Adil OKAY
“Türkiye’de her yıl enerji iletiminde, 5 milyon dolar kayboluyor. Nükleer lobilerin, nükleer santral hayalini gerçekleştirmek isteyen AKP hükümeti, ilk nükleer santrali Mersin’de kuracak. Bununla ilgili ihalenin bu hafta içinde yapılması planlanıyor. Hükümet ayrıca, Sinop’ta da Nükleer Geliştirme Merkezi kuracak. Bu merkezde araştırma reaktörleri, yakıt üretim ve eğitim tesisleri yer alacak.” ANF
Mersin Akkuyu mu yoksa Sinop mu derken, sanki mutlaka yapılması gerekirmiş gibi ‘Nükleer santral yapılacak kurban hangi kent olsun’ tartışmaları yapıldı. Mersin Akkuyu gündemden düşmüş, Sinop öne geçmişken Sinoplular nükleer cadı kazanına karşı önemli bir mücadele yürüttüler: ‘Nükleeriniz sizin olsun, Sinop bizim.’
Ve bu gün sessiz sedasız Mersin Akkuyu’ya nükleer santral yapma kararı alındı. Mersinliler uykuda yakalandı. Tabi bir de son çeyrek yüzyılda apolitizmin yaygınlaştığını, insanların duyarsızlaştığını, çevre bilincinin oluşmadığını düşünürsek, kamuoyu oluşturmanın kolay olmadığını biliriz. Ama buna rağmen Türkiye’de bu konuda duyarlı örgütler, aktivistler, bilim insanları var. Şimdi dayanışma zamanı. Öncelik Mersinlilere, Akkuyu’da yapılacak nükleer santralle başlarına talih kuşu mu konduğunu, yoksa bu santralle çocuklarını kanserli bir gelecek mi bekleyeceğini örneğin Çernobil’i yeniden anlatmak gerekiyor. Enerji, yenilebilir enerji, nükleer enerji farkını ve uluslararası kapitalist şirketlerin bizim gibi ülkelere, batının artık terk etmeye başladığı geri ve tehlikeli teknolojiyi sadece ve sadece kâr amacıyla pazarlamaya çalıştığını anlatmak gerekiyor. Bu tehlike sadece -bu konuda duyarlı olan- çevrecilere, solculara yönelik bir tehlike de değil üstelik. Mersin ve civarındaki milyonlarca insan ve doğa için bir tehlike.
Mersin üzerinde uluslararası oyunlar
Greenpeace örgütü başkanı Dr. Thilo Bode, nükleer endüstrinin Türkiye üzerinde büyük bir baskı kurduğuna dikkat çekerek, nükleer santral yapılması halinde bunun bedelinin ağır ödeneceğini bildirdi.
Pek çok ülkenin nükleer santrallerden vazgeçmeye başladığı bir dönemde Türkiye’nin nükleer enerji planlarının kabul edilemez olduğunu söyleyen Bode, İsveç’in nükleer santrallerden vazgeçtiğini, İtalya’da yeni santral yapımlarının dondurulduğunu, Fransa’da nükleer santralsiz bir gelecek tartışmasının sürdüğünü hatırlattı. Türkiye’nin geleceğin enerjisini satın aldığını düşünürken, aslında geçmişin teknolojisini satın aldığını vurguladı. Türk hükümetinin bu politikayla taş devrine döneceğini belirterek, GREENPEACE ‘nin enerji politikasının nükleer enerjiye ve fosil yakıtlara dayanmayan politikalar olduğunu ifade etti.
(1)
“ABD’de 1978, Almanya’da 1982, Kanada’da 1978 yılından beri nükleer santral siparişi verilmiyor, Fransa da 1997 yılından itibaren 2010 yılına kadar nükleer programını askıya aldı. Japonya’nın Monju kentinde 1997’de, Tokaimura kentinde 1999’da yaşanan kazalar nedeniyle halk, nükleer santrallere karşı çıkmaya başladı. Kanada’da 13 Ağustos 1997’de 21 adet Candu nükleer santralinden 7’si, ABD’li ve Kanadalı uzmanlarca yapılan denetimlerde yetersiz, tehlikeli bulunduğu için kapatıldı. Avusturya’da yapımı 1978’de tamamlanan Zwentendorf Nükleer Santralı, referendumda ‘hayır’ sonucunun çıkması nedeniyle hiç çalıştırılmadan kapatıldı. İsveç, 1980 yılında yapılan referandum sonucunda elektriğinin yüzde 46’sını karşıladığı nükleer santralleri 2010 yılında kapatma kararı aldı. Rusya, etkileri hâlâ devam eden Çernobil faciasından sonra onlarca santral projesinden vazgeçmek zorunda kaldı.”
