14 Mayıs 2018 Pazartesi

Minna ve Muhammed Haydar...





Faiz Cebiroḡlu



Türkçede ” ع” harfi yok. Minna derdik. Minna (مناع) Cebiroḡlu. Amcaoḡlu. Temmuz ayında, yıl 1979.  ”Fevzi, iş buldum. Kahramanmaraş yakınlarında. Sen ve Muhammed Haydar’da geliyor. Tek kireç ocaḡı, yeter.

Tamam dedim. Bir gün sonra iş elbiselerimizi hazırladık ve otobüse bindik. İş yerine ulaştık, daḡ eteklerinde bir yerdi,  taş var ama ocak yoktu. Kazdık, kazdık ve kazdık: Ocak oldu.

Yakıcı güneş altında çalışırken, Muhammed Haydar, aniden: ”Fevzi, Maraş’a git, bir şişe şarap getir, iyi gider…” dedi.  Aynen, öyle yaptım.

Geldiḡimde, Muhammed Haydar,  kireç ocaḡını oymuş, bitirmiş.

Arapça ile merhaba dedim. Merhaba, merhaba dedi. Şişeyi verdim. Şişeyi de bitirdi.

Bana: ”Yarın, kireç ocaḡı örülecek ve yakılacak” dedi.

Gerçekten öyle oldu.

Ateş verdik.

Odun yoktu. Patlamış kamyon lastiklerinden verdik.

Verdik….

Kireç ocaḡı patladı.

Üstü açık, altı kireç oldu.

Bir kamyon geldi. Alttaki kireçi yükledi.

Muhammed Haydar: ”Fevzi, çok fazla lastik vermişsin yahu” dedi.

Ben de, ”Evet, lastik, kamyon lastiḡi, fazla vermişiz  dedim…”

Sonra tekrar Antakya, Dursunlu Köyü.  Eve geldik. Minna Cebiroḡlu, babamla konuştu. ”Yahu iki deliyi aldım, yalnız ocaḡı deḡil, gökyüzünü de yakmışlar. Ne taş kalmış, ne de kireç…”

Muhammed Haydar ile sonradan, Kireçdaḡların kahvesinde buluştum. Bana, ”Minna Cebiroḡlu paramızı vermedi. Verir mi?”

Ben de ”verir, verir! Kireç ocaḡını ve Maraş’ı yakmışız! Ne parası?..

Sonra yıllar geçti. Ben de Suriye’ye geçtim ve böylece irtibatlarımız kesilmiş oldu.

Evet…Aradan yıllar geçmiş ve ben Damscus’tayken Muhammed Haydar’ın ölüm haberini vermişler. Köydaşım, iş ve sohbet arkadaşım Muhammed Haydar’da gitti, sessizce ve hüzünce.

Köydaşım, iş ve sohbet arkadaşım Muhammed Haydar, mekanın gülistan olsun. Seni Sevgiyle anıyorum…

20 Mart 2018 Salı

KAWA HEYKELİNİN YIKILMASI ÜZERİNE




Bülent Tekin


Afrin merkezinde ÖSO elemanlarınca Kawa heykeli yıkılınca bu açıklamayı yapma ihtiyacını duydum. Üstelik bu yazım Newroz Bayramı’na da denk geliyor. Kawa Kürtlerin bayramı olan Newroz’un en önemli figürüdür. O bir mitolojik kahramandır. Gerçekte vardır ya da yoktur ama Kürtlerin inandığı bir milli kahramandır. Bu nedenle her halkın kültür ve ulusal değerlerine gösterilmesi gereken saygı gereği bu konuda da öyle davranılması gerekir düşüncesindeyim. Newroz ve Kawa hakkında biraz bilgi vermek isterim. Newroz, “Demirci Kawa Efsanesi”ne dayanır. (Farsça: Kave Ahenger, Kürtçe: Kawayê Hesinker.) İran ve Kürt mitolojisinde acımasız yabancı hükümdar Zahhak’a (Dehak) isyan eden mitolojik kahramanın öyküsüdür. Hikâye, Fars şair Firdevsi’nin en önemli eseri olan Şehname’de yer alır. Hikâyenin diğer ana karakteri olan Zahhak veya Azhi Dahaka, Zerdüştlüğün kutsal kitabı olan Avesta’da ve antik dönem Fars mitolojisinde yarı şeytan bir Babil kralı olarak yer almıştır. Firdevsi, hikâyeyi yeniden yorumlayarak bu karakteri şeytani ve tiran bir Arap kral olarak betimlemiştir. Hikâye, Kürt mitolojisinde de yer alır. İşte Kawa’nın en önemli kaynağı Firdevsi’nin Şehname’sidir.

NEWROZ

(Kürtçe’de Newroz, Türkçe’de Nevruz, Azerice’de Novruz…)Farslar, Kürtler, Azeriler, Anadolu Türkleri, Afganlar, Arnavutlar, Gürcüler, Türkmenler, Tacikler, Özbekler, Kırgızlar, Karakalpaklar, Kazaklar tarafından kutlanan geleneksel yeni yıl ya da doğanın uyanışı ve bahar bayramıdır.

Yazılı olarak ilk kez 2. yüzyılda Pers kaynaklarında adı geçen Newroz, İran ve Bahai takvimlerine göre yılın ilk gününü temsil eder. Günümüz İran’ında, her ne kadar İslami bir kökeni olmasa da bir şenlik olarak kutlanır. Bazı topluluklar bu bayramı 21 Mart’ta kutlarken, diğerleri Kuzey yarım kürede ilkbaharın başlamasını temsilen, 22 veya 23 Mart’ta kutlarlar. Aynı zamanda, Zerdüştlük, hem de Bahailer için de kutsal bir gündür ve tatil olarak kutlanır. Kürtlerde Newroz’un, Kürt mitolojisindeki Demirci Kawa Efsanesi’ne dayandığına inanılır. Anadolu ve Orta Asya Türk halklarında da Göktürklerin Ergenekon’dan çıkışı anlamıyla ve baharın gelişi olarak kutlanır.
2010’da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 3000 yıldan beri kutlanmakta olan bu şenliği, Dünya Nevruz (Newroz) Bayramı ilan etmiştir. 28 Eylül-2 Ekim 2009 arasında Abu Dhabi’de hükümetler arası toplanan Birleşmiş Milletler Manevi Kültür Mirası Koruma Kurulu, Nevruz’u Dünya Manevi Kültür Mirası Listesi’ne dahil etmiştir. 2010’dan başlayarak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 21 Mart’ı “Dünya Nevruz Bayramı” olarak kabul etmektedir. Kürtçede Nevruz’un karşılığı Newroz’dur.

Kürtler’de Nevroz Bayramı’nın dayandığına inandıkları Demirci Kawa Efsanesi’nin birkaç farklı uyarlaması vardır. Bunlardan biri şöyledir:

Bundan çok eski zamanlar öncesinde, daha yeryüzünde kimsenin olmadığı dönemlerde Zervan isimli tanrının iki oğlu olmuştur. Birinin adı Hürmüz’dür, bereket ve ışık saçan anlamına gelmektedir. Diğerininki ise Ehriman’dır, kötülük ve kıtlık saçan anlamındadır. Ahura Mazda’nın kutsadığı topraklarda Hürmüz hep iyinin ve uygarlığın temsilcisi, Ehriman da onun karşıtı olmuştur.

Hürmüz, dünyada kendisini temsil etmesi için Zerdüşt’ü gönderir ve yüreğini sevgi ile doldurur. Zerdüşt ise buna karşılık oğullarını ve kızlarını Hürmüz’e hediye eder. Ehriman bu durumu kıskanır ve yüzyıllar boyunca sürecek olan iyilerle savaşına başlar. Tüm iyilere, Zerdüşt’ün soyuna ve iyiliklere Medya (Kuzeybatı İran) coğrafyasındaki yaşamı çekilmez bir duruma getirir. Ehriman bazen gökten ateşler yağdırır, bazen fırtınalar koparır ve iyiliğe ve iyilere hep zulüm eder. En sonunda da içindeki nefreti ve kötülük zehrini zalim Kral Dehak’ın beynine akıtır ve onu bir bela olarak İran ve Medya halkının üzerine salar. Dehak’ın bildiği tek şey kötülük etmektir. Zalim Dehak halkının kanını emerken beynindeki zehir bir ura dönüşür ve onu ölümcül bir hastalığın pençesine düşürür. Dehak acılar içinde kıvranarak yataklara düşer ve hastalığına bir türlü çare bulanamaz. Dönemin doktorları acılarının dinmesi ve yarasının kapanması ve hastalığının iyileşmesi için yaraya genç ve çocukların beyinlerinin sürülmesini önerirler. Böylece İran coğrafyasında aylarca hatta yıllarca süren bir katliam başlar; her gün zorla anne babalarından alınan iki gencin kafası kesilip beyinleri merhem olarak Dehak’ın yarasına sürülür. Halk çaresiz ve güçsüz düşmüştür. Gençler katledilirken sıra, daha önce bu şekilde 17 oğlunu kaybetmiş olan Kawa adındaki demircinin en küçük oğluna gelmiştir.

Her gün gençler Dehak’ın askerleri tarafından başları kesilmek üzere götürülürken Kawa’nın aklına başkaldırı fikri gelir ve bu konuyu etrafında güvendiği birkaç kişiye açıklar. Demirci dükkânında demirden savaş malzemeleri olarak Gürz-ü Kember, Kêr gibi araçlar yapar ve bir taraftan da başkaldırı için etrafındakileri eğitir. Bu hareket yavaş yavaş yayılmaya başlar. Milattan önce 612 yılı Mart ayının 20’sini 21’ine bağlayan gece zalim Dehak’a karşı direniş başlar. O gece kralın sarayı direnişçiler tarafından ele geçirilir. Aynı zamanda bu direniş Dehak’ın egemenliğindeki bütün topraklarda devam eder. Direnişçiler kendi aralarında dağlarda ateş yakarak haberleşirler. Direniş bittiğinde Kawa’nın halk hareketi Dehak’ı ve yönetimini devirir. Sevinçle dağlara koşan halk bu ateşlerin etrafında oynamaya başlar.

Bir diğer söylentiye göre de Kawa, 20 Mart’ı 21 Mart’a bağlayan gece sabaha kadar demir ocağının başında sabahlar ve oğlunu zalim Dehak’ın katlinden kurtarmak için çareler düşünürken imdadına göğün yedinci katındaki iyiliğin temsilcisi Hürmüz yetişir. Ninowa’lı Kawa’nın yüreğini sevgi ve umutla doldurur ve bileğine güç, aklına ışık verir. Ona Zalim Dehak’tan kurtuluşun yolunu öğretir. 21 Mart sabahı, gün doğduğunda, Kawa oğlunu kendi eliyle Dehak’a teslim etmek ister ve zulmün ve kötülüğün kalesi olan Dehak’ın sarayına girer. Oğlunu Dehak’ın huzuruna çıkarırken yanında getirdiği çekicini Dehak’ın kafasına vurur. Dehak’ın ölü bedeni Demirci Kawa’nın önüne düştüğü anda kötülüğün alevi söner. Kısa sürede bütün Ninowa ve bölge halkı isyan eder ve ateşler yakarak saraya yürürler. Zulme karşı isyanı başlatan Kawa, demir ocağında çalışırken giydiği deri parçalarından rengârenk önlüğünü isyanın bayrağı, ocağındaki ateşi ise özgürlük meşalesi yapar. Ninowa cayır cayır yanarken meşaleler elden ele dolaşır, dağ başlarında ateşler yakılır ve kurtuluş coşkusu günlerce devam eder. Dehak’tan kurtulan halklar 21 Mart’ı özgürlüğün, kurtuluşun ve halkların bayramı olarak kutlar. Demirci Kawa; başkaldırı kahramanı, Newroz (Nevruz) ise; direniş ve başkaldırı günü olarak tarihe geçer. Bu nedenle Kawa ve Newroz’u sadece siyasi simge olarak görmek yanlıştır. Kawa ve Newroz hikâyesi bir dinsel inanış ta değildir.

Kürtlerin inanışına göre milattan önce 612 yılı 21 Mart günü Kürtlerin Asur kralı zalim Dehak’ın zulmüne son verdikleri gündür. Kürtlerin inanışı böyledir. Her milletin dinin kültür, inanç ve değerleri farklı ya da benzer olabilir ama kendi iç bünyelerinde adeta kutsiyet taşır. Bu nedenle uluslar, kavimlere, dinlere, dillere, kültürlere, inançlara saygı ile yaklaşmak gerekir. Onlara inanları kırmak, hor görmek kin ve nefret duygularını uyandırabilir. ÖSO elemanlarının cihatçı anlayışıyla put zannedip yıktıkları bahanesine sığınıp Kawa heykelinin yıkılmasını olumlamak doğru olmadığı kanaatindeyim. Her milleti olduğu gibi Kürtleri de sadece bazı örgütler, dernekler ya da kurumlar üzerinden bir görme bakış açısı doğru sonuçlar doğurmaz. Örgütler, siyasi partiler, dernekler bugün var, yarın olmayabilirler. Esas olan insandır. Halkları barış ve kardeşlik bağları içinde tutmanın yolları en doğru yoldur. İnanırız ya da inanmayız bazı efsane, mesel ve inanışlara inanan insanların olduğunu unutmamalıyız. İnsanların inandığı inançları reddetmenin yerine içinde bulunan insanlığa yararlı içerikleri bulmayı başarmalıyız. Bu dünya bütün insanların barış ve kardeşlik duyguları içinde birlikte yaşamayı sağlayacak kadar büyüktür.
------
Bulenttekin.Net:


5 Mart 2018 Pazartesi

Star Tv’de Börü dizisi..





Bülent Tekin

En son olarak Star Tv’de Börü diye bir dizi başladı.Diyarbakır düşmanlığını esas alan bir sahne başladı.Ayıptır ya.Bu kadar da Kürt düşmanlığı mevcut yasalara göre bile suçtur ve ayıptır.

Fox, Kanal D ve Star tvlerde Fethullah dönemi TRT, Samanyolu vb tvlerde yayınlanan TEK TÜRKİYE tipi dizilerinin gelişmiş versiyonları olan bu günümüz dizileri RTÜK, Hükümet ve muhalefet partileri görmüyor mu?

 Bu kadar Kürt düşmanlığı şırıngalayan kin,nefret ve düşmanlık tahrikleri yayan bu dizileri cumhuriyet savcıları da mı görmüyor?

Bu diziler mutlaka yayından kaldırılmalı ve haklarında yasal işlemler yapılmalıdır.

Kınıyorum.

Saygılarımla. Bülent Tekin

4 Şubat 2018 Pazar

HDP VE SELAHATTİN DEMİRTAŞ…





Bülent TEKİN 

Ne kadar etkili olur, hiç ihtimal vermiyorum ama yine de son bir defa daha uyarmak istiyorum: Selahattin Demirtaş’ın eşbaşkan seçilmemesi HDP ve içinde bulunduğumuz siyasi atmosfer açısından büyük yanlış olacaktır.

HDP ne yapmak istiyor?

 “Hapisteki bir liderini nasıl oluyor da bir çırpıda gözden çıkarıyor” şeklinde bir eleştiriyle karşı karşıya kalmayı göze alabiliyor?

Onlar bilmezler mi gözden ırak olan gönülden de ırak olur. Öyle duygusal ve retorik cümlelere kimse güvenmesin. İşin gerçeği böyledir. Öyle kallavi methiyeler ve klişe sözlerin bir geçerliliği olmaz. Hayat bunları yok hükmünde görür. Birileri için yeni fırsatlar ve rahatlıklar yaratılıyor.

Meydanı boş bırakmak kime yarıyor, bunu HDP kadroları mutlaka düşünmelidir. Bunu yapmıyorsa eğer, sorun farklı bir mecradadır diye düşünmek istemiyorum. HDP bunu acaba isteyerek mi yapıyor diye düşünmek te istemem.

Demirtaş’ın seçilmeme durumu HDP’de mutlaka bir zayıflama meydana getirecektir. Basında, sosyalmedyada dönenler hiç te hoşlanılacak düzeyde değildir. Selahattin Demirtaş’ın yeniden eşbaşkan seçilmesi adli bir durum değil, tamamen politik bir durumdur. Bunda HDP’nin duruşu belli olacaktır. Son bir kez daha bu konuya değinmem kongre öncesi nacizane bir uyarı şeklinde algılanır mı bilmem!

Ancak Türkiye’nin Kürt sorunu dahil demokrasi, özgürlük, adalet, eşitlik ve insan hakları bağlamında çözümünde katkı yaratacak hamlelere ihtiyaç vardır.

Her siyasi parti gibi HDP de bu sorumluluktan kaçma bahanelerine sığınamaz.

Takdir ve sorumluluk tabii ki HDP kadrolarındadır. Bunlar benim kişisel görüşlerimdir.
-----
Bülent Tekin. Net:


30 Ocak 2018 Salı

HER ŞEY PARA İÇİN: PİPONYA CUMHURİYETİ...







Bülent TEKİN  

 “Piponya Cumhuriyeti” benim 2000 yılında yayınlanan “Kral Situ’nun Hikâyesi” adlı romanımda geçen hayali bir ülkedir. Bu isimde bir ülke dünyada yok ama benim hayalimde var. Piponya acaba yaşadığımız ülke mi diye soranlar olabilir. Yok canım, nereden çıkarıyorsunuz! Bizim ülke demokratik, özgür, bağımsız, mutlu bir ülke. Hiç Piponya’ya benzer mi? Piponya hırsızların, çakalların, kötülerin egemen olduğu bir yer… Bizle ne ilgisi olabilir? Kimse bu yazımdan bu ülkede olanlarla, yaşananlarla ilgili bir pay çıkarmasın. Ben hayali bir ülkeden bahsediyorum. GIRGIR’da köşe yazarlığı yaptığım dönemde de-yanılmıyorsam!-Piponya’da olanlardan bahsederdim. Benim hayalimde canlandırdığım kötülerin egemen olduğu, yoksulların ezildiği, her türlü entrika ve oyunların döndüğü, kötülerin hep kazandığı ve iyilerin de hep kaybettiği hayali bir yer. Ben yine de Piponya’dan olanlardan bahsedeceğim.

Piponya’da sıkıyönetim sonrası olağanüstü hal döneminde bölge valilerin adeta manevi kızları mertebesine çıkmış işbirlikçi kadınlar o faşist devlete projeler sunardı. Devletten çok para kazandılar ve meteliğe kurşun atan kocalarını devletten aşırdıkları paralarla zengin ettiler. İşte gün geldi Piponya’da devir değişti, özgürlük ve demokrasi talebinin olduğu günler geldi. İşte o kadınlar bu kez parlamentoya girmek istediklerinden yazar, gazeteci kılığına büründüler. Bir çırpıda solcu, devrimci, insan hakları aktivisti olup çıktılar. Tuhaftır ki basın bu kadınları çok iyi tanıdıkları halde riyakârlıklarını ve ihanetlerini hiç kamuoyuna taşımadı. Evet, yani basın o kadınları tanıyor, biliyordu! Piponya’nın gazetecileri ve televizyoncuları güçlünün aleyhinde tek kelime edecek nitelikte değildi zaten. Yalakalık dışında tek bir haber yapamazlardı. Faşist devletin sesi olmaktan öteye gidemezlerdi. Üstelik Piponya’nın yazar, çizer, aydın, entellektüelleri de bu kadınlarla kanka oldular, hep desteklediler. Aslında bu kadınlar orta yaşlarından itibaren şöhret olmak istiyorlardı, zaten paraları vardı ve bunu da parlamenter olma istekleriyle de taçlandırmayı hedefliyorlardı.  Meydan serbest olunca amaca ulaşmak kolaydı. Piponya’da bir farklı halkın sözde hak ve hukukunu savunan parti de bu kadınlara bütün kapılarını açtı. Avrupa’da bu parti adına konuşmalar yaptı bu kadınlar. Avrupa devletleri meclislerinde, toplantılarında o partinin parlamenterleriyle birlikte bulundular. Piponya’nın en ünlü yazarları, şairleri, gazetecileri, artistleri, sanatçıları ile kanka oldular. Bu kadınların namı yurtdışına da ulaştı, dünyanın önemli sol politikacıları, ödül dağıtan kurumları, parlamenterleri, yazarları, gazetecileri bu kadınlarla kanka oldu. Piponya’nın yurtdışında yaşayan insanları, kurumları yaşadıkları yabancı yerleri de kendilerine benzettiler. Tavassutla oralardaki insan hakları kurumları dahil, ödül veren kurum ve meclislerden tanıdıkları kurnaz kadın ve erkekler için ödüller verdirdiler. Aslında hiçbiri bunları hak etmiyordu! Zaten Piponya’daki sanat ve edebiyat kurumları da mafyavari ilişkilerle ‘bir sana bir bana’ zihniyetiyle ödülleri eşe dosta veriyordu. En iyi roman yazana, en iyi şiir yazana değil, kurnaz insanlara ödüller veriliyordu. Bu nasıl bir işti, bu nasıl bir durumdu?

Piponya’da bir kurnaz kadın tipinden daha bahsedeceğim. Avrupa’da bile parlamenterlik yapmış ayrı bir dinden olan birisi orada işi bitince bu kez Piponya’da parlamenter seçtirildi. Amaç ona bir maaş daha kazandırabilmekti. O sözde en demokrat parti bir nevi arkadaş grubuna iş ve işçi bulma kurumu gibi görev yapıyordu. O kurnaz kadın şimdi Avrupa’dan emekli parlamenter maaşı ve Piponya’dan (emekli maaşını hakketmiş durumdadır) bir de parlamenter maaşı alıyor. O kurnaz kadın boş kalır mı hiç, Piponya’ya dönünce kız kardeşini Avrupa’daki partiden parlamenter yapmak istedi. Piponyalılar ona oy vermedi. Benim kurnaz kadınlardan örnek vermemin amacı, kimsesiz, yoksul ve garip kadınların büyük ideal istismarcısı hemcinsleri tarafından aldatılmalarıdır. Kadın kotası dedikleri şey aslında bu kurnaz kadınlara ayrılan kontenjandır. Bu kotada sıradan, gariban, bir halk kadını olmaz. Bu tür grup arkadaşı kadınlar, eş dost olanlar koltuk ve makamlara sahip olurlar. Asla boşta kalmazlar, onlar için mutlaka bir makam ve koltuk hemen yaratılır.  Hayali ülke Piponya’da uydurduğum bu tip entrikalar ve yutturmacalar acaba dünyanın bir gerçek ülkesinde de oluyor mudur? Tabii ne kadar da uydurma da olsa, yine de bu hayali olaylar ilginçliğinden dolayı ders çıkarılacak niteliktedir.

Aslında etnik bir grubun sözde hak ve hukukunu savunan siyasi parti de Piponya Cumhuriyeti’nin bir partisiydi ve o da diğerleri gibi devletten referansını alıyordu. O parti zaman zaman Piponya rejimi aleyhinde politika yapar görünürdü ama esasında Piponya’nın bölünmez bütünlüğünün en önemli direklerindendi. O partinin parlamenterleri devletin maaşını alan ve emeklilik gibi özlük haklarından yararlanan “kurnaz adam ve kadınlar”dan oluşuyordu. Çünkü kendi halkını kandırıyorlardı. Nasıl olsa onlara inanmış, kandırdıkları zavallı bir halk vardı. Halkları onları liderleri, savunucuları ve hatta fedaileri falan zannediyordu. Ama aslında onlar bir yüksek maaşlı Piponya devletinin memurlarıydı. Geleceklerini garantiye almışlardı. Aileleriyle birlikte Piponya Cumhuriyeti’nde ömür boyu zenginlik içinde yaşayabilmeyi garanti etmişlerdi. Piponya’da devlet zaman zaman o etnik haklarını savunan sözde partiyi ve parlamenterlerini cezalandırma numarasını oynayarak bu “kurnaz insanlar”ın inandırma rolüne katkı yapıyordu. Böylece bir taraftan etnik sorunu o siyasi parti etrafında tehlike arz etmediği için tutuyor, daha doğrusu bertaraf ediyor. Diğer taraftan da o sözde en demokrat ve ilerici parti de parlamenterlik yaşamını uzatıyor, daha doğrusu dolgun maaş alma meselesini garantiye alıyordu.

Piponya’da sakallı ve dinci fanatik faşistler zaman zaman kadınlara saldırıyor ve takdir topluyordu. Kadına şiddet ve hatta tecavüzün bir cezası yoktu. İdare edenler dünyanın en zenginleriydi. Piponya’da basın iktidarın borazanıydı. Bütün tv ve gazeteler iktidara yalakalık yapma yarışındaydı. Doğru ve gerçek haber, yurttaşı doğru bilgilendirme asla yapılmazdı. Düşünce ve ifade özgürlüğü yoktu. Piponya halkının zenginleri hapse atılmaz, çünkü devletin asıl sahipleri onlardı. Yoksullar, kimsesizler, baldırı çıplaklar, avukatsızlar yani halk köleden farksız bir durumdaydı. Yoksulların hapse atılması iki dudak arasındaydı. Piponya’da demokrasi bir kandırmacaydı, yönetenlerin, zenginlerin bir oyunuydu. Millet seçimde oy kullanarak seçim yaptığını zannederdi. Oysa seçtikleri sağcısıyla solcusuyla aynı insanlardı. Piponya’da seçimler göstermelikti. Fakirler oy verir ve zenginler seçilirdi. Kurnaz adamlar ve kadınlar daima fakirlerin oyuyla parlamenter olurlardı. Bir konuda haklarını yemeyelim: “Maaşlarının hakkını veriyorlardı. Zaman zaman kavga etme ve rest çekme rolünü çok iyi yapıyorlardı.” Ve bu numarayı ne yazık ki fakirler hep yutardı. İşte öyle bir hayali ülkeden bahsediyorum. Entrikaların, yolsuzlukların, rüşvetin, ihanetin zirve yaptığı bu hayali ülke herkese ders olmalıdır. Bütün dünya bu hayali ülkede yaşayanlardan ders almalıdır. Zaten biz de bu amaçla Piponya’dan bahsediyoruz. İyi ki öyle bir ülkede doğmadık! İyi ki öyle bir ülkede yaşamıyoruz. Ne mutlu bize!

 Dünyaya sadece bir defa gelebilen bir insan bu dünyanın bütün nimetlerinden yararlanma hakkına sahiptir. Bütün insanlar eşit ve özgür doğarlar. Doğum sonrasında da eşit, adil ve özgür yaşamalıdır, bu böyle olmalıdır. Yaşamın tüm evrelerinde özgür ve eşit yaşam devam etmelidir.

Ve son bir söz: Kimse bu yazdıklarımdan bir çıkarsama, bir isim, bir ülke çıkarmasın. Hayali bir ülke olan Piponya’dan bahsettim. Benim uydurduğum bir yerdir. Uydurduğum bu olayların dünyanın hiçbir ülkesinde yaşanmasını istemiyorum. Hayali de olsa Piponya gibi bir ülke olmasın istiyorum. Ders olması dileğimle.
-----
Bülent Tekin


24 Ocak 2018 Çarşamba

Piponya(*)





Bu dünya böyledir. Zenginler tutuklanmıyor kolay kolay. Çok sahiplenen oluyor.Yoksulun sahibi olmaz. Kaderiyle baş başadır. Anlayan anlamıştır. Zenginin başı belada olunca tüm medya, gazeteciler, yazarlar ve hatta siyasetçiler, koro halinde adalet ve özgürlük talep eder. Geçmişi, nasıl zengin olduğu, geçmişinde hangi ihanetlerin olduğu dile getirilmez.

Piponya diye bir ülke vardı. O ülkede önceleri olağanüstü hallerde bölge valileri emrinde çalışan, onlara proejeler yapan ve kocalarını zengin eden kadınlar vardı. Faşist devlete hizmet edip o faşist devletin paraları ile kocalarını zengin eden kadınlar devran değişince özgürlük savaşçısı, solcu, aktivist, yazar ve gazeteci oldular. Hatta o ülkenin etnik bir halkına sahip çıkan siyasi parti bile o kadınların emrine girdi. Öyle yükseldi ki o kadınlar, onların Avrupa'da Amerika'da yazar, gazeteci, siyasetçi, kurum ve meclisler dostları oldu. O kadınlar artık birer tanrıça gibiydiler Piponya'da. Geçmişleri unutularak yerlere göklere sığdırılmadılar.

Aynı Piponya'da yoksullar vardı. Onların her sözü suç, her eylemi zindana atılmaktı. İşte o ülkede ve bu dünyada, bu sözde siyasetçi, yazar, kurum, aydınlar bu gariplerden asla haberleri olmadı.

Piponya işte öyle bir ülkeydi.
-------
(*) Bir hayali ülkeden bahsettim.