Mustafa Elveren*
Bilim ve teknolojinin gelişmesiyle
birlikte çok hızlı olarak ilerleyen internet artık ikinci adresimiz oldu. Bundan
böyle sanal ortamda yaşamayı öğrenmek durumundayız.
İnternet teknolojisinin hızla yayılması nedeniyle
Dünya’daki örgütlenme biçimleri de değişmektedir. Siyasal, sosyal, ekonomik,
kültürel alanlarda insanlar sanal olarak grup ya da gruplar biçiminde
örgütlendikleri görülmektedir.
Hotmail, Yahoo, Gmail, Twitter,
Facebook gibi sosyal paylaşım siteleri üzerinden oluşan formlar aracılığıyla
yazılı, sesli ve görüntülü olarak internette her konuda iletişim ve paylaşım
yapılmaktadır.
Facebook ve Twitter sosyal paylaşım sitelerinde örgütlenen
milyonlarca gruba rastlamak mümkündür. Ayrıca Google, Microsoft, Yahoo, Mynet
gibi firmalar tarafından internet hizmetine sunulan ve bu şirketlerden ücretsiz
olarak sağlanan hesaplarla milyonlarca mail grupları oluşturulmuştur. Bu
itibarla, internet ortamında insanlar birbirleriyle çok hararetli tartışmalar
yapıyorlar.
Dünya’da insanların birbirleriyle hızlı iletişim kurmaları
elbette çok yararlı ve sevindiricidir. Fakat işin bir de can sıkıcı yanları
vardır. “Gülü seven dikene katlanır” derler ya, onun gibi bir şey.
150-200 dolar karşılığında her kes istediği zaman bir
tartışma formunu (sesli ve görüntülü) satın alabilir. İşin teknik boyutunu ayrı
bir yazı ile açıklamak gerekir. Şimdilik teknik kısmını bir tarafa
bırakıyorum.
Bu formlardaki yorumlara ve tartışmalara bazen katılmak
durumunda kalıyoruz. Bu tür formlar üzerinde birçok garip kişiliklere de sıkça
rastlamak mümkündür.
3-5 kişinin kendi aralarında tartıştıkları bazı formlarda sanki
on binlerce kişi izliyormuş gibi hareket ediyorlar. Yine bu tür formlarda bazı
kutsal değerleri kullanmak suretiyle yazılanlar ibret vericidir.
Bu garip ve acayip kişilikler, daha çok yakınındaki
insanların dedikodusunu yapmaya başlarlar. Gevezelik yaparak eleştiri yaptığını
sanırlar. Sizden yüz bulamayınca, bu defa saldırıya geçerler. Hayatında sizi
hiç görmediği halde, hakkınızda ne duymuşsa sanal pencereden yalan söylemeye ve
iftira atmaya başlarlar.
Bir kısım bilimsel tartışma formlarını ayrı tutarsak, genellikle
arkadaş ve hemşeri çevresinin bir araya geldiği tartışma formlarında veya radyo
sohbetlerinde kendilerine göre gündem belirleyip tartışmaya başlıyorlar.
Tartışmalar ve sohbetler önce sakin ortamda devam eder. Bir süre sonra hakaret,
küfür, tehdit ve saldırının öne çıktığı rezil bir ortama dönüşüyor. Böylesi
çirkefleşen sanal platformlardan uzak durmak gerekir. Aksi durumda çok olumsuz
sonuçlarla karşılaşabiliriz.
Kod
ismini kullanan bazı kişiler güvenlik nedeniyle gerçek adını internet üzerinden
yazmamakla belki haklı olabilirler. Ancak, bu çabaları hiçbir işe yaramaz.
Çünkü IP No.su ile Dünya’nın hangi şehrinde olduğunuzu tespit etmek çok
kolaydır. Eğer gerekirse savcılık kararıyla kullandığınız servis sağlayıcısı
tarafından kim olduğunuzu bilmek mümkündür.
İnternet
üzerinde paylaştığımız her türlü veri (sesli ve yazılı dokümanlar) tamamen
kayıt altındadır. Hiçbir biçimde gizlenmesi mümkün değildir. Google arama
motoru ve benzeri programları üreten firmalar ABD ve diğer uluslararası istihbarat
kuruluşlarıyla işbirliği içinde oldukları bilinen bir gerçektir. İnternet
üzerinden faaliyet gösteren güvenlik amaçlı firmalar bilgileri robot
programcıklar tarafından toplayarak depolanmaktadır. Siz sitelerde ve formlarda
silseniz bile, o bilgiler birileri tarafından gizli olarak tutulmaktadır.
Gerektiğinden büyük paralar karşılığında istihbarat kurumlarına verirler. Çünkü
uluslararası istihbarat amaçlı şirketlerin hangisi olduğunu bilseniz bile
ispatlamak mümkün değildir.
Ayrıca,
gerek Türkiye üzerinden gerekse Dünya’nın diğer ülkelerindeki internet servis
sağlayıcıları istedikleri takdirde sizin ağınıza çok rahat girebilir ve
bilgilerinizi kontrol edebilirler.
Artık çağımızda istihbarat elemanlarını bar köşelerinde
kestane satarak, sokak başlarında seyyar satıcılık yaparak, kahve veya pastane
salonları önünde ayakkabı boyayarak, terminallerde yüzünü okuduğu gazete ile
kapatarak istihbarat yapmalarına gerek duyulmamaktadır. Çünkü ayni görevi şimdi
kameralar yapıyor. Cep telefonları, anahtarlıklar, kalemler, saatler gibi sürekli
kullandığımız eşyalara ses ve görüntü kaydı çok kolaylıkla yapılabilmektedir. Hatta
çok uzun mesafelerde bulunan noktalarda kayıtların yapılması bu günkü teknoloji
ile mümkündür.
Yani
neredeyse her arabada, binada, işyerinde ve her sokakta yerleştirilen kameralar
ile uydu vasıtasıyla her şeyi masa başında izleyerek kontrol etmek mümkündür. Yukarıda
da belirttiğim gibi; pavyon kapılarında, sokak başlarında çerez satan,
ayakkabıcı boyacılığını yapan istihbarat elemanları gerekmez.
Günümüzde
bu teknoloji sayesinde cami müezzinleri artık minareye çıkmadan yerinde ezan
okumaktadırlar. Belki de bu minarelere bundan sonra gizli kameraları ve benzeri
uydu araçlarını yerleştirebilirler.
O nedenle; partilerde, derneklerde, odalarda, örgütlerde
insanların birbirlerini ajanlıkla suçlaması devri böylece tarihe karışmış
olacaktır.
Konuyla ilgili olması nedeniyle bir anımı burada paylaşmak
istiyorum;
Yaklaşık
7 yıl önceydi. Bir mitingin yapılması iznini almak için gerekli belgeleri ve
dilekçeyi vermek üzere bağlı bulunulan ilin Emniyet Müdürlüğü Dernekler
Şubesi’ne tertip komitesi üyesi sıfatıyla gitmiştim. Kendimi tanıtıp, evrakları
ilgili polis memuruna verdiğim sırada bir görevlinin bana “Şube Müdürümüz T…..
Bey sizinle görüşmek istiyor” dedi. Hemen birlikte şube müdürünün odasına
gittik.
Müdürün
elinde kalın bir kitap vardı. Hoş geldiniz! Hal-hatır safhasından sonra
elindeki Abdullah Öcalan’ın “Tasfiyeciliğin Tasfiyesi” isimli kitabını
göstererek
-Bak!
Ben de APO’nun kitaplarını okuyorum…
Söyleyince,
ben şu yanıtı verdim;
-Efendim,
siz bir polis müdürü olarak mesleğiniz gereğince Öcalan’ın kitabını okumak
durumundasınız. Sizin amacınız APO’nun fikirlerinden yararlanmak değil, onun
örgütünün işleyişini ve yöntemini öğrenmek için okuyorsunuz. Ayrıca bu çizgiye
yakın partileri de çok iyi takip ediyorsunuz.
-Hoca,
biz tüm partilere eşit davranıyoruz. Sizin partiye karşı hiçbir ön yargımız
yoktur. Ama siz bize karşı önyargılı olarak davranıyorsunuz!
Müdürün
bu samimi ve rahat tavrını görünce hemen söze girdim;
-Müdür
Bey, ben devletin birçok kurumunun değişik kademelerinde görev yaptım. Devleti
çok iyi tanıyorum. Bu devlet her şeyi tek tip yetiştirdiği gibi memurunu da tek
tip olarak yetiştirmektedir. Siz bizim her hareketimizi kontrol ediyorsunuz.
Gelişen bu teknoloji ile en az 3 km. mesafede sesimizi kaydedebiliyorsunuz.
Eğer içimizde bir yemciniz ya da görevliniz varsa onun vasıtasıyla
görüntülerimizi çok rahatlıkla önünüzdeki bilgisayardan canlı olarak
izleyebiliyorsunuz. Bu iş için bir anahtarlık, yüzük ya da bir cep telefonu
yeterlidir. Cep telefonları bu işler için birebirdir. Yani bizim çayımızı hatta
hangi marka sigara içtiğimizi bile çok kolayca tesit ediyorsunuz. Artık bu
teknolojik gelişim hiçbir şeyi gizli bırakmıyor. İnternette yaptığımız her şeyi
kayıt altına alabiliyorsunuz. Yani her an sizi ensemizde hissediyoruz!
Bu
açıklamalarım üzerine, polis müdürünün o rahat tavrı gitti ve yüzü gittikçe
asık duruma geldi. Birden bana dönerek;
-Sen yanlış biliyorsun. Nereden çıkarıyorsun böyle
şeyleri? Komplo teorilerini yürütüyorsun. Bu komplo teorilerini ben bile bu
kadarını bilmiyorum. Sen akıllı birine benziyorsun. Senin gibi aklı başındaki
insanların bu partilerde yer alması bizim için de çok iyi olur. Çünkü
gençleriniz bizi düşman olarak görüyorlar. Biz de onları muhatap almak istemiyoruz…
Polis müdürünün bana karşı tavrı ve yaklaşımı
“gözüme-kaşıma hayran olduğu” için değildi elbette, bir amacı olduğu belliydi.
Belli ki, bu polis müdürü beni çok iyi takip etmiş ve
benim örgütle hiçbir ilişiğim olmadığını biliyordu.
Her
konuda uzman olmaya olanak yoktur. Ancak başarmak için devletin işleyişi ve
kurumları konusunda da bazı bilgilere ve tecrübeye sahip olmak gerekir.
Sakın
Başbakan Sayın Recep Tayip Erdoğan bu sözlerimi duymasın! Yoksa beni de
“Paralel Yapı” içine atarsa, ömür boyu içinden çıkamam!
1990’lı
yıllarında Elazığ’da “Deli” Hastanesini ziyaret etmiş ve orada bulunan bir
hastaya öğretmen olduğumu söylemiştim. “Deli” diye bildiğimiz hasta; “Herkes
kendi mesleğinin öğretmenidir” yanıtını verince çok utanmış ve şaşırmıştım.
Çünkü haklıydı ve söylediği söz gerçeği yansıtıyordu. 27/04/2014
------------
*Em. Öğrt.