Faiz Cebiroğlu
Aşk üzerine yazmak, aşkı tanımlamak o kadar kolay değil. Hele hele yaşadığımız dünya tekeller dünyası ise bu hiç de kolay değildir. Kolay değildir, zira tekelcilik ”birliktelik”, birlikte yaşamak duygusunun reddi oluyor. Tekelcilik, aşk ve sevgi duygusunun reddi oluyor. Açıktır, aşk, sevgi ve birliktelik değerlerinin yok edildiği bir aşamada büyük aşklar yaşamak ve beklemek pek gerçekçilik olmuyor. Böylesi bir aşamada aşkı tanımlamak ve aşk üzerine yazmak da pek kolay olmuyor… Ama denemekte yarar var. Önce bir giriş:
Şiirlerimize bakıyoruz; büyük bir bölümü aşkla ilgilidir. Şarkılarımıza, türkülerimize bakıyoruz; yine büyük bir bölümü aşkla ilgilidir. Keza, yüzlerce kitap, roman, hikaye; onlarca opera... hepsi aşkla ilgilidir. Ama ne ilginç, bu böyle olmasına rağmen, aşk, psikoloji branşında, psikoloji mesleğinde, ele alınıp incelenen bir konu, hiç olmamıştır. Ferud’un sevgi üzerine söylediği bir kaç cümle dışında, aşk, ayrı bir branş olarak, psikoloji mesleğinde yer almamıştır. Aşk, genellikle sanatçıların, imtiyazlı, ayrıcalıklı konusu olmuş: onların tasvir ve anlatımlarıyla yaşamıştır.
Bu girişten sonra, soru şu: Aşk nedir? Aşk, bana göre, iki insanın birbirine karşı duyduğu büyük bir tutku ve bu tutku sonucuyla da, iki insanın birbirini fethetmesi oluyor. Aşk, önce sevgiyle başlıyor, daha sonra seksüel çekim; ve bunun sonucunda oluşan, birliktelik, birlikte yaşam / aile yapılanması. Böylesi birliktelilerden doğan çocuklara da “aşkın meyveleri” olarak adlandırılıyor.
Aşk, sevilen insana duyulan derin ve güçlü bir duygudur. Duygu, duygular - iyi ya da kötü – içte hissetmek demektir. Duygular, yaşanan aşk sürecine gösterilen ruhsal tepki, tepkiler oluyor. Aşk bu süreçte derin ve güvenlikli bir duygu çerçevesini oluşturuyor.
Bizler insan olarak sevmeğe ve sevilmeğe ihtiyacımız vardır; herkesin aşka ihtiyacı vardır. Tarihte yaşanan “Büyük Aşklar” vardır. Efsaneleşen büyük aşklar da vardır. Romeo ve Julie gibi, birbirleri için, ölümü bile gözönüne alacak kadar kuvvetli olan, aşklar da vardır.
Aşk, önce sevgiyle başlıyor. Sevgi, her zaman aşkın bir bölümünü oluşturuyor. İki insanın birbirini görmesi / keşfetmesi, artık, sevgilinin yakınında olmaya yetmiyor. Gelişen süreç, sevgilinin yakınında değil, ”yanında” , ”içinde” olmayı doğuruyor. ”Seni seviyorum!”; böylesi bir sürecin hem sihirli, hem de sembolik kelimeleri oluyor.
Rus şairi Turgenyev; ”ilk aşk, tıpkı ihtilâl gibidir!” sözleri, aşka bakışın en güzel sözlerini oluşturuyor.
Bir insanın bir başka insanı sevmesi ve bunun karşılıklı olması, çoğu zaman, sevgiyi de kutsallaştırıyor. En azından, karşılıklı sevenler, bunu böyle hissediyor. ”Bu sevgimiz, hiç sönmesin!” ya da ”Bizi ancak ölüm ayırır!” gibi sözler, böylesi bir sevgi sürecinin sonucu oluyor. Bu kuvvetli tutku ve birlikteliklere, aşkın sahnesi demek te mümkün. Bu sahnede yer alan oyuncuların duygusal kaliteleri çok açıktır: Sevgi, tutku, erotik çekim ve karşılıklı güven…
Aşk, sevgiyle başlıyor. Sevgi, karşılıklıdır. Karşılıksız sevgi, sevgi olmuyor; boştur.
Sevgiyle başlayan aşk, karşılıklı seven iki insanın birbirini fethetmesiyle sonuçlanıyor.
Aşk da bu oluyor; aşk, iki insanın birbirini fethetmesi oluyor...
Böylesi bir ortamı yaratmak ve güzel aşklar yaşamak için, tekellerin reddi bir düzen gerektiriyor.
Tekelci aşamada sevgi , tekellere karşı mücadele demektir.
Tekelci aşamada aşk, tekellere karşı mücadele demektir.
Tekelci aşamada aşk, bizleri tarihten silmek isteyenlere karşı mücadele demektir!..
---------
faizce@hotmail.com
(*) Nisan 2009’da yazmış olduğum yazı. Yazının orjinal başlığı: ”Tekelci Aşamada Aşkı Tanımlamak.” ”Sevgililer Günü” günü vesilesi yazıyı tekrar okuyucularla paylaşıyorum.
Aşk üzerine yazmak, aşkı tanımlamak o kadar kolay değil. Hele hele yaşadığımız dünya tekeller dünyası ise bu hiç de kolay değildir. Kolay değildir, zira tekelcilik ”birliktelik”, birlikte yaşamak duygusunun reddi oluyor. Tekelcilik, aşk ve sevgi duygusunun reddi oluyor. Açıktır, aşk, sevgi ve birliktelik değerlerinin yok edildiği bir aşamada büyük aşklar yaşamak ve beklemek pek gerçekçilik olmuyor. Böylesi bir aşamada aşkı tanımlamak ve aşk üzerine yazmak da pek kolay olmuyor… Ama denemekte yarar var. Önce bir giriş:
Şiirlerimize bakıyoruz; büyük bir bölümü aşkla ilgilidir. Şarkılarımıza, türkülerimize bakıyoruz; yine büyük bir bölümü aşkla ilgilidir. Keza, yüzlerce kitap, roman, hikaye; onlarca opera... hepsi aşkla ilgilidir. Ama ne ilginç, bu böyle olmasına rağmen, aşk, psikoloji branşında, psikoloji mesleğinde, ele alınıp incelenen bir konu, hiç olmamıştır. Ferud’un sevgi üzerine söylediği bir kaç cümle dışında, aşk, ayrı bir branş olarak, psikoloji mesleğinde yer almamıştır. Aşk, genellikle sanatçıların, imtiyazlı, ayrıcalıklı konusu olmuş: onların tasvir ve anlatımlarıyla yaşamıştır.
Bu girişten sonra, soru şu: Aşk nedir? Aşk, bana göre, iki insanın birbirine karşı duyduğu büyük bir tutku ve bu tutku sonucuyla da, iki insanın birbirini fethetmesi oluyor. Aşk, önce sevgiyle başlıyor, daha sonra seksüel çekim; ve bunun sonucunda oluşan, birliktelik, birlikte yaşam / aile yapılanması. Böylesi birliktelilerden doğan çocuklara da “aşkın meyveleri” olarak adlandırılıyor.
Aşk, sevilen insana duyulan derin ve güçlü bir duygudur. Duygu, duygular - iyi ya da kötü – içte hissetmek demektir. Duygular, yaşanan aşk sürecine gösterilen ruhsal tepki, tepkiler oluyor. Aşk bu süreçte derin ve güvenlikli bir duygu çerçevesini oluşturuyor.
Bizler insan olarak sevmeğe ve sevilmeğe ihtiyacımız vardır; herkesin aşka ihtiyacı vardır. Tarihte yaşanan “Büyük Aşklar” vardır. Efsaneleşen büyük aşklar da vardır. Romeo ve Julie gibi, birbirleri için, ölümü bile gözönüne alacak kadar kuvvetli olan, aşklar da vardır.
Aşk, önce sevgiyle başlıyor. Sevgi, her zaman aşkın bir bölümünü oluşturuyor. İki insanın birbirini görmesi / keşfetmesi, artık, sevgilinin yakınında olmaya yetmiyor. Gelişen süreç, sevgilinin yakınında değil, ”yanında” , ”içinde” olmayı doğuruyor. ”Seni seviyorum!”; böylesi bir sürecin hem sihirli, hem de sembolik kelimeleri oluyor.
Rus şairi Turgenyev; ”ilk aşk, tıpkı ihtilâl gibidir!” sözleri, aşka bakışın en güzel sözlerini oluşturuyor.
Bir insanın bir başka insanı sevmesi ve bunun karşılıklı olması, çoğu zaman, sevgiyi de kutsallaştırıyor. En azından, karşılıklı sevenler, bunu böyle hissediyor. ”Bu sevgimiz, hiç sönmesin!” ya da ”Bizi ancak ölüm ayırır!” gibi sözler, böylesi bir sevgi sürecinin sonucu oluyor. Bu kuvvetli tutku ve birlikteliklere, aşkın sahnesi demek te mümkün. Bu sahnede yer alan oyuncuların duygusal kaliteleri çok açıktır: Sevgi, tutku, erotik çekim ve karşılıklı güven…
Aşk, sevgiyle başlıyor. Sevgi, karşılıklıdır. Karşılıksız sevgi, sevgi olmuyor; boştur.
Sevgiyle başlayan aşk, karşılıklı seven iki insanın birbirini fethetmesiyle sonuçlanıyor.
Aşk da bu oluyor; aşk, iki insanın birbirini fethetmesi oluyor...
Böylesi bir ortamı yaratmak ve güzel aşklar yaşamak için, tekellerin reddi bir düzen gerektiriyor.
Tekelci aşamada sevgi , tekellere karşı mücadele demektir.
Tekelci aşamada aşk, tekellere karşı mücadele demektir.
Tekelci aşamada aşk, bizleri tarihten silmek isteyenlere karşı mücadele demektir!..
---------
faizce@hotmail.com
(*) Nisan 2009’da yazmış olduğum yazı. Yazının orjinal başlığı: ”Tekelci Aşamada Aşkı Tanımlamak.” ”Sevgililer Günü” günü vesilesi yazıyı tekrar okuyucularla paylaşıyorum.
1 yorum:
merhaba
EGEMEN SINIF KAPİTALİST SİSTEMİ HİZMET EDEN İLLÜZYONİST HARUN YAHYA
Peki bu illüzyonizm numarasının varı yok yoku var göstermesinin amacı nedir?
Neye, kime yarar?
Düşünce tarihinde ilk örneklerini Pythagoras'da, Platon'da, son örneğini onlardan 2500 yıl sonra HARUN YAHYA'da gördüğümüz bu numara, sınıfsal bir amaca hizmet etmektedir.
İşleri, üretimi, kölelere, işçilere yıkıp; işçilerin ve öteki insanların yönetimini üstlenen aristokrasi gibi, burjuvazi gibi egemen sınıfların dünya görüşlerini formülleştirmektedir.
onların ideologlarının, işleri güçleri egemenleri savunmak, savunurken "sözcükleri" yönetmek olan kimselerin toplumsal konumlarının belirlediği bir düşünüş yöntemidir.
Emekçileri, toplumsal varoluş koşulları, maddeyi, kas emeğini ve kafa emeğini birlikte kullanarak, insan gereksinimlerini karşılamalarını sağlayacak yönde biçimlendiren (üreten) kimseleri ve onların işledikleri malzemeyi (maddeyi) küçümsemelerini yazar.
Yaptıkları, onları küçümserken, düşünceleri ve düşüncelerle uğraşanları yücelterek, asalak sınıfların çıkarlarına hizmet etmektir.
Böyle bir düşünce yöntemi, varlığın anlaşılıp dönüştürülmesine, ona egemen olunmasını sağlayan bilimsel bilginin edinilmesine destek değil, köstek oluşturur.
Ama yöneten yönetilen farklılaştırılmasına dayanan, asalak sınıflardan yana bir toplumsal düzenin payandası olur.
Yorum Gönder