Adil
Okay
NEFRET
SÖYLEMİNİN HEDEFİNDE ARAPLAR, KÜRTLER, TÜRKLER…i
Nefret
söylemi… Yeni bir kavram. Eskiden insanlar “söylemlerinin”
nefrete - suça teşvike yol açacağını bilmezlerdi. Empati
yapılmaz ve yaşanan katliamlar doğal karşılanırdı. Örneğin
meydanlara kurulan idam sehpalarında “suçlu”ların idamı veya
eli kesilecek “hırsız”ların infazı “ailecek” seyretmeye
gidilir, çocukların geleceği bu manzaranın yol açtığı
travmayla karartılırdı. Modernizm “akıl çağı”nı başlatıp,
“özgürlük-eşitlik-kardeşlik-laiklik” şiarıyla
aristokrasiye- feodaliteye karşı burjuvaziyi iktidara taşıdı.
Görece bir “ilerleme - ilericilik”ten söz edebiliriz. Örneğin
burjuva devriminden önce şeriatın kestiği kollar-bacaklar
acırken, modernite kol-bacak- cinsel organ kesmek yerine
hapishaneleri icat etti. (Tabi 21. Yüzyılda hâlâ kol-kafa
kesmeler yaşanıyor. En son İŞID örneğinde olduğu gibi. Hatta
şeriatla yönetilen ülkelerde, recm-kırbaçlama gibi ortaçağ
uygulamalarının devam ettiğini biliyoruz.)
Elbette
ilerlemenin-aydınlanmanın-bilinçlenmenin sınırı yok. Bu gün de
“burjuvazi”nin bir diğer ifadeyle sermaye sınıfının
gericileştiğini söylüyoruz. Bu gericileşme insan ve doğa
talanına yol açıyor. 1. ve 2. Dünya savaşında katledilen on
milyonlarca insanın katili, dünyayı yeniden paylaşım için
savaşa karar veren bu sınıftır. Modernizmin “aklı”dır. İşte
insanları kendi erklerinin ve saltanatlarının sürmesi için
birbirlerine kırdıran sermaye sınıfı, klasik bir tanımla
“böl-parçala-yönet” yöntemiyle hep ayakta kaldı. Din ve
milliyetçilik bu sınıfın elinde hep önemli bir malzeme-argüman
oldu.
Bu
anlamda savaşların geri planında yatan sınıf çıkarlarına,
ekonomik ilişkilere işaret eden Marksistler hep haklı çıktı.
Postmodern
felsefede “hoş görü” ve “nefret söylemi”
Ancak
günümüzde sermaye sınıfı “sol”u da postmodern felsefeyle,
örneğin içi boş “insan hakları ideolojisi- çok kültürcülük,
hoş görü ve sivil toplumculuk” söylemleriyle etkisi altına
aldı. Bu felsefe, “solun söylemiyle sağa saldıran, sağın
söylemiyle sola saldıran”, dönem dönem kimi söylemleriyle
çakıştığımız ama özünde “kapitalizm düzeltilebilir –
başka bir alternatif yok”da ifadesini bulan eklektik bir düşünce
biçimidir. Anlaşılacağı üzere: “Herkes siyaseti fikirsiz bir
ilmihalin ikiyüzlülüğüyle karıştırmakla meşgul. Ahlâki
terörizm kılığına bürünmüş entelektüel karşı-devrim, Batı
kapitalizminin rezaletlerini yeni evrensel model olarak aktarıyor.
(Batının) Sözde “insan hakları” yeni özgür düşünce
biçimleri yaratmaya yönelik girişimleri her alanda yok etmeye
hizmet ediyor.ii
Bütün
bu sıraladıklarım ayrı ayrı açılacak konularıdır. Çok
dağıtmadan günümüzdeki “nefret söylemlerine” değinmek
istiyorum.
Çok
bilinen nefret söylemleri “Ermeni dölü, Yunan tohumu” gibi
sözlerdir. Ve elbette eşcinsellere ve kadınlara yönelik hakaret
sözcükleri hatta nefret söylemi sayılacak “ata” sözleri
sayılmayacak kadar çoktur: “Kızını dövmeyen dizini döver,
eksik etek” gibi. Bunlardan bazıları örneğin “Kuyruklu Alevi-
Kürt” gibi söylemler süreç içinde unutuldu. Ama “Türk-Sünni
ve heteroseksüel erkek” olmayanlara yönelik hakaretler devam
etti.