(2)
Nükleer mühendis Prof. Dr. Tolga Yazman: ‘Nükleer reaktörden çıkan yanmış atıkların, kazadan beladan uzak bir şekilde 250 bin yıl saklamamız gerekiyor. (…) hiçbir bürokrat-teknokrat çizmeden yukarı çıkmamalı, 250 bin yılın kefili olmaya yeltenmemelidir. hiç kimse nükleer santrali Türkiye için ‘teknik bir zorunluluk’ olarak göstermesin. bu bir siyasi seçenek ve karar.
(3)
Hadi Mersin Akkuyu’ya nükleer santral kuruldu diyelim. Beş on yıl sorunsuz enerji üretti. peki ya atıklar. Nükleer çöplük. kaç nesil toprağımızı, çocuklarımızı, torunlarımızı tehdit edecek çöplükler ne olacak.
Nükleer santraller kimin için
İlk nükleer santralın 2012’de işletilebileceğini açıklayan TAEK Başkanı Okay Çakıroğlu, ‘Türkiye bütün rüzgâr ve hidroenerji potansiyelini kullanabilse bile 2020 yılında enerji açığı çeker. Nükleer santral enerjide hem en ucuz hem de en çevreci çözüm,’ dedi...”
(4)
Sonra da... “2020’ye kadar Türkiye’nin enerjiye 128.5 milyar dolarlık yatırım yapacağını ifade eden Güler, “Nükleer santral yapımında öncelik özel sektörde olacak,”
(5) diye ekliyor...
Özel sektörün yani kapitalistlerin gözü aydın! Sanki Hiroşima, Çernobil yaşanmamış gibi...
Yeniden başladılar... Seslerini giderek yükseltiyorlar...
“Neden” mi?
Elbette özel sektörün yani kapitalistlerin sömürüsü için...
(6)
Ya da “Nükleer enerji lobileri yıllardır ellerinde kalan ve kendi ülkelerine kurmak istemedikleri nükleer reaktörleri pazarlamak için uğraşıp durmaktadırlar. Zaman zaman sözde ‘bilim’ insanlarını zaman zaman da basındaki yazarları devreye sokarak nükleer enerjinin ‘gerekliliğini’ topluma dayatmaya çalışırlar” da ondan...
Radyasyon ve atık sorunu, dünyanın nükleer santrallerden vazgeçmesinin en önemli nedenleri arasında yer alıyor. Nükleer santrallerden çıkan atıkların saklanması, imhası için lisanslı bir depolama alanı bulunmuyor. Bir nükleer santralın normal çalışması esnasında etrafına radyasyonun çok düşük bir oran olmasına karşın insan vücudu üzerinde ciddi hasarlara yol açtığı artık biliniyor. Nükleer santralın çalışması sırasında veya kaza sonrasında açığa çıkan radyasyon, besin ve solunum yolu ile canlılara geçiyor. Canlı hücreleri meydana getiren atomları ve molekülleri iyonize ederek yapılarını bozan radyasyon, DNA’ların da kimyasal yapısını bozuyor. Nükleer santrallerin çevresinde yaşayanlarda görülen kanser vakalarında yüzde 400’lük bir artış yaşanırken genetik mutasyonlar nedeni ile normal olmayan doğumlar, lösemi gibi hastalıklar artmaya başladı.
Mersin nükleer çöplük olacak
‘Nükleer santrallerin dünü bu günü ve yarını’ başlıklı konferansında, Kanada Nükleer Dikkat Projesi Vakfı araştırma müdürü David H. Martin, Akkuyu’ya inşa edilmesi düşünülen reaktörün her 1,5 yılda 2 bin ton yüksek düzeyde radyoaktif atık üreteceğini belirtip, bu atıkların binlerce yıl boyunca saklanmak zorunda olduğunun altını çizerek, “kanada kendi atıklarına çözüm üretemedi. Türkiye de çıkan atıklara Kanada ve diğer ülkeler gibi çözüm üretemeyecek.” diyor.
(7)“Nükleer santrallerle ilgili bir diğer sorun da radyoaktif atıklar. Ortalama 1000 megavat gücü olan bir santral, yılda yaklaşık 27 ton yüksek düzeyli, 250 ton orta düzeyli, 450 ton düşük düzeyli atık üretiyor. Bu atıklar ve tükenmiş yakıt çubukları, 20 yıl boyunca reaktörün içindeki veya yanındaki havuzlarda bekletiliyor. Atıkların güvenli bir şekilde depolanacağı alanlar bulunmaması risk oluşturuyor.”
(8)
Greenpeace örgütü başkanı Dr. Thilo Bode, Nükleer endüstrinin can çekiştiği bir dönemde Türkiye’nin can simidi olduğunu, Türkiye’nin üzerinde nükleer endüstrinin ticari baskısı olduğunu vurgulayarak, santrali yapan firmaların ortaya çıkacak atıklarla ilgilenmediğini anlattı. Türkiye’ye nükleer santral kurulması durumunda, uluslararası firmaların Türkiye’yi radyoaktif atıklarının –çöplüklerin- merkezi yapacaklarını altını çizdi.
Greenpeace Akdeniz Enerji Kampanyası sorumlusu Hilal Atıcı, ‘Planlanan nükleer enerji kapasitesi Türkiye’nin gelecekteki enerji ihtiyacının yüzde 5’inden daha fazlasını karşılamayacak... Bu durumun tek sonucu eski, tehlikeli ve pahalı teknolojilerin Türk insanını çıkmaz bir yola sürüklemesi olacak. Nükleer enerji, tehlikeli kazalar, rutin radyoaktif salımlar ve hiçbir şekilde ortadan kaldırılması mümkün olmayan radyoaktif atıkların ortaya çıkması gibi büyük riskler taşır. Bir nükleer enerji santralinin yapımı kadar sökümü de çok pahalıdır, milyar dolarlara mal olur’ diyor.
TTB’nin hazırlamış olduğu nükleer dosyada nükleer üretimle ilgili şu veriyi de dikkatle okumamız şart: ‘Türkiye’de nükleer santraller için yeterli uranyum bulunduğu öne sürülüyor. Oysa, yaklaşık 9.000 ton civarında çok zengin olmayan ve yurtdışında zenginleştirilmesi zorunlu olan bir uranyum rezervimiz var. Bu da, 1.000 mw’lık bir nükleer santralın ancak yıllık ihtiyacını karşılamaya yetebilir. Sonuç olarak yakıt ve teknoloji olarak dışa bağımlılığımız devam edecektir’...”
(9)
Sonsöz:
Greenpeace örgütünün açıklamasına göre, Türkiye enerji bakanı nükleer atıklar konusunda bilgisiz. Nükleer santrallerde böyle bir sorun olduğunu bile bilmiyor. Alman hükümetleri; ülkedeki protesto eylemlerinden çekindikleri için nükleer çöpleri büyük paralar vererek başka ülkelere yolluyor.
Peki Türkiye ne yapacak. Nasılsa kendi çöpümüzü kabul edecek bir ülke bulamayız, bulsak da paramız yok, oldu olacak nükleer çöplük olalım da para mı kazanalım diyecek?
Ya Mersinliler?
Not: Temel Demirer’in ‘Nükleer çılgınlık eşiği’ adlı çalışmasından ve ‘YDD kıskacında çevre ve kent’ (Ütopya yayınevi) adlı kitaptan yararlanılmıştır.
(1) Temel Demirer, Nükleer çılgınlık eşiği.
(2) Özlem Güvemli, “Türkiye ‘Ölüme’ Koşuyor”, Cumhuriyet, 22 Şubat 2006, s.9.
(3) Cumhuriyet, 26 Nisan 1998, s. 18.
(4) Okay Çakıroğlu, “Nükleer Enerji Çevrecidir”, Radikal, 9 Mart 2006, s.4.
(5) “Nükleerde Öncelik Özel Sektörde Olacak”, Radikal, 6 Mart 2006, s.15.
(6) YDD kıskacında çevre ve kent. Ütopya yayınevi. Ankara. 1999.
(7) David H. martin, emek, 21 Mart 1988, s. 12
(8) Özlem Güvemli, “Atık Sorunu Çözümsüz”, Cumhuriyet, 22 Şubat 2006, s.9.
(9) Uğur Biryol, “Nükleer Yalanlar”, Radikal İki, 5 Mart 2006, s.10.