Müslüm Kabadayı
Doğum ve
ölüm, yaşamın ikiz kardeşidir. Ölümsüzlük ise, bunların üçüzüdür. Doğum ve
ölümü, evrensel düşünceleri, toplumsal duyarlıkları ve yaratıcılıklarıyla
kalıcı eserler bırakanlar bunu başarır ve insanlığın belleğinde ölümsüzleşir.
Hatay’ın yetiştirdiği ölümsüz değerlerden Ali Yüce’ye selam olsun!..
“Halk
Çağı”nın şairi Ali Yüce, esas doğum tarihinin 1924 olduğunu vurguladıktan
sonra, 1926 ve 1928 tarihlerinin doğum tarihi olarak kayıtlara geçtiğini
açıklar. Daha sonra da 1946’da Düziçi Köy Enstitüsü’ne kaydolduğunda yeniden
doğduğunun altını çizer. “Düziçi Köy Enstitülü Yıllar” kitabına da alınan
şiirinde şöyle diyor şairimiz: “Yıl
1946/Düziçi Köy Enstitüsü’nde/Bu dünyaya ayak bastım ben/Ekmeğime ışık sürdü
Tonguç/Eşitlik özgürlük sürdü beynime/Bin yıllık uykudan uyandım/Bir gramcık
bilgi için/Tırmanmadık yokuş koymadım ben/Saç döktüm ömür tükettim/Öğrenmeye
doymadım ben”
Uygarlıklar
beşiği Akdeniz’in verimli ikliminde “Şiir Sıcağı”nı oluşturan Ali Yüce,
sözcüklerin duygu ve düşünce zenginliğinde bizi bağımsızlık-özgürlük-kardeşlik
halayına davet eder. “Şiir Sıcağı”nda
hem Yunus Emre’yle sevgi ve içtenliği anıştırır (telmih) hem de “Moğol
ateşi”yle yağmacı-istilacı zihniyetin ya(ı)kıcılığının altını çizer.
Bizim sıcağımız Akdeniz sıcağı canım
Yunus Emre sıcağı
Pişirir ekmeğimizi yakmaz
Toprağımız
Halk toprağı kimseyi ekmeksiz bırakmaz
“Kalkıp Gelmiş” şiirinde, insanın milyonlarca yıllık
serüvenini, sözcüklere tarih şeridinde dans ettirerek betimler Ali Yüce. Aynı
zamanda insanlığın geleceğinin nereye doğru evril(diğine)eceğine ışık tutar.
Kaşla göz
arasında
Geçip gitmiş
milyonlarca yıl
Kalkıp gelmiş
insan dedem
Taş çağından
atom çağına
Buyur dedecik
buyur
Elimde insan
kemiğinden kaşık
Tenceremde
nükleer bir çorba
Bekleyin insan
torunlarım
Atlayıp tarihin
atına
Ben de
geleceğim bir gün
Beton çağından
ışın çağına
Elimde insan
kemiğinden bir iğne
Dikeceğim ipek
mendilinizi
Gizli dikişlerle
Ali Yüce’nin şiiri,
toplumsal çelişkilerin kaynaklarını ve insanın özgürleşme-kişilik geliştirme
serüvenini sorgular sürekli. Bu çelişki ve çatışmayı anlatırken tezat sanatını
ustaca kullanır şair. “Aç Ağzını
Karanlık” şiirinde “ak-kara,
çirkin-güzel” zıtlığını şöyle verir:
İşim gücüm bu benim
Sorguya çekmek gerçeği
Sevginin rüzgarı ak da
Savaşın bayrağı niçin kara
Bütün suçum bu benim
Evreni kucaklamak
Çözmek kör düğümleri
Bu şiirdeki “uygarlığı
halklamak” imgesinin o kadar derin çağrışımı vardır ki, halkın ve emeğin söz
sahibi olmadığı uygarlıkların, sömürü ve savaşların nedeni olduğuna dikkat
çeker. Üzerine sayfalar dolusu yazıların kaleme alınabileceği bir konuyu/sorunu
Ali Yüce, iki sözcüklü imgeyle betimleyivermiştir.
“Tutkal” şiirinde de emperyal güç haline gelen uygarlıkların,
insanları hem makineleştirdiğini hem de kavramların içini boşalttığını ustaca
dile getirir:
Sen ne biçim uygarlıksın
Parmağın tetiğe yapışık
Özgürlük beslersin kafeste
Kadınların çiçek açmış
Sıcaklığı vitrinlere yapışık
Bu şiirde,
kadınların metalaştırılarak nasıl sömürüldüğü de “vitrin”le dile getirilmiştir.
“Sıcaklığı vitrinlere yapışık” imgesini, duyguların da “piyasalaştırıldığı”
biçiminde yorumlamak yerinde olur.
Günümüz
dünyasına bakıldığında açık biçimde görüldüğü üzere kendilerini Dünya’nı
efendisi olarak gören ülkelerin, oligarkların, diktatörlerin “barış, demokrasi”
gibi insanlığın önemli kazanımlarını bile kendi çıkarları için nasıl
kullandıklarını “Efendimizle Söyleşi” şiirinde
şöyle işler Ali Yüce:
-Bu barış meleğini
Kaça aldınız efendim
Bir dudağı yerde bir dudağı gökte
Ağzında özgürlük barış
Gizli bir kırbaç elinde
Her şeyin sahtesini,
sentetiğini “piyasa” mekanizmasıyla insanların beynine, yüreğine ve eline
yerleştirmeye çalışanların karşısında duran Ali Yüce, insanın eşitlik ve
özgürlüğü için kendini adayan güzel insanların varlığına işaret eder “Şairler de Uçar Ama Görünmez Kanatları” şiirinde:
Özgürlük görecedir
oğul
Tutsaklık da öyle
Güzelliğin tutsağıdır
Dünyanın yiğit
En yürekli
En özgür insanı bile
Gerçek barış ve özgürlüğün,
sömürü ve savaşlara yol açan mekanizmaları ortadan kaldırmakla mümkün
olabileceğine vurgu yapar “Olmaca” şiirinde.
1994’te İtalya’da “Akdeniz Şiir Ödülü”nü alan bu şiirinde Ali Yüce, teşhis ve
intak sanatını alaycı diliyle ustaca kullanır.
Ben
çiçek olsaydım eğer
Hiç
saksı giymezdim ayağıma
Ödünç kanat alırdım
Güvercin teyzemden
Barış uçardım üstünüze
Verimli toprakların, cömert
Akdeniz ikliminin çocuğu olarak yaşama hep evrensel bakmayı, başka insanları ve
doğayı düşünmeyi, bizlere aşılamayı hedefler şair. Şiir serüveninin başında
İkinci Yeninin sanat anlayışından 1960’lı yılların ortasından itibaren toplumcu
gerçekçi sanat anlayışına evrilen Ali Yüce’nin yüreği -Nâzım Hikmet gibi- “Evrensel
Kardeş” şiirinde Dünya’nın her köşesinde atar:
Çarpar yüreğim
Bütün göğüslerde
En uzak ülkenin
Komşusuyum ben
Haydi artık
Doğsun güneş
Batsın karanlık
Bütün çocukların
Kardeşiyim ben
Karanlığın
içinde Köy Enstitülerinin aydınlığıyla çıkan, Hisarcık gibi dağların arasındaki
küçük bir köyden tüm dünyaya seslenme olanağını yaratan Ali Yüce, şiir var
oldukça yaşayacaktır. Şiir çınarımız o güzel insan, ölüm atına binip aramızdan
ayrılırken şiir atını bize emanet bıraktı. O emaneti geleceğe taşımak, kuşaktan
kuşağa yaşatmak, şiirseverlerin görevidir. Onu sevgiyle ve onurla yaşatacağız.
Aydınlanmacı, eşitlik ve
özgürlüğün savaşımcısı, barış ve sevginin şiir dili Ali Yüce’yi, ölümünün
ikinci yıldönümünde saygıyla ve özlemle anmak için bir araya gelen
şair-yazarlarımıza, kentteşi Hataylılara selam olsun.