Rojava
Suriye ve Irak’ta yaşananlar
Son
aylarda Rojava devrimi ve Suriye’deki iç savaş gündemimizin baş
konusuydu. Irak’ta ve Irak Kürdistan’ındaki gelişmeler ve İŞID
adlı örgütün katliamları hepsinin önüne geçti. Ben de bu
konuda bir dizi makale yazdım.iii
Katıldığım TV programlarında (İMC TV ve TV 10 ) Şengal
direnişini selamladım. Kobane sınırına bir grupla gidip
desteğimi sundum. Bu yazıyı kaleme aldığım sırada İsrail’in
ve IŞID’ın saldırıları, Ezidilerle Filistinlilerin dramı
devam ediyordu. Acıların yarıştırılması da doğru değil tabi.
Ezidi toplumunu ve Filistinlileri öne çıkarmamızın nedeni
bölgede zulme uğrayan en büyük nüfus olduklarındandır.
Gazze’de 2 milyona yakın insan abluka ve bombardıman altındadır,
Şengal’de de yarım milyon insan yaya olarak katliamdan ve
tecavüzden kaçmaktadır. Ancak Ezidiler yanı sıra bölgede
yaşayan Şii Türkmenler, Şavaklar, Arap Hıristiyanlarla Aleviler
ve İŞID saflarına katılmayı reddeden Sünni Araplar da aynı
zulmün mağduru olmuşlardır. İşte tam da burada -belki de
farkında olmadan- “acılar yarıştırılmaya” başlanmıştır.
Türkiye’de
bir kesim Gazze trajedisini öne çıkarıp IŞİD’e direnen
Rojava’yı ve yarım milyon Ezidi’yi yok saymış, sadece
Filistinlilerin ve Türkmenlerin dramını dillendirmiştir. Batı
medyası da başlarda sadece Iraklı ve Suriyeli Hristiyanların
yaşadığı dramı kamuoyuna duyurmuştur. Ama bu yanlı duyurmayı
yapanlar, İŞID’ın kendi hükümetleri tarafından
beslenip-büyütüldüğünü yazmamışlardır. ABD ve AB
ülkelerinin yani kapitalist bloğun geç ses çıkarmaya
başlamasının nedeni budur. Onlar “orta doğuda sürekli kaos”tan
nemalanmaktadırlar. AKP hükümetinin “soydaşlarımız” dediği
Türkmenlerin yardımına koşmamasının bir nedeni İŞID ile
kurduğu “iyi ilişkiler” ve “rehineler” ise diğer nedeni
bölgedeki Türkmenlerin Sünni değil, Şii olmasıdır. Gazeteci
yazar William Engdahl; “IŞİD’in
bir CIA / NATO projesi olduğunu, IŞİD’in 2012’de Ürdün’ün
Safavi kentindeki bir CIA-Özel Kuvvetler eğitim kampında
eğitilmeye başlandığını, bu kampın ABD, Türk ve Ürdünlü
istihbaratçılarca yönetildiğini, kampın finansmanını Suudi
Arabistan ve Katar'ın sağladığını yazıyor.”
Acıların
yarıştırılması ve nefret söylemi
Sözünü
ettiğim “acıların yarıştırılması” bizim cenahta ise
empati yoksunluğundan yapılmaktadır. Ve bu tavır farkında
olmadan nefret söylemine yol açmaktadır. Yani söz konusu nefret
söylemleri ırkçı-milliyetçilerin propaganda aracı, apolitik
insanların şartlı refleksi iken, bazen de kendini solda
tanımlayanları da etkileyebilmektedir. Bunlar
büyük olasılıkla Ezidiler gibi katliamlara uğrayan Şii
Türkmenlerin, Arap Hristiyanların, Nusayrilerin, Şavakların
varlığından bile haberdar değildir. Sayıca
çok az da olsa bu insanların tepkileri sosyal paylaşım ağlarında
dolaşmaktadır. Örneğin İŞID’a duyulan öfke bu çevrenin
tepkilerini Araplara yöneltebilmektedir. Araplar genel olarak
suçlanmakta ve “katliamcı - tecavüzcü – korkak” olarak
tanıtılmaktadır. Oysa İŞID’ın
içinde Arapların yanı sıra, Türklerin, Kürtlerin Bosnalıların,
Kosovalıların v.d. milliyetlerden insanların olduğunu bilseler bu
tepkiyi göstermezlerdi. Ayrıca velev ki bu çete sadece Araplardan
oluşsun, bu durumda bile tüm Araplara hakaret etmek nefret
söylemidir. Diğer yandan İŞID’ın kendilerinden olmayan
Araplara da saldırdığını unutmamak gerekiyor
Hatırlayınız
herkesin sustuğu, kendi haklarını bile savunamadığı bir
dönemde, Arap diye küçümsenen Filistinliler zulme karşı
topyekûn halk olarak savaşmaya başlamışlardı. Birçoğumuzun
idolü, Filistinlilerin tuzunu ekmeğini yemiş ve Filistin Kurtuluş
Savaşı’nın rahle-i tedrisinden geçmişti. Hatırlatmakta yarar
var. Filistinliler ilk intifadayı 1917’de başlatmışlardı.
