"..İnsan inançla, aklılla her türlü işkenceyi yenebiliyor. Ama ne yazık ki, inançsızlık, beyinsizlik, yani korku, yani aklın durması her zaman tövbekârlık, ihanet ve itirafçılık oluyor!"
Demir Bilgin
demir.bilgin@yahoo.dk
Gerçekten, 12 Eylül 1980’nin en büyük başarısı, Türkiye solundan bir kesimi etkisiz, tövbekâr ve itirafçı duruma getirmesidir. Aradan 29 yıl geçmesine rağmen, örgütlenmek bir yana, hâlâ bu tövbekârlık ve itirafçılık belâsından kurtulmuş değiliz. Bu, gerçekten, bizler için, sosyalizmi savunan insanlar için acı verici bir durumdur. Ne yazık ki, Vedat Nedim Tör’le başlayan büyük itirafçılık, 12 Eylül 1980’de de devam etmiş; devrim ve sosyalizm adına çıkan bazı tipler, yalnız kendi kendilerine ihanet etmekle kalmayıp, hem kendilerini, hem de örgütlerini de polise teslim etmişlerdir. Demek ki, insan hangi örgütten olursa olsun, ihanetçi olduktan sonra, başka ihanetçilerle birleşebiliyor; bu sonuçta tövbekârlık oluyor; bu, eşittir itirafçılık oluyor. Bunları, şimdilik, notlar halinde sıralamakta yarar var:
Bir: Tövbekâr solcular; Türkiye’ye dönen, Türkiye’de yaşayan kesim ile Avrupa’da kalan kesimdir. Bunların ikisi de aynıdır: Devlete ve silahlı kuvvetlere öpücükler göndermek; Avrupa demokrasisine olan ilahi aşklarını ilan etmek.
İki: THKP-C ve THKO geleneğinden gelen ve daha sonraları itirafçı olan bir kesim. Bunların şimdiki görevleri, arkadaşlarına ve direnişçi geçmişlerine küfretmek oluyor. Beyinsizdirler. Beyinsiz oldukları için, itirafçı olmuşlar. Zaten itirafçılık burada düğümleniyor: beyinsizlik, korkaklık eşittir itirafçılık oluyor.
Üç: İtirafçılık, bazen Türkiye maskeli, bazen de Avrupa maskeli oluyor. Şudur: Türkiye’de Şemsi Özkan misali itirafçılar devlet yardımı ile estetik ameliyet yaptırıp fiziki olarak, yüzsüz yüzlerini kapatabiliyorlar. Ama Avrupa’da mülteci olan, ”mülteci itirafçılar” da var. Bunlar da cesaretlerini ”Avrupa demokrasisinden” alıp, yine büyük bir korku ile, direnişçi çizgilerine küfrediyorlar. Avrupa maskeleri ile geçmişlerini kusuyorlar. Mücadele eden arkadaşlarına olan kinlerini gösteriyorlar.
Tövbekârlık ve itirafçlık bu oluyor. Bu, aynı zamanda, tövbekâr ve itirafçı olmayan herkese kin ve nefret dolu olmak demektir.
Ne yazık ki, 12 Eylül 1980, bir bölümümüzü bu hâle getirdi. Ne yazık ki, generaller ve mülk sahipleri, bir kısmımızı tövbekâr ve itirafçı yaptı. Her iki kesim içten ve dıştan aldıkları cesaret ile geçmişlerini kustular, kusmaya devam ediyorlar.
İlerde açacağım bu notlarımı, şimdilik, bitiriyorum. Bitirmeden önce bir noktayı da yazayım, bana gelen iletilerden farkına vardım, mülteci itirafçılardan bir fare, Mihrac Ural’a kinini ve nefretini gösteriyormuş! Bu da anlaşılır bir durumdur. Tövbekâr ve itirafçı olmak bu oluyor. Bu, kendisi gibi olmayan herkese kin ve nefret duymak oluyor…
Bu , herşeye karşın, acıdır. Acı olan şudur: İnsanın kendi kendine ihanet etmesidir!..
Ama yaşamak direnmektir diyenler de vardır.
Ama 12 Eylül 1980’de destani kahramanlıklar gösterenler de vardır: Mazlum Doğan var. M. Hayri Durmuş, Ferhat Kurtay, Akif Yılmaz, Ali Erek, Aytekin Tuğluk, Kemal Pir gibi Kürt / Türk devrimciler var. Ölümsüzleştiler. Bizlere inançlı olmanın örneklerini gösterdiler.
Notlarımın sonucu şudur: İnsan inançla, aklılla her türlü işkenceyi yenebiliyor. Ama ne yazık ki, inançsızlık, beyinsizlik, yani korku, yani aklın durması her zaman tövbekârlık, ihanet ve itirafçılık oluyor!
-------------
(*)3.10.2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder