli Cumhuriyet Savcılığı tarafından hakkımda açılan soruşturmalar nedeniyle adı geçen gazete üzerinde olumsuz etki yapmış olabilir.

Bu yerel gazetemizi sıkıntıya soktuğum için tabiki çok üzgünüm. Fakat, hangi yazının gazeteyi sıkıntıya sokacağını ben tahmin edemem. Ancak, Tunceli Emek Gazetesi yönetimi gazeteyi sıkıntıya sokmamak için bu yazılardan bazılarını hatta tümünü yayınlamama özgürlüğüne ve yetkisine sahiptir.

Tunceli Cumhuriyet savcısının ismini, cismini, yaşını, siyasi görüşünü, nereli olduğunu ve medeni durumunu bilmiyorum. Zaten bilmem de gerekmiyor. Belki bir öğrencim de olabilir. 1973-80 yıllarında mülga Ticaret Bakanlığı Hukuk Bürosu’nda sekiz yıl görev yaptım. Dolayısıyla bu hukuki konularda az-çok bilgiye sahibimdir. Öyle anlaşılıyor ki; Savcı Bey görevi gereğince zorunlu olarak tüm makalelerimi okuduğunu tahmin etmekteyim. İşin bu yönü olumlu olmakla birlikte, ikide bir karakola çağrılıp ifade vermek ise, her insan gibi beni de olumsuz etkilemektedir.

Devletin resmi tarihinde ve Genel Kurmay’ın arşiv belgelerinde eşkıya olarak gösterilen pirim Seyit Rıza’nın heykeli bu gün Tunceli şehir merkezine dikildi. Bu heykelin yapılmasında emeği geçen herkese sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Yarın bu şehrin merkezine, hatta tüm ilçe, belde ve köylerine Sevgili Mazlum Doğan’ın da heykeli dikilebilir. Dikilmelidir de.

Hakkari’ye yirmi kilometre uzaklıkta bulunan Zap Suyu üzerinde 1969 yılında Deniz Gezmiş ile arkadaşları tarafından yapılan ve 1999 yılında bilinen güçler tarafından bombalanarak yıkılan “Devrimci Gençlik Köprüsü” bir grup aydın, demokrat, sosyalist ve devrimci tarafından yeniden inşa edilerek geçen gün açılışı yapıldı. Bu açılışta değerli yazar Cezmi Ersöz’ün yaptığı açılış konuşmasında; “…benim vasiyetimdir, ölürsem mezarımı bu köprünün bir ayağının dibine yapınız” dediğini Tv.de izlemiş ve o ağlamaklı sesi hala kulaklarımda çınlanıyor.

Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya gibi önderleri ve binlerce devrimciyi anmak ne kadar suçsa, Pirim Seyit Rıza’yı ve sevgili Mazlum Doğan’ı anmak da o kadar suçtur. Ben bu suçu hep işledim ve işlemeye de devam edeceğim. Böyle suç olur mu? AİHM’in bu konuda verdiği kararlar var. Türkiye’nin AİHM’le uzlaşmaya gittiği bir süreçte Tunceli Cumhuriyet Savcılığı’nın hakkımda neden böylesi soruşturmalar açtığını anlamış değilim.

Bu cümleleri yazmakla Tunceli Cumhuriyet Savcılığı “suçu ve suçluyu övmek” gerekçesiyle bir soruşturma daha mı açacak? Bekleyip göreceğiz.

Bir an Tunceli’de şu olayın olduğunu düşünelim. “Mum söndü mü yapıyoruz burada” diyen şovmen kılığındaki soytarı hakkında da bu savcılar hiçbir kişinin veya kurumun suç duyurusunu beklemeden doğrudan soruşturma açabilirler miydi? Hiç sanmam.

O malum gecede ırkçı saldırılar karşısında Sevgili Ahmet Kaya; “gelsinler alıp götürsünler, ne yapayım yani…” demişti. İkide bir soruşturma açacaklarsa ben ne yapayım yani! Sonuçları merakla beklemekten başka da çarem yok.

Mevcut solda bulunan tüm siyasi örgütlere eşit mesafede kalmaya çalışıyorum. O nedenle, ne Musa’ya, ne İsa’ya, ne Davud’a, ne Muhammed’e ve ne de Ali’ye bir türlü yaranamıyorum. İşte ben buyum!

Web: http://www.gomanweb.com/

HALİÇ’TE YAŞAYAN SİMONLAR


Bülent Tekin
bulenttekin47@gmail.com


Türkiye’nin en ünlü işkencecisi ve (ortam ve telefon) dinlemenin mucidi (kralı) Hanefi Avcı’nın başına gelecekleri (kitabında belirtiyor) önceden bilmesi onun haklılığını göstermez. Bir illegal örgüt üyesinin-ayrılma ya da başka bir nedenle-başına gelecekleri bilmesi gibidir. Hanefi avcı aynı yöntemlerle (anlayış ve felsefeyle) görev yaptığı arkadaşlarından farklı değildir. Zaten kitabında yazdıklarıyla pek de günah çıkarmışa benzemiyor. Biz o zamanlar öyle düşünüyorduk diyor. Yoksulluktan gelen (ve hâlâ yoksul sayılan) bir memurun, indirim yapılmış olsa dahi çocuklarını özel kolejlerde (Samanyolu Koleji) okutabilmesinin formülünü anlamış değilim. Bunun kitabında sık sık vurguladığı rüşvet, irtikâp, namusluluk, kaçakçılık, vurgunculuk, vatan, millet, din, kitap gibi kavramlarla nasıl bağdaştırılabileceğini de çözemedim.

İşkencecinin ve (telefon) dinleme yapmış insanın da-tabii ki-adalete ihtiyacı var. Biz herkese istediğimiz gibi, işkenceciye, cellâda, faşiste, sapığa, tecavüzcüye de adalet isteyeceğiz. Pişman olmuş, nedamet getirmiş, doğru yola dönmüş olanlara da bireylerin, toplumun ve Allah’ın affını dileyeceğiz. Tabii ki bu dileklerimiz kötülükleri samimiyetle bırakmış olanlar içindir. Yıllarca Fethullah Gülen cemaati içinde bulunmuş ve onlara hizmet etmiş bir polis şefinin, yazdıklarıyla Gülen Cemaati’ni âdeta modern Hizbulkontra taktikleri uygulayanlar şeklinde betimlemesi oldukça ilginçtir. Öte yandan şahsı olarak Gülen’e (eğitim’de yaptığı katkılar ve cemaatin kötü uygulamalarına el koyabilecek biri olarak) hâlâ çok güvenmektedir. Ülkenin nerdeyse her şeyiyle bittiğini iddia eden Hanefi Avcı’nın bundaki rolünü (yaptığı illegal dinlemeler, sorgulamalar, işkence, kötü muamele, sol düşmanlığı) vicdanen sorguladığını düşünmek isterim.

Hâlâ dindar, muhafazakâr olduğunu söyleyen avcı için (bir polis eşi olmakla övünen yasal eşi varken) sevgilisi olduğunu iddia eden bir kadın televizyona çıkabilmektedir. Üstelik kadın Avcı’yla henüz boşanmadan (kocası varken) ilişkisi olduğunu söyleyebilmektedir. Böylesi bir durum, dindar, muhafazakâr, mangalda kül bırakmayan kimi ahlak abidelerinin özel yaşantılarının söylediklerinden çok farklı olabileceğini göstermesi açısından anlamlıdır. (“Dinin, imanın kimde olacağı bilinmez!” sözünü insanlarımız boşuna kullanmıyorlardır.)

Hanefi Avcı’nın, Devrimci Karargâh adlı bir sol örgütle ilişkilendirilip cezaevine atılmasını tuhaf buldum. (Yoksa “Ava giden avlanır” mı?) Cem Ersever gibi JİTEM’ci katili (yaptıkları açısından belki değil ama) idealleri ve vatan (görevi) anlayışı açısından olumlayan Avcı’nın nasıl oluyor da işkencecilikten ve sol düşmanlığından bir günde komünistliğe terfisini anlamış değilim. Kendine devrimciyim diyen örgütlerin-(günümüzde) İşçi Partisi ya da (eski) MDD’cilerin (Milli Demokratik Devrim) dışında-hâlâ orduyu kullanarak cuntavari yöntemlerle devrim yapmalarını düşünmeleri düşünülemez. Bir devrimci örgütün karargâh marargâh tipi militaristvari isimler kullanmasını açıklayamıyorum. -Devlet bunu mutlaka biliyordur!-Gerçekten “Devrimci Karargâh” diye bir örgüt var mıdır? Hanefi Avcı’nın yazdıkları Haliç ve “Simon” kod adlı itirafçı (eski) bir PKK’li gibi pis kokuyor. Başına gelecekleri önceden bildiğine göre yazdıkları daha da önem kazanıyor. Bu ülke bu saatten sonra JİTEM, TİT (Türk İntikam Tugayı), ERGENEKON, Cemaat tipi kontrgerilla taktikleri kullanmamalıdır. Eğer-bu ülke-demokratikleşme ve demokratik açılım gibi şatafatlı sözlerine rağmen bunu yapıyorsa, bu saatten sonra da “demokrasi” lafını ağzına almamalıdır!