Diğer
yandan Arap baharı belki karşılığını bulmadı, kapitalist blok
tarafından manipüle edildi ve işbirlikçi hükümetler devrimi
askıya aldı ama ayaklanmalar nasıl da hepimizi heyecanlandırmıştı
hatırlayalım. Ve ayrıca bizim ülkemizde de halklara örnek
gösterilecek bir “yönetim” tarihi boyunca olmadı. Yani kötülük
AKP ile başlamadı. AKP, kötülük imparatorluğunu hâyâsızca
devam ettirdi. Birçok ülke gibi bizim de tarihimiz katliamlar
tarihidir. Ama bu yaşananlara rağmen tüm Türkler kötüdür
yorumunu yapamayız. Tarihinde bin Dersim olan ABD yönetimine rağmen
tüm Amerikalılar kötüdür diyemeyeceğimiz gibi.
Kürtler,
Çerkezler, Çeçenler ve Rumeli göçmeni Müslümanlar
“24
Nisan 1915'te, Ermeni aydınlarının çıkarıldığı ölüm
yolculuğundan bir hastanede saklanarak kurtulan Zabel Yesayan’ın
şu yazdıkları düşündürücüdür: “Pek çok anne, genç
kızlarını Fırat’ın sularına atmıştır. Genç kadınlar yeni
doğmuş çocuklarıyla birlikte aynı sulara atlamışlardır: “Pek
çoğu delirdi. Aralarından bazıları tecavüzden sonra kaçmayı
başardı; bunların çoğu kaçarken öldürüldü (…) Bu
zavallılar herhangi bir toplanma yerine vardığında Kürtler,
Çerkezler, Çeçenler ve Rumeli göçmeni Müslümanlar, bunlara göz
yuman (Türk b.n.) jandarmanın himayesinde tehcir edilenlerin
kampına saldırıyordu. Üzerlerinde ne bulurlarsa alıp götürüyor,
elbiselerini bile soyup çıkarıyorlardı.”iv
Bu
acı gerçeklerden yola çıkarak tüm Türklerin, Kürtlerin,
Çerkezlerin, Rumeli göçmen Müslümanların “kötü –tecavüzcü
-soykırımcı” olduğunu söyleyebilir miyiz. Yine Ermeni
tarihçilerin yazdığına göre Ermenileri katliamdan-tecavüzden
korumak isteyen Kürtlerin, Türklerin ve diğer etnik kökenden
insanların varlığı da biliniyor.
1992
yılında önce Bosna, sonra
Kosova'da başlayan soykırım
sırasında da yüz binlerce insan topraklarından sürüldü.
Binlerce Müslüman kadın tecavüze uğradı. Bunların sorumlusu
milliyetçi Sırplardı. Hindistan’da Sih’li Müslüman kadınlara
tecavüz edip yakanlar da Hindu milliyetçilerdi. Tarihin yazdığı
en büyük soykırımı gerçekleştiren Hitler Almanya’sıydı.
Yakın çağın en büyük (Ruanda) soykırımında ise Fransa’nın
suç ortaklığı belgelerle ortaya serilmiştir. Ama buna rağmen
tüm Almanlara, Sırplara, Hindulara, Fransızlara kötü diyemeyiz
Barış
için Filistinlilerle el ele yürüyüş yapan Yahudiler olduğu
gibi, İsrail parlamentosunda “Filistinli kadınlara tecavüz edin”
diyen Yahudiler de var. Bunu söyleyen Siyonist vekilin İŞID
çetesiyle düşünce kardeşliği açıktır. Yani tecavüzcüler ve
tecavüzü savunanlar alçaklıkta birleşmektedirler. Dolayısıyla
tecavüzcülerin tümünü tek bir din-mezhepten ya da etnik kökenden
görmek yanlıştır.
Sonsöz
Acıları
yarıştırmayın. Acıları yarıştırırken farkında olmadan
nefret söylemleriyle buluşur ve ırkçı-milliyetçi kesime malzeme
verirsiniz.
Velhasıl:
“Kötü millet yoktur. Kötü yönetimler- ‘erk’ler vardır.
i Newroz
Dergisi, 01.09.2014. S. 256.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder