5 Haziran 2015 Cuma

BİR YAZARDAN CUMHURBAŞBAKANA AÇIK MEKTUP...



Adil Okay

Ön not: Bu yazı İdris Naim Şahin’in, şair – yazar ve sanatçıları tehdit etmesi üzerine Aralık 2011’de yazılmıştı. Şimdi de İdris’i aratan, şairlere, yazarlara, bilim insanlarına, gazetecilere tehditler yağdıran Tayyip Erdoğan için bu yazıyı uyarlamak gerekiyor. Zira bu isimler aynı kötülük imparatorluğunun üyeleri. Ben ucube çıkışlarıyla, seçim döneminde iyice saldırganlaşan, kendini AKP militanı sayan, önüne çıkanı tehdit eden en son çok zarif, barışçıl bir gösteri yapan kadınlara utanmazca hakaret eden Tayyip Erdoğan için yeniden yazmak istemedim. Onun yerine 2011 yılında yazdığım aşağıdaki yazıdan İdris Naim Şahin adını kaldırıp yerine Tayyip Erdoğan koydum. Tayyip Erdoğan İsminin başına “sayın ya da cumhurbaşkanı” koymuyorum. Zira elindeki kötülük mührünü mazlumun bağrına basmaya devam eden, Kenan Evren canisinin izinden giden bu adam benim için “saygın” değildir ve benim başkanım değildir.
                                                                                                                                   I
Tayyip bey, ben, en son ucube açıklamanızda işaret ettiğiniz sakıncalı şairlerdenim. Her ne kadar dört şiir kitabıma rağmen kendimi şair sayamasam, “şair olma serüveninde yol alan bir amatörüm” desem de, açıklamanız bana dokundu. Dokundu zira merhum babam Süleyman Okay, kelimenin tam anlamıyla bir şairdi. Üstelik “sakıncalı şair”. O, Sizin gibi düşünen darbeciler tarafından hapse atılan ama buna rağmen baş eğmeyen, 12 Eylül faşist darbesinden sonra, en zor yıllarda Antakya İHD yöneticiliği ve Halk Evleri başkanlığı yapan bir sosyalistti. Hani kısa bir süre önce düzmece suçlarla zindana attığınız Ragıp Zarakolu’nun ve ‘Boyundan utan darağacı/ Kırk canlı oğlan doğuruyor/ Kocasını astığın kadınlar’ diyen şair Ali Yüce’nin kadim dostuydu.

“Ranzamda / sabaha bir yıl var daha / şimdi köşe başlarında / eller yukarı / şimdi kan kokuyor bu duvarlar/ ölüm kokuyor / makaralara sığmıyor acılarım / sağılmakla bitmiyor (…) Hüznün kızgın ve kanlı memelerinde / Hızla büyüyor tomurcuk / Göçe hazırlanırken sayrı gece / Ateş imbiğinden süzülüyor / Şafağın gülleri / Çünkü birazdan gün doğacak / Kınında duramıyorsa da ölüm / Sıcak / Ve sarışın bir umuttur yaşamak / sevda tutuklanamaz çünkü…”  Süleyman Okay
                                                                                                                                  II
Tayyip bey, elbette babam şair olmasaydı da bu sözlerinizi protesto ederdim. Dünyada ve ülkemizde en has şairler hep zalime karşı mazlumun yanında olmuşlar, sizin gibi elindeki mührü kötülük için kullananlara baş kaldırmışlardır. Pir Sultanlar’dan Nazım Hikmet’lere, Missak Manouchian’dan Feqîyê Teyran’a, Atilla Jozef’ten Bertolt Brecht’te, Heine’den Victor Hara’ya, Sivas’ta zebanilerin yakarak öldürdüğü Metin Altıok’a, şu anda zindanlarınızda tutsak olan, 20 kez kanser ameliyatı olduğu halde hâlâ serbest bırakmadığınız şair Erol Zavar’a kadar bu gelenek sürmektedir. Sizin zulüm geleneğiniz devam ettiği sürece, şairlerin isyan geleneği sürecektir. Elbette sizin postmodern faşist hükümetinize hiciv yerine methiye ‘şiirleri’ yazan, ruhunu şeytana satan bir grup ‘yazar’ vardır. Bu hep böyle olmuştur. Ancak tarih, sizi ve işbirlikçi ‘aydın-yazarlarınızı’ değil, isyan eden, ‘Başka bir dünya mümkün’ diyen şairleri bu güne taşımıştır. Yarına da taşıyacaktır.

“başka ozanlar / bana ne onlardan / batırsınlar burunlarını pisliğe / göstersinler esrik coşkularını / uyduruk imgelerle ve içkiyle / gittiğim yer meyhane değil benim / usa giderim hatta daha ileri / özgür bir usun sahibiyim / budala bir hizmete adamam kendimi/ bana göre değil sızlanıp hizmet etmek / elden ayaktan düşüren alçak güçlere…. / özgürlük ve sevmek / bu ikisi gerek bana / aşkım için yaşamım feda olsun / özgürlük uğruna aşkım…“Atilla Jozef
                                                                                                                                    III
Tayyip bey, ne mutlu bize ki yalnız değiliz. Sizi bu ucube açıklamanızdan dolayı kınayan-protesto edenlerin sayısı az değil. Hatta bir zamanlar hükümetinizi ‘demokrat’ sanan, hâlâ sizden umudu olan bazı yazarların dahi öfkesini çektiniz. Zira bu açıklamalarınız onları da utandırmaya başladı. Önce sosyalistleri, yurtseverleri, seçilmiş belediye başkanlarını hapse attınız, sonra gazetecileri, avukatları, yazar ve yayıncıları, derken sizin gibi düşünmeyen akademisyenleri düzmece suçlamalarla, komplolarla zindanlara tıktınız. Bu gün de bizi işaret ediyorsunuz. Biz bu filmi 12 Eylül’de de görmüştük İdris Bey. 12 Eylül’de de sizin zihniyetiniz beni ve yoldaşlarımı idamla yargılamıştı. O zaman da baş eğmemiştik, hiç kuşkunuz olmasın bu gün de baş eğmeyeceğiz.

“tak tak tak/ hadi kalk / kalk diyor bir ses / saat sabahın ikisi / kapı mı çalıyor ne / tok tok tok / yok yok kimsecikler yok / cinler dans ediyor evin içinde / rüzgar pencereyle sohbette / yağmur karla flört ediyor / korku zifiri mavi… / tık tık tık / saat sabahın dördü / hadi uyan uyan diyor bir fısıltı / kimsecikler yok / ya bu uğultu / cama vuran / taarruz trompeti / teslim ol borazanı / yalnızlığın azraille valsı / başlıyor/  sabah haberleri/ yeni bir emre kadar / bütün lambalar kırmızı/ çocuklar eyvah / çocuklar eyvah…” Adil Okay
                                                                                                              IV
Bir düşünün Tayyip Bey, hükümetiniz döneminde kaç ananın, babanın ‘Ah’ını aldınız. Güvenlik güçlerinin ‘terörist sanarak’ vurduğu çocukların sayısını biliyor musunuz? Peki ya seleflerinizin neden olduğu 17 bin fail-i meçhul hakkında ne yapıyorsunuz. Ya babasız ve annesiz büyümek zorunda kalan çocuklar. Ebeveynleri zindanda olan çocuklar. Ya zindanlardaki TMK mağduru çocuklar. Cumartesi annelerinin ‘Ah’ını duyuyor musunuz? Bizimle uğraşacağınıza, zindanlara suçsuz insanları dolduracağınıza katillerin peşine neden düşmüyorsunuz. Eski tetikçileriniz bile itirafa başladı daha ne bekliyorsunuz…

Tayyip bey, daha söyleyecek çok lafımız, yazacak mısralarımız, söyleyecek şarkılarımız, çizilecek resimlerimiz var.  Şunu unutmayın ne selefleriniz bize baş eğdirebildi, ne de siz eğdirebilirsiniz.

Ermeni’yi Düşman, Alevi’yi Müslüman Belleyen Anlayış...




Mustafa Elveren*

Kanser taraması tahlili yapmak üzere, kan vermek için dün Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Kan Alma servisine gittim. Ancak, Samsun’da bir doktorun katledilmesi nedeniyle sağlık personelinin %80’ı iş bırakma eylemindeydi. On hemşirenin yerine sadece iki hemşire görev yapıyordu.

Personelin olmadığını fark edince, girişteki müracaat memuruna şunları söyledim;

-Görüyorum ki, personelin büyük çoğunluğu eyleme katılmıştır. Eyleme katılım çok iyi, bu durumu takdirle karşılıyorum.

Koltukta oturmuş, henüz kan vermeyi bekliyordum. O anda içerde bulunan erkek bir sağlık personeli ile görevli hemşire arasında geçen şu konuşmaya tanık oldum.

Erkek Sağlık Personeli; -Sınav nasıl geçti?

Hemşire; -sınav iptal oldu. Aynı gün iki sınav birden yapıldı. Sorular karışmış. Hemşirelerin soruları güvenlikçilere, güvenlikçilerin soruları ise hemşirelere verildi. Bir sınav yapmayı bile beceremiyorlar. Başlarına bir imam koymuşlar, adam hiçbir şey bilmiyor. Sonunda olacağı buydu.

Bu arada hemşirenin talimatı üzerine kan alması için sol kolumu kendisine doğru uzattım. Hemşire kolumdaki damara iğneyi tam batırdığı sırada ben şunları söyledim;

-Sadece imamları getirmiyorlar. Kelime-i şahadet’i getirenleri bile kendilerine yakın olduğunu düşünüyorlar ve bunları da amir yapıyorlar.

Biraz önce müracaat memuruyla aramızdaki diyalogdan cesaret almış olmalıki hemşire, devamla şunları söyledi;

-O en baştaki var ya, o Müslüman değildir. O Ermenidir.

Hemşirenin bu sözlerini duyunca şok oldum. O ana kadar sempatiyle baktığım hemşireye karşı birdenbire yüz hatlarım değişti. Hemşirenin iğnesi kolumdaki damardan kan almaya devam ediyordu. Bu durumda dayanamayıp hemşireye şunları söyledim;

-Ben Müslüman değilim, Aleviyim. Ermeni de, Türk de, Kürd de… her şeyden önce insandır. Tayyip’’in “Affedersiniz ermeni…” sözünü size hatırlatıyorum. Siz de onun durumuna düştünüz. Ermenileri niye düşman görüyorsunuz?

Hemşire, beklemediği bu sözlerim karşısında (biraz mahcup ve şaşkın bir şekilde);

-Aleviler de Müslüman’dır. Hepimiz insanız.

Ben; -Alevilerin Müslümanlıkla hiçbir ilgisi yoktur. Alevilerin Müslüman olduğunu nerden biliyorsunuz? Alevilerin Kelime-i Şahadeti bile Müslüman’dan farklıdır. Alevi’yi Müslüman, Ermeni’yi düşman olarak size belletmişler. Her şeyden önce bu zihniyeti değiştirmeniz gerekir. Yoksa biraz önce eleştirdiğiniz Tayip’ten ne farkız kalır?

Bu sözlerim üzerine, hemşire yüzü buruşmuştu ve şaşkınlığını belli ediyordu. Hiç bir şey söylemeden kolumda kan alan iğneyi damarımdan çekti, üzerine pamuk koydu ve ben o pamuğu bastıra bastıra oradan ayrıldım. Birkaç dakika sonra pamuğu kaldırdım. Kolumda hala kan pıhtısı görülüyordu.

Resmi ideoloji tarafından ülkemizde yaşayan Alevileri “İslam”, Ermenileri de “düşman” olarak halklarımızın zihnine kazınmaktadır.

Resmi ideolojiyi tarumar eden, o nedenle ömrünü zindanlarda geçirmiş olan değerli bilim insanı Sayın İsmail Beşikçi’nin bu hafta internet sitelerinde yayınlanan yazısından aldığım birkaç alıntıyı sizlerle paylaşmak istiyorum.
“Alevilik, çok yerde, çok zaman Müslümanlık sayılmaktadır. Bu, çok yanlış bir düşüncedir. İkinci olarak da Alevilik Şiilikle karıştırılmaktadır. Aleviliğin Şiilik olduğu veya Şiiliğin Alevilik olduğu söylenmektedir. Halbuki Şiilik Müslümanlıktır. Alevilik ise ayrı bir dindir, inançtır. (…) İslami ve Alevi yaşam biçimine bakarak Aleviliğin İslam olmadığını anlamak çok kolaydır. Alevilik, elbette Müslümanlık değildir. Alevilik Müslümanlıktan çok önceki bir inançtır. Hatta Alevilik, Zerdüştlükten de önceki bir inançtır. Kuzey Mezopotamya kökenli bir inançtır. (…) Alevilerdeki semah, Aleviliğin Müslümanlık olmadığını gösteren çok önemli bir ritüeldir. Bu, kadını kamuda görünür kılan, erkekle eşit kılan bir ritüeldir. İslam’da buna benzer bir ritüel yoktur. (…) Namaz, oruç, haç, zekat, kelime-i şahadet, İslam’ın temel ibadet biçimleridir. Alevi ibadetinde bu kurallara riayet yoktur. (…) Alevileri temsil eden şair ise, 14. yüzyıl sonlarında ve 15. yüzyıl başlarında yaşayan Kaygusuz Abdal’dır.
Kıldan köprü yaratmışsın
Gelsun kullar geçsun deyu
Hele biz şöyle duralım
Yiğit isen geç a Tanrı
dizeleri, esas Alevi düşüncesini, Reya Heq düşüncesini aksettirmektedir. İslam’da böyle bir Tanrı eleştirisi var mı?
Alevilik, insana, doğaya değer veren, insanı, doğayı tanrı kabul eden bir inançtır. Mazlumların yanında yer alan, mazlumların acılarını paylaşan bir inançtır.(1)
Alevilik konusunda İsmail Beşikçi’nin, Ermeni meselesinde ise Prof. Baskın Oran’ın cesaretine hayranım. Öğrenme konusunda bu aydınlara çok şey borçluyum. Hepsini saygıyla selamlıyorum.
02.06.2015
*Em. Öğrt.

NOTLAR: