28 Ağustos 2014 Perşembe

Savaşta tecavüze uğrayan kadınlar ve erkekler...



 SAVAŞTA TECAVÜZE UĞRAYAN KADINLAR VE ERKEKLER
Ya da TECAVÜZDEN KURTULMAK İÇİN İNTİHARI SEÇENLER

Adil Okay


Ya tecavüze uğrayacağını anlayınca intihar eden kadınlar. İnsan kızı - oğlu son ana kadar yaşama tutunmaya çalışır. Kimi zaman çaresizlik olarak değerlendirilen intihar, çok özel anlarda bir kurtuluş ve onur eylemi sayılır. Diyarbakır’da Dörtler’in kendini yakması, “ölemezsiniz, sizi biz öldüreceğiz, ağır ağır, onurunuzu ve derinizi birlikte yüzeceğiz”[i] diyen işkencecilerin yüreklerine korku salmıştır. Keza İttihat ve Terakki taşeronlarının Karadeniz’de katlettiği 15’lerden Mustafa Suphi’nin karısının kaçırılıp, aylarca tecavüze uğradığını ve sonunda, −soykırım esnasında tecavüzden kurtulmak için, el ele, ‘katillere karı olmayacağız’ diyerek Fırat’a atlayan Ermeni kadınlar gibi−  intihar ettiğini biliyoruz. “

“Gözümün önünde onlarca namussuz tarafından "tecavüze uğradıktan sonra boğazı kesilerek katledilecek kızımın yüzüne baktım… Kararlı bir şekilde silahımı çıkardım’ arkanı dön ciğer parem yavrum’ dedim… Bana gülümseyerek ‘seni çok seviyorum babam, ellerine kurban olduğum,  beni derin göm cesedimi lekelemesinler’ diyen kızımın kanı ciğerime sıçradı... “ Şengal’li bir baba

Yukarıdaki dehşet verici cümleler karşıma sosyal paylaşım ağlarında çıktı. Doğruluğunu teyit edemem. Ancak dünya tarihinde savaşın ilk mağdurlarının kadın ve çocuklar olduğu biliniyor. Savaşta kadınların tecavüze uğradığına dair bilgi ve belgeler o kadar çok ki. Bu dram sinema filmlerinden edebiyata ve ağıtlara kadar sanatın her alanına yansımıştır.

Ya tecavüze uğrayacağını anlayınca intihar eden kadınlar. İnsan kızı - oğlu son ana kadar yaşama tutunmaya çalışır. Kimi zaman çaresizlik olarak değerlendirilen intihar, çok özel anlarda bir kurtuluş ve onur eylemi sayılır. Diyarbakır’da Dörtler’in kendini yakması, “ölemezsiniz, sizi biz öldüreceğiz, ağır ağır, onurunuzu ve derinizi birlikte yüzeceğiz”[ii] diyen işkencecilerin yüreklerine korku salmıştır. Keza İttihat ve Terakki taşeronlarının Karadeniz’de katlettiği 15’lerden Mustafa Suphi’nin karısının kaçırılıp, aylarca tecavüze uğradığını ve sonunda, −soykırım esnasında tecavüzden kurtulmak için, el ele, ‘katillere karı olmayacağız’ diyerek Fırat’a atlayan Ermeni kadınlar gibi−  intihar ettiğini biliyoruz. “

24 Nisan 1915'te, Ermeni aydınlarının çıkarıldığı ölüm yolculuğundan bir hastanede saklanarak kurtulan Zabel Yesayan, konvoylarda iyi eğitimli, yüksek tabakalara mensup kadınlar da olduğunu vurgular. Söz konusu kadınların birçoğu infazlar ilk başladığında intihar etmiştir. Pek çok anne, genç kızlarını Fırat’ın sularına atmıştır. Genç kadınlar yeni doğmuş çocuklarıyla birlikte aynı sulara atlamışlardır.[iii]

Bu konuda derlenmiş ağıtlar bulunmaktadır: “Ermeni kızlar el ele tutuştular/ kendilerini Fırat nehrine attılar” veya “Giden giden ermeni kızlar/ Bir gün ölüm bize düşer/ Düşmana avrat olmamaya/ Yeprat’ın (Fırat’ın) içinde ölüm bulayım.”[iv]  (Sv.2000: Gth. 496, s.438)

Bir örnek daha vereyim: ‘Hüsrev Anaşirvan, Dara ve Apamea’da Romalıları yenilgiye uğrattığında (M.S. 573) iki bin kadar Romalı genç kızı Türklere haraç olarak göndermek istedi. Kızlar ise topluca intihar ettiler. Yine Hüsrev’in M.S. 540‘da Antakya’yı ele geçirmesi üzerine bir grup Antakyalı soylu kadının topluca intihar ettiğini tarihçi Procopius kaydeder.’ [v]

Uygar Batı mı… Modern Dünya mı… Suç ortakları mı…
Hadi bir an için “ortaçağ sona erdi, aydınlanma, demokrasi, batı geleneği dünyaya hakim oldu…” diyenlere kulak verelim.  Ve O “Modern Dünya”dan örnekler vereyim:  2. Dünya savaşında Nazilerin tecavüz ettikten sonra katlettiği kadınların sayısı yüz binlerle ifade edilmektedir. Lund Üniversitesi'nden Helle Rydström, Fransa-Vietnam Savaşı'nda yaşanan tecavüz dehşetini şu sözlerle anlatmıştır: "Sömürgeci gücün üstünlüğünü kanıtlamak için özellikle hamile kadınlar hedef alındı. Hamile kadınlara tecavüz ediliyor, önce bebekleri sonra kendileri öldürülüyordu. Böylece hem doğacak düşman ortadan kaldırılıyor hem de geleneksel olarak ailesini koruması beklenen erkekler de küçük düşürülmüş oluyordu.

Yine Fransa’nın suç ortaklığında gerçekleşen Ruanda soykırımı esnasında, “BM’e göre, 1994'de 250 bin ile 500 bin arasında Ruandalı kadın cinsel saldırıya uğradı. Tutsi kadınlarının sistemli şekilde tecavüze uğraması soykırım ideolojisinde yer alıyordu" diyen Ruandalı psiko-sosyolog Assumpta Mugiraneza, saldırıya uğrayan kadın ve genç kızların üremelerini engellemek için başka barbarca muamelelerin yanı sıra, cinsel organlarının kesildiğini de belirtti.”[vi]

Kongo Demokratik Cumhuriyetinde de 6 yılda 40 bin kadın, tecavüze uğradı ve seks kölesi olarak kullanıldı. Doğu bölgesinde 20’den fazla silahlı grup, kadınlara, genç kızlara, erkeklere ve bebeklere sistematik olarak tecavüz etti.

1992 yılında önce Bosna, sonra Kosova'da başlayan soykırım sırasında da yüz binlerce insan topraklarından sürüldü, hayatını kaybetti, toplama kamplarına kapatıldı, insanlık dışı işkencelere uğradı. Hepsinden öte, her fırsatta Doğu'ya, kendi kurum ve kuruluşları aracılığıyla insanlık dersi vermeye kalkan medeni Batı, 1995 yılı baharına kadar süren bu vahşet sırasında tecavüz edilen kadınların çığlıklarını duymadı. On değil, 100 değil, 1.000 değil yaklaşık 50 bin kadına tecavüz edildi. BM Ofisi, Ekim 2002 ile Şubat 2003 arasında yaklaşık 5000, yani günde ortalama 40 kadının tecavüze uğradığını tahmin ediyor. Çoğu vakada tecavüz kurbanları, kasıtlı yaralanmış ya da öldürülmüştür. Binlerce kadın ve kız çocuğu kaçırılmış, kaçınılmaz yoksulluk yüzünden seks köleleri haline gelmeye ya da ön saflarda savaşmaya zorlanmışlardır.”

Kürt kadınları neden bıçak taşıyor
Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız’ın anlattıkları da insanın kanını donduruyor. Ve ne yazık ki bu anlatılanlar yukarıda yazdıklarım gibi gerçek. “Kadınlara tecavüz edildiğini vücutlarının iki araca bağlanıp ters yönlere çekilerek parçalandığını, esir alınarak satıldığını anlatan Sarıyıldız, Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman olup soykırımdan kurtulmaya çalışanların da büyük bir kısmının öldürüldüğünü söylüyor. IŞİD’in kadınlara dönük saldırılarında kullandıkları bir diğer yöntem ise göğüs kesmek. Ezidi soykırımı yapan IŞİD çeteleri, kadınlara özellikle saldırıyor, tecavüz ediyor. [vii]

Ve kadınlar ve kız çocukları, kurtuluş için Tanrı'dan ölümü diler hale getiriliyor.

Benzer bir açıklamayı da Diyarbakır Barosu Başkanı Av. Tahir Elçi yapıyor:” Zaho'ya 120 bin, Duhok sınırlarına ise 250 bin civarında Şengallinin ulaştığı bilgisini aldıklarını belirtti. (…) Kürt kadınları dağlarda yaşama mücadelesi veriyor. Bu vahşi sürünün tecavüzlerine maruz kalmamak adına kendi yaşamına son vermek için yanlarında bıçak taşıyorlar…"

Halepçe’den Şengal’e, Şengal’den Gazze’ye aynı suç örgütünün katliamları
İsrail parlamentosunda “Filistinli kadınlara tecavüz edin” diyen Siyonist vekilin İŞID çetesiyle düşünce kardeşliği açıktır. Yani tecavüzcüler ve tecavüzü savunanlar alçaklıkta birleşmektedirler. Dolaysıyla tecavüzcülerin tümünü tek bir din-mezhepten ya da etnik kökenden görmek yanlıştır. Erk için erkeklerin başvurduğu tecavüz eylemi dünya tarihinin utanç sayfalarında kalmamış bu güne kadar devam etmiştir. Erk için dedim. Yani mikro ve makro otoritelerin, işgal-iktidar-egemenlik kavgası için diye de anlayabiliriz bu açıklamayı. Nurdan Akıner’in ifadesiyle: “Savaşı yapan erkekler, barış masasına oturunca ırzına geçilen insanlık onurunun hesabını sormadı, sormuyor. Savaş zamanlarında kadına tecavüz suç değil, hiçbir yaptırımı yok.”

İşte bu gün de İŞID çete üyeleri, “tek din, tek mezhep, İslam devleti, halifelik” sloganıyla insanları boğazlamakta ve kadınlara tecavüz etmektedir. Ve IŞID’ın hedefinde sadece Kürtler yoktur. Bölgede Sünni olmayan ve kendilerine biat etmeyen tüm halklara, örneğin Hristiyanlara, Kakai’lere, Şavak’lara, Şiir Türkmenlere de aynı zulmü uygulamaktadırlar. Sonuçta İŞID’ın da bir “erk” yani iktidar hedefi vardır. Peki, İslam adına kadınlara tecavüz eden, sonra da esir pazarlarında satan İŞID kimlerden oluşuyor? Aldatılan inananlardan, gözlerini kan bürümüş canilerden: Araplardan, Türklerden, Kürtlerden, Bosnalılardan, Kosovalılardan v.d. milliyetlerden. Düne kadar ABD’nin görmezden geldiği örgüt büyüyünce denetlenemez hale geldi. Hatırlayınız Saddam Hüseyin de bir zamanlar ABD’nin has adamıydı. Ama ele avuca sığmaz olup ABD’nin petro-dolarlarına el koymaya başlayınca gözen çıkarıldı. Ve idam edildi. Oysa aynı ABD, Saddam’ın on yıllar boyunca süren katliamlarına –örneğin Halepçe- göz yummuştu.

“1980’li yıllarda Samuel Huntington “Medeniyetler Çatışma”sını yazdığında, öngördüğü bugün yaşananlardı. Hıristiyan dünyası Musevilerle olan ezeli savaşını askıya alarak, büyük düşman İslam’a karşı birleşecek, İsrail’in esenliği ve “beyaz adam”ın hâkimiyeti için birlikte mücadele edeceklerdi. Canavar IŞİD’cilerin doğmasına, büyümesine bunun için müsaade edildi. Şimdi ne olacak? ABD kendi yarattığı canavarı yok mu edecek, yoksa yaralayıp bırakacak mı? Büyük bir olasılıkla yaralı olarak kullanmaya devam edecek. Çünkü IŞİD bölgedeki “sürekli savaş” durumunun devamı için gerekli.”[viii]

Savaşta tecavüze uğrayan erkekler
Bitirirken – her ne kadar yazı konusu savaşta kadınlara tecavüz olsa da- görmezden gelinen bir konuya değinmek istiyorum: İstatistiklere göre savaşlarda kadına tecavüz genel bir uygulama. Ama erkek esirlere yönelik tecavüz uygulamaları da yok değil. Kaliforniya Üniversitesi'nden Lara Stemple, Male Rape and Human Rights isimli çalışmasıyla bu konuya dikkat çekiyor: “Erkeğe yönelik cinsel şiddet Güney Afrika ülkeleri, Şili, Yunanistan, Hırvatistan, İran, Kuveyt, dağılan Sovyetler Birliği ve Yugoslavya gibi pek çok ülkede bir savaş ve siyasi baskı aracı olarak kullanıldı. Londra'daki bir işkence tedavi merkezinde kontrolden geçirilen Sri Lankalı erkeklerin yüzde 21'i tutuklulukları sırasında cinsel şiddete maruz kalırken, 1980'lerde El Salvador'daki erkek siyasi tutukluların yüzde 76'sı tutukluluk süreleri boyunca en az bir kez cinsel istismara uğradı. Amerika Birleşik Devletleri'nde her yıl 92 bin 700 erkek tecavüze uğrarken, İngiltere'de tecavüz vakalarının yüzde 7,5'i erkeklere yönelik. Saraybosna'daki 6 bin toplama kampında yapılan bir araştırmada ise erkeklerin yüzde 80'i'nin tecavüze uğradığı ifade ediliyor. (…) Cinsiyet rollerinin katı kodlarla belirlendiği patriarkal toplumlarda tecavüze uğradığı öğrenilen erkekler toplumdan dışlanma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor. Lare Stemple'nin araştırması erkeğe yönelik cinsel tacizi savaşın bir tamamlayıcısı olarak göstermenin yanı sıra uluslararası yardım kuruluşlarının erkek mağdurlara yönelmediğine dikkat çekiyor.”[ix]

Son söz
Velhasıl dünyada yüzyıllardır hâkim olan kapitalist barbarlık, biçim değiştirerek sürmektedir. Günümüzde yaşanan savaşların-katliamların sorumlusu, dolaylı ya da dolaysız aynı barbarların eseridir. Açıktır ki dünyayı ‘tecavüzcü’lerden kurtaracak olan Hollywood’un sanal kahramanları değil, ezilen halkların örgütlü - birleşik mücadelesidir.

Ağustos 2014


[i] Bu replik, Dörtler’i de içine alan “Karanlığın İçinde Aydınlık Yüzler” adlı tiyatro oyunumda geçmektedir.
[ii] Bu replik, Dörtler’i de içine alan “Karanlığın İçinde Aydınlık Yüzler” adlı tiyatro oyunumda geçmektedir.

[iii]  ‘Bu feryat 100 yıldır duyulmayı bekliyor’ , Ümit Kurt – Alev  Er, Agos.

[iv] Verjine Svazlian, Ermeni Soykırımı ve Toplumsal hafıza, Belge yayınları, İstanbul 2005, s. 39
[v] Kurtuluş Dergisi No.5 Ocak 2000
[vi] www.metrofrance.com sitesinde Judith Korber'in kaleme aldığı haberi Erol Önderoğlu Türkçeleştirdi.
[vii] Nurdan Akıner Mersin - BİA Haber Merkezi                   
[viii] Melek Ulagay Taylan İstanbul - BİA Haber Merkezi 13 Ağustos 2014.
[ix] Erkeklere Tecavüz ve Cinsel Şiddet, Hazal Hürman , BİA Haber Merkezi 19 Temmuz 2011.


25 Ağustos 2014 Pazartesi

Muhammed-Atatürk-Erdoğan Üçlüsü Üzerine Kısa Bir Not...




Mustafa Elveren
elverenmustafa@hotmail.com

Büyük bir cesaret örneği gösterip resmi ideoloji, ırk, din ve inanç konularında bazı tabuları kırmak gerekir.

Allah’ı, peygamberleri, halifeleri, Türk büyüklerini, dergâhları, Ermenileri, Alevileri, Kütleri, Türkleri ve benzer konuları eleştirmeyeceksek, neyi tartışacağız? Bu konuda hep şunu söylüyorlar; “Ülkenin ve halkın hassasiyetleri var” deyip, insanların kör karanlıktan çıkmasını önlediler. Bugün Ortadoğu’da İslam adına insanları acımasızca öldüren katil sürüsü IŞID çetesi bunun en açık kanıtıdır.
Takunyacıların, postalcıların, milliyetçilerin, ulusalcıların ortaklaştığı-birleştiği bir “TEK” konu vardır: RESMİ İDEOLOJİ. Yani “TEKÇİLİK” mantığıdır.

Okullarda okutulan Tarih kitaplarında, Türk-İslam sentezinden oluşan sistem demokrasi olarak bize yutturulmaktadır.

Resmi ideoloji savunucuları; İslam Peygamberi Muhammed Mustafa’nın çok büyük bir din önderi olduğunu söylüyorlar. Ayni şekilde TC kurucusu Mustafa Kemal’in de büyük bir devlet ve fikir adamı olduğunu bu güne kadar hep söylenmektedir. O nedenle Muhammed Mustafa ile Mustafa Kemal’i birbirinden ayrı tutmak doğru değildir. Bundan böyle bu ikiliye Recep Tayyip Erdoğan’ı da ekleyebiliriz.

Türkiye’de bu gün Yürütme-Yasama-Yargı erkleri şeklen vardır. Antidemokratik seçim sistemi nedeniyle tüm yetkiler fiilen Sayın Recep Tayyip Erdoğan’da toplanmış durumdadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin Mustafa Kemal Atatürk dönemi de böyle değil miydi?

Buradan hareketle; Mustafa ismi hem peygamberi hem de Atatürk’ü çağrıştırdığından, biran için Muhammed Mustafa adını Türk-İslam sentezinin simgesi olarak düşünelim. Tek millet, tek din ve tek adam mantığıyla yönetme gerçeğini de göz önüne alırsak, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Muhammed Mustafa’nın güncellenmiş şekli olduğunu söylemek abartılı olmaz.

Her üçünün de iktidarları döneminde edindikleri mal varlığı bize ayrıca ipucu vermektedir.
Anlaşıldığı üzere; Muhammed-Atatürk-Erdoğan üçlüsünün epeyce ortak paydaları mevcuttur.
Ancak; Mustafa Kemal Atatürk ile Recep Tayyip Erdoğan’dan nüans farkı ile Muhammed’in (ilk karısı Hatice’nin çok zengin bir tüccar olduğu söylenmektedir) 13 evlilik yapmış olması kaideyi değiştirmez.
Dolayısıyla mevcut sistem tarafından İslami ve eğitim kurumları bu formata uyarlandığı bilinmektedir. Yani resmi ideoloji güncellenmiştir. “Başbakan imam hatip mezunu olduğu için dini tedrisata, Muhammed’in hayatını bilmeye, camilerin çoğalmasına öncelik tanımıştır.” (Dr. İsmet Turanlı / www.gomanweb.org)

Güncellenen Mustafa Muhammed; vatana, millete ve en önemlisi de Müslümanlara hayırlı olsun!
Darısı Alevilerin ve ötekileştirilen diğer kimliklerin başına!

Artık Başbakan’ın pardon Cumhurbaşkanı’nın develerine dokunan yanar!
24.08.2014

21 Ağustos 2014 Perşembe

BİR HEYKEL VE BİR İNSAN CANI...


Adil Okay



“Mahsum Korkmaz'ın kafasına basan bu sefil yaratıklar da imamdan etkilenmişler..” A.O

Bu fotoğraf bize yabancı değil.
Lenin heykelini yıkanlar da böyle poz vermişti.
Bosna’lı Müslüman kadınlara tecavüz eden milliyetçi Sırplar da.
Guantanama’da ABD askerleri, tutsakları anadan üryan üst üste yığıp, üstlerine oturup böyle poz vermişlerdi.
İsrail askerleri yere yatırdıkları Filistinlilerin kafasına basıp zafer işareti yapmışlardı.
Kulak koleksiyonu yapan Mehmet Ağar’ın tosuncukları, özel tim mensupları da benzer pozlar vermişlerdi.
Kenan Evren’in maşaları da.

Ve bu gün İŞID tecavüzcüleri de kestikleri insan kafalarının üzerine basarak poz veriyorlar.

Ve dikkat edin bunların büyük çoğunluğu milliyetçidir. Örneğin İspanya iç savaşında “non pasaran” diyerek faşizme karşı savaşan İspanyol devrimci kadınlara tecavüz edenler de, Naziler de, Gazze’de çocukları katleden Siyonistler de, Bosnalı Müslüman kadınlara tecavüz eden Sırplar da, Sih’li Müslüman kadınlara tecavüz edip yakan Hindular da, Maraş katliamında Alevi kadınları boğazlayanlar da, 12 Eylül işkence hanelerinin tecavüzcüleri de (ve diğerleri) milliyetçiydi.

Ve elbette din argümanı bu insanlık düşmanlarının elinde her zaman bir propaganda malzemesi olmuştur.

Kitap ve film yakmak, heykel yıkmak, yasaklamak, yazar ve gazetecileri hapse atmak hatta katletmek Hitler'den, Kenan Evren'e ve Taliban’a kadar tiranların başvurduğu bir metot olmuştur. Tarih padişahların, kralların, başkanların yaktırma, yıktırma, yasaklatma eylemleriyle doludur.

Tabi benim sorunum sadece heykeller değil. Özellikle ülkemizdeki estetik güzelliği olmayan heykellerden zaten şikâyetçiyim. Ama benim sorunum bir halkın değerlerine hakaret eden zihniyettir.

Siz idollerinizin heykelini diktiğinizde, hangi Kürt o heykeli indirdi, ayağının altına aldı. Savaşın en kızıştığı dönemde, imkânları varken bile heykellerinize dokunmadılar.

Ama siz, bir yandan barış derken diğer yandan bu halkın değerlerine saldırıyorsunuz.

Sahi Tayyip Erdoğan’dı değil mi, Mehmet Aksoy’un Kars’ta yaptığı heykel için, “ucubedir, tez yıkıla” fermanını veren. Sahi Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanı Melih Gökçek’ti değil mi, ”Ben böyle sanatın içine tükürürüm diyen” cuhela.
İmam … yaparsa cemaat kudurur diye bir laf var.

O heykelin (Mahsum Korkmaz'ın) kafasına basan sefil yaratıklar da imamdan etkilenmişler.
Ve o heykeli indirmek için bir genci, 24 yaşındaki Mehdin Taşkın’ı kurşunlarıyla delik deşik ettiler. 2 göstericiyi de ağır yaraladılar.
Devletin işlediği cinayetlere bir yenisi daha eklendi.
Heykellerden daha önemli olan da bu.
İnsan.
Bu kaçıncı… devlet dersinde katledilen.

19.08.2014

15 Ağustos 2014 Cuma

Marks'ı aşanlar (2)




Faiz Cebiroğlu

Marks'ı aşanlar, Marks'ı ”aşındırıyor.” Marks'ı aşındıranlar, kendilerini küçük burjuva akımına kaptırıyor. Devletsizlik, ulussuzluk görüntüsü altında, proleterya ile burjuvazi arasında sıkışıp kalıyorlar. Böylesi durumlarda, tekrar Marksizmin – Leninizmin başlangıç ilkelerine başvurmak zorunluluk oluyor.

Marksizmin – Leninizmin başlangıç ilkeleri nedir?

Fikirlerimi, kolaylık açısından, noktalar halinde yazacağım ve başlıyorum, bir:

İnsan toplumunun evrim tarihinde, sınıflara geçişle birlikte devlet doğuyor: Sınıf – devlet oluyor.

İki: Feodalizmin çözülüp, yerini kapitalizme bıraktığı çağda, uluslar doğuyor: ulus -devlet oluşuyor.

Üç: Devlet - ulus, hem kapitalist toplumlarda, hem de sosyalist toplumlarda vardır. Zira her iki farklı toplumlarda farklı sınıflar vardır.

Dört: Sınıfların ortadan kaldırılması, yalnızca kapitalistler ile büyük toprak sahiplarinin ortadan kaldırılmasıyla son bulmuyor. Kapitalizmden sosyalizme geçişin sınıf yapısı açıktır: Proleterya ve müttefiki emekçi kitleler, emekçi köylülük. Bu şu demek oluyor: Emekçi köylülük, kapitalizmde ”ara sınıf” iken, sosyalist iktidarda, proleteryanın müttefiki olarak devlet yönetimine katılır.

Lenin'in ”Devlet ve Devrim” kitabını, çocukluğumda okumuştum, Bu önemli kitapta, hatırlayabildiğim kadarı ile, şöyle bir tespit vardı:

Sınıfların ortadan kaldırılması, yalnızca kapitalistlerin ve büyük toprak sahiplerinin ortadan kaldırılması demek değildir. Küçük meta üreticileri var ki, bunlar kovulmaz ya da ezilmez. Bunlarla yaşamayı öğrenmek zorundayız...”

Beş: Komünizme kadar, sınıf – devlet olacaktır. Zira komünizmin alt evresi olan sosyalizmde sınıflar ortadan kalkmıyor. İşçi sınıfı ve müttefiki emekçi kitleler vardır. Sınıflar varsa, hangi toplum modeli olursa olsun devletin ortadan kalkması mümkün değildir. Sınıflar, ancak, sosyalizmin son aşaması olan, komünizmde biter, söner.

Devam etmeden önce, bir parenteze ihtiyacım var.

1917 Ekim devrimi ve sonradan kurulan sosyalist Doğu Avrupa ülkelerinde, sınıflar yok olsaydı, çözülme ve karşı devrimler olmazdı. Unutmamak gerekiyor, küçük burjuvazinin olduğu ülkelerde bile, kapitalizme dönüş tehlikesi her zaman vardır. Bunu başka bir yazıda ele almak mümkündür.

Devam ediyorum.

Marks'ı aşanlar ya da Hasan Balcıoğlu'nun ifadesiyle ”aşındıranlar”, ne yazık ki, küçük burjuva ütopyacıları oluyor. İki sınıf arasında sıkışan bu takım, kapitalizmden sosyalist iktidara geçişte oluşacak devlete yani sosyalist devlete düşmanca karşı çıkıyorlar.

Sonuç mu, şudur: Sınıflar, tam anlamıyla kalkıncaya kadar, sınıf – devlet / ulus – devlet vardır. Sosyalizmin son aşaması, komünizme kadar bu böyle sürüp gidecektir.

Marksizmi ”aşanlara” ya da ”aşındıranlara” iletmek istediğim, politikaya başlangıç ilkeleri bunlar oluyor.

Aşmak” ya da ”aşındırmak” nedir, bilmiyorum. Türkçe anlamını, hâlâ, bilmiyorum. Ama Arapça anlamı var, babam öğretmişti. Yıl, 1978. Antakya, Dursunlu köyünde, bana, Arapça ile; ”se- naktau Cibal!” derdi.Türkçesi: ” Dağları keseceğiz!”

Dağlar nasıl kesilir?Kesilir, sarp dağlar ”aşılarak” kesilirmiş! Çok dağ kestik.Çok dağ aştık!


Daha çok dağ aşacağız. Daha çok dağ keseceyiz...Dağdan dağa koşacağız. Kestiğimiz dağlarda, işçi snıfının ve tüm ezilen halkların bayrağını dalgalandıracağız!

11 Ağustos 2014 Pazartesi

CUMHURBAŞKANLIĞI MEVZUSU HAKKINDA SON NOT...




Adil Okay

Erdoğan kayıtlı seçmenin yüzde 36,5’unun oyu ile cumhurbaşkanı oldu. Tabi oy oranı düşse de cumhurbaşkanı olması Türkiye halkları için bir kayıptır. Seçimin resmi kazananı Erdoğan görünse de asıl kazananı oylarını arttıran Demirtaş olmuştur.

Manzara açık. Çatı zaten inşa edilememişti, o yüzden de çöktü. İhsanoğlu'nu aday gösterdiklerinde CHP ana muhalefet olmaktan istifa etmiştir demiştim. Seçim en büyük başarısızlığın o noktada olduğunu gösterdi. Zaten kampanyayı da iyi yürütememişlerdi. CHP seçmeni AKP taklidi değil, samimi gerçek adaylarla yola çıkmak gerektiği mesajını verdi. Daha önce de vermişti ama parti yöneticileri bunu anlamak istemiyor. Buna yönelik ciddi sancılar olacak. Kendi içlerinde bu bir değişim yaratır mı bilmiyorum. Her yenilgiden sonra muhalifler açısından umut doğacağı düşünülüyor; önümüzdeki günler gösterecek. Siyasi partilerde işleyiş farklıdır. İdeolojik sanırız ama öyle yürümediğini görüyoruz. Kılıçdaroğlu'nun çevresinde konumlarını kaybetmemek için istifa etmesini engelleyecek çevreler var. O yüzden bu konuda bir adım atmayacak. Demirtaş, etkili bir kampanya yapmıştı, sonuçlarını da aldı. Bu bir başlangıçtı. Seçimin resmi kazananı Erdoğan ama önemli bir kazananı Demirtaş. Oylarını önemli oranda arttırdı. Üstelik kendi seçmeninin büyük bölümü mevsimlik işçi. 9,7 oy alan Demirtaş'ın yani HDP hareketinin muhalefet boşluğunu doldurmaya aday şiarıyla yola çıktığını ve söz sahibi olduğunu düşünüyorum.”[i] Diyen Dr. Ayşen Uysal’a katılıyorum

Dün başbakana, onun iktidarında yaşanan ROBOSKİ – REYHANLI – SOMA…sorumlular kim, neden yargılanmıyor diyorduk. Yarın cumhurbaşkanına ROBOSKİ – REYHANLI – SOMA … ne oldu… diye yine hatırlatacağız.

Ve elbette hâlâ tahliye edilmeyen yüzlerce ağır hasta mahpusların “ah”ını hatırlatacağız.

Zindanlarda 5-10-15-20 yıldır yatan sosyalist ve yurtsever tutsakları hatırlatacağız.

Ve elbette Cumartesi Anneleri’ni hatırlatacağız.

Tabi diyecek çok. Emek diyeceğiz. Sınıf diyeceğiz. Çevre diyeceğiz. Kimlik diyeceğiz.

Müzisyen KADİR ÇAT’ın yazdığı özgün bir yorumla ve şair yazar ŞÜKRÜ ERBAŞ’ın dilekleriyle cumhurbaşkanı mevzusunu kapatıyorum:

Bugün bir teyze geldi seçim sandığına. 40 derece sıcaklıkta büsbütün terlemiş ve yaşlı hasta bir anneydi. Elinde buruşmuş bir seçmen kâğıdı.
Şunu söylüyordu: Yavrum ben oyumu kullandım. Fakat oğlum isçidir 30 tl ye günlük alıyor.
Eğer mümkünse ben oğlumun oyunu kullanayım ceza yemeyelim.
Işını bırakır gelirse 30 TL. den olacak dedi.
Elindeki seçmen kâğıdı oğlunundu.
Erdoğan bu şekilde toplumu kendine göre. Şekillendirmiştir.
Secim günü Çalışmak zorunda bıraktırılıyor.
Bir anne ceza yememek için ve oğlunun iradesini sandığa yansıtmak için her şeye rağmen gelmiş.
Varsın. Erdoğan kazansın.

Türkiye. Kaybetmiştir.” diyor Kadir Çat.

Ve Şükrü Erbaş diyor ki:
Alanın uzmanlarına sunulur:
Başbakan her gün konuşuyor. / Başbakan alın damarları çatlayarak konuşuyor. / Başbakan kendine hayran konuşuyor./ Başbakan sevgisiz konuşuyor. / Başbakan her yerde konuşuyor. / Başbakan küçümseyerek konuşuyor. / Başbakan padişah hükmüyle konuşuyor. / Başbakan kibirle küfür sarkacında konuşuyor. / Başbakan mağrur konuşuyor. / Başbakan kimseyi duymadan konuşuyor. / Başbakan dişlerinin arasından parmak sallayarak konuşuyor. / Başbakan buzdan harflerle konuşuyor. / Başbakan kan kırmızısı konuşuyor. / Başbakan dünyadan büyük konuşuyor. / Başbakan şehvetle konuşuyor. / Başbakan ölümsüzlük cezbesiyle konuşuyor. / Başbakan bin korumayla konuşuyor.
Başbakan bir gün susacak, çaresiz...
Başbakanın susması kendisine çok acı verecek, çok…" Şükrü Erbaş

Son söz:
Çok klasik ama hâlâ güncel bir saptama ile cumhurbaşkanı seçimleriyle ilgili diyeceklerimi bitiriyorum: Çoğunluk her zaman haklı değildir. Hitler de çoğunluğun oylarıyla iktidara gelmişti.

[i] AYŞEN UYSAL, "Bu Sonuç Başkanlığa Giden Yolu Açmaz", İstanbul - BİA Haber Merkezi 10 Ağustos 2014.

-------------

Not: Fotoğraf, Ali Osman Abalı' ya aittir.

9 Ağustos 2014 Cumartesi

Biraz ahlak...


Faiz Cebiroğlu
faizce@hotmail.com

Ahlak nedir? İyi duruş nedir? Kötü duruş nedir?

Ahlak nedir?  İyi olan ne? Kötü olan ne?

Ahlak,  bu soruların cevabında mevcuttur. Ahlak, iyi olanla  iyi olmayanı ayırmak demektir. Bu ayrımı yapanlar,  ahlaki duruşları da ”nettir” diyebiliriz. İyi olanla iyi olmayanı ayırt etmeyenler,  çirkin duraklarda yer alıyor ve  ahlaki duruşları da ”karmaşıktır” diyebiliriz.

Ahlak mı,  doğuş oluyor. Ahlak, doğuşla birlikte başlayan ve gelişen huydur.  İyi huy, kötü huy, insan  gelişim sürecinde şekilleniyor. Bu süreçte, ahlak ve yapılanma iç-içe geçiyor. Bu süreçte şekillenen insan, ahlakın olumlu ya da olumsuz örneklerini taşıyor. Süreçtir. Etiksel bir süreçtir.  Bu etiksel sürece, ”pedagojik felsefi bilimi” adını veriyorum. Pedagojik felsefi bilim, sınıfsal bir bilimdir. Ahlak, bu çerçeveye giriyor. Sınıfsaldır. Ahlak, sınıfsaldır.

Felsefi bilim, ahlak çerçevesinde, sınıfsaldır. Tüm normlar, ahlaki değerler, idealler.. hepsi sınıfsal karekterlidir. Sosyalizmden ve sosyalist ahlaktan bahsediyorum. Ortakça mülkiyet temeliyle yükselen tüm normlar, bilinçli bir duruşun ilkeleri oluyor.

Bunları niye yazıyorum?

İŞİD saldırısında ölen, gazeteci Deniz Fırat'la ilgili bir haber paylaştığım için, bana garip ve anlaşılmaz yazılı saldırılar geldi. Beni,”eleştirenler, solcuymuş (!)”. Yeni öğrendim. Eleştirilerini okuyayım dedim. Okuyamadım. Küfür var. Küfürün özü şu: ”Deniz Fırat, PKK'lidir!..” Deniz Fırat, şu haber ajansı çalışanıdır...”

Ahlak nedir? İyi ahlak nedir, kötü ahlak nedir?

Gazeteci öldürülüyor, gazeteci bizden mi, değil mi, diye soruşturma yapılıyor.

Gazeteci öldürülüyor,  bizden değildir diye, lanetler gönderiliyor.

Ahlak nedir?

Daha açık sorayım: Devrimci ahlak nedir?

Ölümlerde bile, ”özel mülkiyet” arıyan insanlarda ahlak var mıdır?

Bu ölü bizden, bu ölü bizden değildir, diyen insanlarda ahlak var mıdır?..

Bu notumu yazmak istedim. Bu notumu, ölümlerde bile ”özel mülkiyet” arayan insanlara ”ihtar” olsun diye yazdim.

Bu notumu, ”biraz ahlaklı” olalım, diye yazdım.

Ahlaklı olalım. İyi ile kötüleri ayıralım.

Ahlaklı olalım, ortak mülkiyet ile özel mülkiyet arasındaki farkı bilelim.

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Mazlum Doğan’ın Kabrine Akın Var!


Mustafa Elveren*

Gerek yurt içinde, gerekse yurt dışından Dersim’e gelen misafirlerin çoğu Goman Köyü’ne bağlı Teman-Seydan Mezrası’nda bulunan Mazlum Doğan’ın kabrini ziyaret etmektedirler.

Bu yıl ilki düzenlenen Dep (Karakoçan) "Mazlum Doğan Kültür-Sanat ve Doğa Festivali" ile “14. Munzur Doğa ve Kültür Festivali” etkinliklerinin eş zamanlı yapılması, bölgede bulunan kaplıcalar ve bayram tatili de eklenince Mazlum Doğan’ın kabri ziyaretçi akınına uğradı.

Geçen hafta Dep(Karakoçan)’de düzenlenen “Mazlum Doğan Kültür-Sanat ve Doğa Festivali” etkinlikleri yapıldı. Dep belediye eşbaşkanları ile Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Gültan Kışanak’ın çok kalabalık bir kitleyle (bence resmi düzeyde sayılabilir) Teman-Seydan Mezrası’nda olan Mazlum-Delil Doğan kardeşlerin mezarını ziyaret etmesi çok önemli bir kazanım olduğunu düşünüyorum.

Önümüzdeki yıllarda Mazlum Doğan’ın şahsında aynı çerçevede Rahime-Baki kardeşler, Sedat, Nurhak ve bu uğurda hayatını kaybeden diğer Gomanlıların da anılacağına inanıyorum.

Yaz aylarında Goman Köyü’ne bağlı Teman/Seydan Mezrası’nda ikamet eden Mazlum Doğan’ın annesi ile babası; Mazlum’un çocukluğunu, mücadelesini hiç bıkmadan-usanmadan gelen ziyaretçilere anlatıyorlar.

Birkaç gün önce Goman Köyü’nde bulunan TÜM BELSEN eski Kadın Genel Sekreteri Derya (Güler) Elveren’den Facebook üzerinden aldığım bir mesajda;

“…yıllardır Cemal Erişik yoldaş sürgündeydi. Bu topraklar O’na yasaklanmıştı. Tam 25 yıl sonra birlikte Mazlum ve Delil Doğan kardeşlerin mezarlarını birlikte ziyaret ettik. Mazlum ve Delil’in babasıyla sohbet ettik. Mazlum Amed zindanındayken babası ve annesinin ziyarete gittiğinde, nelerin paylaştığını bizlere aktardılar. Mazlum’un mahkemedeki duruşunu babasından dinlemek insanı hem hüzünlendiriyor, hem de güç veriyor…” Bu duyarlılıktan dolayı Güler’e ve Cemal’e teşekkür etmek istiyorum.

Yaz mevsimi ve kaplıcaların faaliyeti nedeniyle yurtiçinde ve dışında gelen yöre halkı tatilini köylerinde geçiriyorlar. Dolayısıyla Mazlum Doğan’ın kabrine ziyaretlerin halen devam etmekte olduğu bilgisi alınmaktadır.

Gomanweb sitesi yayın yönetmeni olarak bu durumdan çok memnun olduğumu söyleyebilirim.

ÇAĞDAŞ KAWA MAZLUM DOĞAN’I YAŞATMALIYIZ

Mazlum Doğan genelde Ortadoğu’da, özelde ise Dersim’de ezilen halkların ve emekçilerin sembolüdür. O nedenle, Mazlum’u unutmamak ve unutturmamak için 8 yıldır internet üzerinden GOMANWEB ismiyle tüm engellemelere rağmen yayınını sürdürmekteyiz.

Gomanweb’in Logosunu yeniden tasarımlamak istiyoruz. Örneğin; Çağdaş Kawa Mazlum ve Dersim
direnişi önderi Pirimiz Seyit Rıza ön planda olacak şekilde; Delil, Rahime, Baki, Sedat, Nurhak ve bu mücadelede hayatını kaybeden başka Gomanlı varsa hepsini photoshop ile harmanlayıp, anlamlı mesaj haline getirebiliriz. Kompozisyon olarak nasıl bir çerçeveye yerleştirebiliriz? Bu konuda tüm hemşerilerimizin yardımını bekliyorum.

Daha önce olduğu gibi bundan sonra da Dersim, Mazgirt ve Karakoçan Belediyeleri nezdinde bazı girişimlerimiz olacaktır. İleriki yıllarda Dersim-Mazgirt-Karakoçan belediyeleri arasında koordinasyon sağlayıp, festivalin ortaklaştırılması ve Mazlum’un heykelinin yapılması hususunda çalışmalar devam edecektir.

Bu mücadelede hayatını kaybeden insanlarımızı Mazlum Doğan’ın şahsında hepsini saygıyla anıyorum.

05.08.2014

*Emekli Öğrt.





5 Ağustos 2014 Salı

TC'nin, Cumhurbaşkanlığı seçimi...



Serra Güneyli
guneyli.serra@gmail.com

10 Ağustos 2014'te, Türkiye'de, yani bizleri sömürge eden bir ülkede, cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Seçimlere,  iki aday ve bir de, Receb'in  sözcüsü olan, Selahattin Demirtaş, var. Sembol, Demirtaş, seçimlerde,  Apo'nun, şu anki, sözcüsü oluyor. Bu bağlamda, seçimlere; CHP ile AK Parti ve İmralı destekçileri katılıyor. TC'de yapılacak, bu sömürgeci Cumhurbaşkanlığı seçimi, CHP,MHP, Türk solcuları(!) - AK Parti ve Kürd devleti ve ulusuna ihanet eden gruplar arasında oluyor.  Utanç bu oluyor.

Selahhtin Demirtaş, yani sömürgeci TC'nin cunhurbaşkanı adayı, il il dolaşıyor. Ben kürd değilim diyor. Ben, TC'deki tüm yurttaşların sözcüsüyüm diye, bağırıyor. Utancın utancı budur.

Selahattin, selo ya da Salâh; sözcük olarak ”uygun” insan oluyur. Ama Kürd olunca,  tam uygunsuz bir kişilik sergiliyor. Halkına ihanet ediyor, partisi gibi, belirsiz bir isim oluyor: Halkların Demokrasi Partisi. Hangi halk, kim bu halk, O'da hatırlamıyor (!)...

Selahattin, aslında,  hiçbir şeydir. Selo, İmralı'dan seçilen ”toy” isimdir. Receb'i, Cumhurbaşkanı seçtirmek için kullanılan bir isimdir. Apo'nun, şu anki, sözcüsüdür. Bu şu anlama geliyor:

Apo, Recep'e: ”Merak etme, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, ilk turda, HDP ve Selo'yu, tarafsızlık görüntüsü içinde, aday yapar, 2. turda Selo'nun tüm oylarını sana akıtırım..” demek oluyor.

Durum budur.

HDP ve Selo projesi budur!

Bu durumda, Kürt yoldaşlarım, nasıl Selo'ya oy vereceksiniz?

Selo'ya oy vermek, Recep Tayyib'e,  İmralı ihanetine oy vermek ve onaylamak demek oluyor...

Bir düşünün; bizler, sömürgeci TC'nin, cumhurbaşkanlığına ihtiyacımız mı var?

Lütfen, kendimizi de sorguluyalım.

Sömürgeci TC'nin bizlere dayattığı, Türk Cumhurbaşkanlığı seçimi var.  Reddedelim. Reddediyoruz.

TC cumhurbaşkanlığı seçimi, Kürtlerin seçimimi değildir, diyoruz.

Bizim tek seçimimiz var, O'da: Özgür bir Kürdistan'dır!

Bizim tek isteyimizdir: Orta-doğunun ortasında, Kürt devleti ve ulusunu inşaa etmektir. Bunun kavgasını vermektir.

Mücadelemiz ve seçimimiz budur.

TC'nin sahte projelerine kanmayın. Sahte projeler, sahtedir. Gerçek olan halk gerçektir.

Gerçek olan, Kürdistan'dır.

Kurdistan kurulacaktır!

Bunun ötesi boştur.

3 Ağustos 2014 Pazar

Özlediğimiz, erüdi insandır!


Faiz Cebiroğlu

Konuya direkt başlıyorum. Fikirlerimi hızlıca yazıyorum.

Tekellerle birlikte, Türkiye insanı, her alanda bilgi kaybına uğramıştır. Tekeller, Türkiye insanını ve aydınını küçültmüştür. 12 Eylül 1980 askeri faşist darbe ve şu ana kadar devam eden süreçte, Türkiye insanı ve aydını için, tam bir cehaliye dönemi olmuştur. Bu cehaliye dönemin belirleyici özelliği Türkiye'de, topyekûn bir insan kaymasının olmasıdır. İnsan kayıyor, kayan insan, tüm kazanımlarını da toprağa gömüyor. Gömülen topraktan, Recep Tayyip gibi, tavuklara kümes kuramayacak olan insanlar çıkıyor. Başbakan oluyor. Tiksinti veriyor.

İnsanın küçülmesi ve cehaliye dönemine girmesi budur. Cehaliye döneminde, mantar gibi fışkıran insan, cehil insandır. Cehil, bilmeyen demektir. Cehil, ilkelliktir.

Tekelcilik düzenin insanı budur. Tekelcilik, insanın tekrar Orta-çağa kayma dönemidir. Şu anki kavgamız, buna yöneliktir. Şu anki kavgamız, yaşadığımız bu cehaliye tekeller Türkiye'sinde, insanı tekrar kazanma kavgasıdır. Kavgamızın başlangıç noktası ve yönü budur.

Tekeller Türkiye'sinde ya da aynı anlama gelmek üzere, cehaliye Türkiye'sinde, bu fikirsel kavganın pedagojik özelliği, insanı tekrar ve toptan yapılandırmaktır. Bu yeniden yapılandırma sürecin insanı, erüdi insan oluyor. Amacımız, eylemsel yetkeli insan yaratmaktır: Eylemsel yetkeli insan, erüdi insandır.

Erüdi nedir?

Türkiye'de kimsenin kullanmadığı bir sözcüktür. Latinceden ödünç alıyor ve Türkçede, ben, kullanıyorum. Erüdi, geniş bilgili insan demektir. Tekellerdeki cehaliye düzenin insanına karşılık, tüm yönleri ile gelişmiş insan oluyor. Erüdi ya da eylemsel yetkeli insan oluyor: Topyekûn gelişimdir.

Erüdi insan, tekellerin cehil insanına karşı red olarak çıkıyor. Süreçtir. Erüdi insanın süreci: Erüdisyondur. Erüdisyon; insan yaşamıyla ilgili olarak derin bilgi sahibi kazanma ve elde etme sürecinin kendisidir. Her alanda çok bilgi, erüdisyondur. Bilimdir.

Erüdi insan, sosyalizme uygundur. Erüdi insan, bilimsel insandır.

Bir parentez açıyorum: Herkes bilimsel sosyalizmden bahseder durur. Türkçeye çevrilen kitaplar da var: ”Bilimsel sosyalizm.” Katılmıyorum. Sosyalizm, zaten bir bilimdir. ”Bilimsel soyalizm” tabiri doğru değildir. Bilimsel olmayan sosyalizm mi var?

Parentez içerisinde parentez açıyorum: Sosyalist demokrasi diye bir tabir var. Çok kullanılıyor. Yanlıştır: Sosyalizmin kendisi, katılımdır. Katılımsız sosyalizm ya da aynı anlama gelmek üzere demokrasi mi olur?

Parentezi kapatıyor, devam ediyorum.

Erüdisyon, erüdi her alanda geniş bilgi sahibi olmak oluyor. Tekeller Türkiye'sinin cehaliye insanına, tek alternatif insan bu oluyor.

Şu anki kavgamız budur. Bu olmalıdır. Başka yol mu var?

Arzu ettiğimiz ve uğruna ölümlere kadar gittiğimiz insan, yani erüdi insan, sosyalist sistemin insanıdır. Böylesi bir insan perspektifi ile yola koyulmazsak, ne sosyalizmi, ne de şu anda yaşadığımız, cehaliye dönemi insanı ve yönetimden kurtulamayız.

Türkiye'de, tavuklara kümes kuramayacak olanlar, başbakan oluyorsa, yaşadığımız bu tekelcilik cehaliye dönemi yeniden sorgulamak gerekiyor. Değil mi?..

Hızlı yazım, bu oluyor. Hızlı yazımın insanı, erudi insan oluyor. Dünyayı fikirlerle fethedecek insan, bu oluyor.

Sosyalizmi savunuyoruz. Sosyalizmde insan, erüdi insandır. Budur. Bu olmalıdır.