28 Mart 2016 Pazartesi

Dursunlulu Ressam Fehmi...







Bir Anı: Dursunlulu Ressam Fehmi...


Faiz Cebiroğlu

faizce@hotmail.com




Ressam Fehmi, Antakya, Dursunlu köyünden. Büyük yetenekti. Ressamdı. Eski kuşak, Dursunlular O'nu iyi tanırlardı. Ama en fazla abim Hayrettin tanırdı.Sık sık eve gelir, Hayrettin'i ziyaret ederdi.


Bir ziyaretine ben de tanık olmuştum. Abim Hayrettin (Hayro) eski dikiş makinası ile pantolon dikiyor, Fehmi yanında, konuşuyor... Konuşuyor...Sonra, abimden ”borç para” istedi.

Abim Hayro, ben de fakirim, biliyorsun dedi. Sandelyeden kalktı, ”cebindeki son parasını” ressam Fehmi’ye verdi.

Yıllar sonra, O'nu, Kireçdağların kahvesinde gördüm. Akşam üstü, saat 22.00 sularında idi. Elimde saz, çalıyorum, para değil, müzik çalıyorum. Zülfü, Rahmi ve Ruhi Su çalıyorum. Kahve doluydu. Fehmi bana baktı, ben de O'nu çalıyorum!

Resital bitti. Elimde saz, yana koydum. Fehmi yanaştı. Hayrettin'in kardeşi değil misin? Diye sordu. Evet dedim. Elini sağ cebime koydu, tüm parasını bana verdi. Evet ve hayır tartışmasını sevmediğim için, Fehmi'yi Kireçdağların kahvesi önüne çektim:


”Ben para için çalmıyorum. Kusura bakma, ama parayı almış olarak kabûl et dedim. Verdiği parayı, onun ”sol” cebine koydum."


Tekrar, Kireçdağların kahvesine girdik. Birlikte ve el ele. Son ezgimi söyledim: ” Leylim Ley!!!” Ezgi bitti. Ama Fehmi yok. Aniden, kahveden ayrılmış. Nereye, gitti?... Ama içtiği ”Bafra Sigarası” kutusuna şöyle bir not bırakmış:


”Feyyaz, abin Hayrettin'e de selamları ilet. Ben yarın ”Kıbrıs'a” gidiyorum. Sizleri, seviyorum...”


Gidiş ve kayboluş bu oldu.


Yıllar geçti....Bana yazdılar. Fehmi, yani ressam Fehmi, öldü dediler. Dursunlu köyünü üzerime yığdılar!..


Selam olsun sana Fehmi!


Yıldızlar yoldaşın olsun!




24 Mart 2016 Perşembe

Raif Dikçe'de gitti!




Faiz Cebiroğlu

Eski Türkiye İşçi Partisi'nden, partili arkadaşım, Raif Dikçe'de gitti. Genç yaşında, fiziki olarak aramızdan ayrıldı. Bir yıldız daha kaydı. Mekanı gökyüzü olsun. Mekanı yıldızlar olsun. Yeryüzünde, mekanı, uğruna mücadele ettiği ”Sosyalist Türkiye” olsun.

12 Eylül 1980 sonrasında, ekonomik zorluklar içerisindeydik: Ben ve Raif yoldaş. Antakya parkında sık sız görüşür: ”Feyyaz, İzmir'e gidelim. Orada iş çok” derdi. Ben de inandım. İki bilet aldıḱ. İzmir'e doğru. Bizleri, Türkiye İşçi Partisi üyeli ve sonradan ”Sosyalist İktidar” dan, Kemal Okuyan karşıladı. İzmirde, bir yerde. Sonra, Savaş Al geldi. ”Merhaba Faiz.” ”Merhaba Raif” dedi. Savaş Hoca, ilk kez Raif'i görüyordu. Ama bizleri görünce, bir sevindi, pir sevindi.

Kemal Okuyan, araya girdi: ”Bir yer var, Karo döşemecilerine ihtiyaçları var” oraya yarın gideriz dedi. Ben de gülümsedim. Raif'te gülümsedi. Olur, çok güzel olur dedik!

Karo döşemecisi mi, tam Raif'lik iştir. Oraya gittik. Raif, gerçekten bir ”mühendis karo” döşeyicisi idi. Ben se, bakıyordum ve Raif'e sık sık sorardım: ”Ehhh, sen iş buldun, ben se Antakya'ya döneyim”, dedim. Demez olaydim. Bir sinirlendi. Bir sinirlendi. Bana, ” Birlikteyiz, sen kitap okur ve yazarsın, ben de eylemi yaparım!” dedi. Bir hafta öyle geçti. Ama para yok. Ne Faiz'de ne de Raif'te para yok. Yok. Aç kalacağız İzmir'de. Kemal Okuyan'ı arayalım dedik. O'da aranıyor, Kenan Evren tarafınca. Olmadı. Raif'e, tekrar, Liva İskenderun'a dönelim dedim. Red-etti. Ben se, açlıktan korktum, Antakya bileti aldım. Raif, İzmir'de, Faiz, Antakya yolunda. Yollarımız böyle ayrıldı. Sessizce...

Yıllar sonra, 1992 olsa gerek, Raif'i tekrar gördüm. Antakya'da, taksi şoförü. Aynı Raif, aynı güzellik.

Bedran Cebiroğlu'nun evine gittik. Raif ve ben ve Bedran!

Bedran, genç, yakışıklı Bedran, mutfakta salata yapıyor, bana da çağrı yapyor: ” Salata ”sert” olsun mu?” Ben se, Raif ile konuşuyorum. ”Salata, salata olsun. Antakya-i salata olsun”, dedim.

Salata var. Antakya biberi var. Biz varız: Faiz, Raif ve Bedran!

Bedran, bir saz getirdi. Suriye'ye gidip gelen bir saz. Bir baktım. Pir baktım. Ayar yapıldı: Bas-bariton! Söylemeye başladım: ”Hasan dağı, Hasan dağı...”

Raif : ”Hocam, sesinize ne oldu? Eskiden kalın söylemezdiniz” dedi.

Ben se, sürgündeyken, sesim, ”KALINLAŞTI” dedim.

Son görüş buydu. Yıllar geçti. Raif'im ölmüş dediler.

Bedran, Raif'in  öldüğünü duyurdu. Faiz, ölüm adın kalleş olsun, dedi,

Raif, çok  erken gittin?


Mekanın gülistan olsun!



14 Mart 2016 Pazartesi

DİZELERİN HEP VAR OLSUN MUSTAFA ÖNAL...


Müslüm Kabadayı

Şair, beslendiği toprakla bezediği şiir coğrafyasının sevdalısıdır. Aynı zamanda başka toprakların ve insan kardeşlerinin yüreklerinin gezginidir. Mustafa Önal da, 1950’de doğduğu Hatay Yayladağı’na bağlı Kandıl (Aslanyazı) köyünden derlemeye başladığı şiir tanelerini Antakya’da lise öğrencisiyken dizelere dönüştürür.

Düziçi Köy Enstitüsü’nden mezun dayısı Mehmet Vurkaç’ın hamiliğinde, İngilizce Öğretmeni olan şair Ali Yüce’nin desteğinde şiir yolculuğuna devam ederken faşist bir öğretmenin “Okulda komünist faaliyet yürütüyor,” ihbarıyla 12 Mart’ta göz altına alınır. 30 gün Adana’daki askeri kışlada kalır. Sonra serbest bırakılır ama mimlenmiştir. Almanya’ya işçi olarak giden ailesinin yanında okumak üzere girişimde bulunur. Ancak uzun süre pasaport alamaz. Daha önce Hatay Valiliği yapmış olan Hasan Ferit Kubat, 1973’te İçişleri Bakanı’dır. Onunla görüşerek sorununu çözer ve Almanya’ya gider. Orada Tekstil Mühendisliği eğitimi görür. Daha sonra Halk Yüksekokulu’nda Türkçe Öğretmenliği de yapan Mustafa Önal, sömürgen Alman sermaye sınıfı ve yabancıları aşağılayan ırkçı-milliyetçilerle hep çelişir ve çatışır. Bu nedenle değişik sıkıntılarla boğuşmak zorunda kalır.

1980’li yıllarda Fakir Baykurt başta olmak üzere Türkiyeli birçok sanatçı ve edebiyatçıyla bağ kurar. Öğretmeni ve kentteşi Ali Yüce’yi Almanya’daki okurlarla buluşturur. O dönemde Berlin’de yaşayan heykeltıraş Mehmet Aksoy’la kardeşi Orhan üzerinden ilişkisini sürdürür. Onun çalışmalarını izler. Sanatla güçlü bağı olan Mustafa Önal, ülkesinden de hiç kopmaz.

1990’larda bir süre İstanbul’da yaşayan şair, “Mavi Martı Minare Eşittir İstanbul” adlı şiir kitabını 2010’da İstanbul’daki Mart Matbaası’nda bastırarak yayımlar. Bu kitabın yayına hazırlanmasını Klaus Liebe Harkort yapar. İkinci şiir kitabı “İki Dizem Kör Olsun” ise 2015’te okurla buluşur. Şairin Almanya’da öğrencilik döneminden arkadaşı Prof. Dr. Zeki Alpan’ın katkısıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nce yayınlanan bu kitapta 2010-2015 arasında yazdığı şiirler yer alır. Şiirlerde işlenen tema-konular arasında Almanya’daki yaşam ve Türkiye’deki değerler ağırlıktadır. Son yıllarda şairin bir tarafına inen felç nedeniyle tekerlekli sandalyeyle yaşamak zorunda kalmasının, hem iç dünyasında yarattığı gerilim hem de biyolojik zorlukların da dizelere yansıdığı görülmektedir.
 Mustafa Önal’ın şiir dili, oldukça yalın ama güldüşün zenginliğiyle beslenen iğneleyici-sorgulayıcıdır. Kısa dizelerle kurduğu şiirde sanatlı anlatımdan çok duyarlık yaratma, insana ve doğaya karşı sorumluluk duyma ve incelikli düşünme ve davranış geliştirme amacının öne çıktığı görülmektedir. Dostluğa, emeğe saygının bir karşılığı olarak doğrudan kişilere yazdığı şiirler de söz konusudur. Ali Yüce, Zeki Alpan ve Emin Olgun yanında Almanya’da dostluk kurduğu Türkolog Klaus Liebe Harkort’a yazdığı Almanca şiir de kitapta yer almaktadır.
Şairin, Yunus Emre ve Karacaoğlan’dan günümüze akıp gelen şiir ırmağından beslendiğini, gelenekten geleceğe uzanan şiir damarına serbest söyleyişle kan taşıdığını görmekteyiz. Bu çabasından muradının ne olduğunu da Mustafa Önal, “Kâfir Bülbül” adlı şiirinde şöyle dile getirir:
“Bir dalına
 Daha kondum
 Yunus Emre’nin
 İnşaallah
 Sevdirdim kargalara
 Türk şiirini“

Beslendiği halk şiirimizin doruklarından Âşık Veysel Şatıroğlu’nu da şöyle yad eder:

“Âşık Veysel kördü
 Gönlüyle gördü
 Yüreğiyle bastı
Bam telimize”

İkinci şiir kitabının da adı olan şiire gelince… Bu şiirde ironik bir dille çocukluk, Anadolu ve Alman kadınlarının dünyası, tütün emekçilerinin durumları işlenmektedir. Anadolu’da söylenen “İki gözüm kör olsun” kargışından mülhem “İki dizem kör olsun” dizesiyle kurgulanan ve Krefeld’de 25 Mart 2014’te son biçimi verilen şiir şöyle:

İKİ DİZEM KÖR OLSUN

 İki dizem kör olsun
 Ben çalmadım
 Ninemin kümesinden
 Yumurtaları

 İki dizem kör olsun
 Ben devşirdim
 Dürdane ablamın
 Fistanındaki çiçekleri

 İki dizem kör olsun
 Ben üfledim
 Yayladağı tütününün
 Sarısını göklere

 İki dizem kör olsun,
 Emine’nin tombul memeleri
 Yırttı Erika’nın
 Entarisinin göğsünü

 İki dizem kör olsun,
 Ben çalmadım
 Eğri ıslığı
 Kırık kavalı

Gençlik ve yetişkinlik döneminde dünyanın ağrılarıyla uğraşan şair, son yıllarda yaşadığı sağlık sorunları nedeniyle “ağrı”ya kargışlar dizeler. “Ağrı” şiiri şöyle:

“Yok olasın
 Yorulasın
 Yerlerde yorgansız
 Yatasın ağrı

Kunduramıza işeyip kaçan
 Deliğinden çıkmayan sıçan
 Kovalanamayan
 Kovulamayan yüzsüz
 Misafir gibisin”

“Ağrı”ya taşlama yaptığı bir başka şiiri “Kelepçesiz Tutsak Oldum Çaresiz”de, Türkiye sermaye sınıfının cama betona boğduğu İstanbul’un hâl-i pürmelâlini “Betonbul” sözcüğüyle betimler şair. Şiirin ilk iki bölümü şöyle:

“Betonbul’da
 Kardan bir kadının
 Koynuna girdim
 Demir parmaklıklara
 Benzeyen
 Gardiyan eniştemle
 Karaköy’de rakı içtim
 Kocadım

 Martılar
 Saçımı sakalımı
 Ağarttı Boğaz’da
 Karaköy yokuşunda
 Basımı yardı
 Kolumu kırdı yoksulluk
 Ceketimi yırttı cehalet”

Ülke ve dünya gerçekleri karşısında eleştirel tutumunu ve sorgulayıcı dilini sürdüren Mustafa Önal, sevgi-aşk ve özlem duygularını da toplumsal-evrensel değerler bağlamında şiirleştirir. “Sevgilim” şiiri bunlardan biri:

“Kolumdan değil şiirimden tut
 Dudağımdan değil dilimden öp
 Sırtüstü yatan kağıdıma değil
 Alıp başını giden kalemime yasla
 Yatakta yorganda yeryüzünde değil
 Gökyüzünde uyut beni
 Maviye mora sarıya değil
 Karacaoğlan’a boya
 Yunus Emre’ye ek
 Pir Sultan’dan biç
 Nazım Hikmet’te öldür,
 Ali Yüce’ye göm beni sevgilim”

Evet, “Ali Yüce’nin şiirli yüreğine gömülmek”ten söz eden şair, onun 29 Nisan 2015’te ölümü üzerine “öksüz kaldığını” şöyle dile getirir:

“Bir Mayıs’tan bir gün önce
 Tekrarlanmaz şiir sandığımız şey
 Hece hece
 ALI YÜCE, ALI YÜCE

 Bir Mayıs’tan bir gün önce
 Terk edilmez çırak çocuklar
 Ellerinde kara kalem
 Önlerinde beyaz kağıt”

Şairin ilk gençlik döneminden itibaren dostluğunu kazanmış, onun çalışmalarını yakından takip etmiş kişilerden biri de Mehmet Kaya’dır. Komşu köyü Kışlak’tan olan Mehmet Kaya, yörede “ziraatçı” olarak anılır. Ziraat teknisyenidir.  Mustafa Önal’ın şiir kitabına gömüldüğü bir zamanda kaleme aldığı ve “Akdenizli Rüzgâr” olarak betimlediği şiirle tanıyalım biraz da şairi.

AKDENİZLİ RÜZGÂR

Gün ikindi
Güneş salınmış
                       ha battı
                                  ha batacak

Elimde “İki Dizem Kör Olsun”
Müzikte Ruhi Su
Önümde rakım
Okuyorum Mustafa’m
                                 dizelerini

Mozaikleri seyreder
Roma Köprüsü’nde gezer gibi
Künefe gibi tatlı
                    Katıklı ekmek gibi acı

Defne gibi aşk
Zeytin gibi barış kokuyor
Olmuyor sensiz hadi gel be!
Estirelim kızların eteğine
Aniden gelen
                  Akdenizli rüzgâr

Mustafa Önal’ın şiirindeki şaşırtmaca vuruşlar üzerinde ayrıca durmak gerektiğini düşünüyorum. Bu, tüm şiirlerini kapsayacak biçimde yapılmalı kuşkusuz. Bu yazımı, onu yakın zamanda tanıyan kentteşlerinden ve Almanya’da işçilik yapan Mehmet Kabadayı’nın şiirsel bir anlatımıyla noktalıyorum. Bir şiir emekçisini, çiçek ve ağaç emekçisinin dilinden tanımayı, sizin de anlamlı bulacağınız kanısındayım.

MUSTAFA ÖNAL

 Bayırbucak’tan bir damar
 Yayladağı’ndan Kandıl’a akar
 Karacaoğlan’ı Ruhi Su’yu söyler
 Aşık Veysel, Fazıl Say dinler
 Nazım Hikmet’i de heceler
 Mustafa Önal Mustafa Önal.

 Akar Asi Nehri akar
 Rhein Nehri’ne kim bakar
 Mustafa Önal’ın gönlünde
 Memleketi Türkiye yatar
 Mustafa Önal Mustafa Önal

 Beyoğlu’nda gezer
 Güzelleri süzer
 Ali Yüce ile rakıyı
 Dikiş yüzüğünde içer
 Mustafa Önal Mustafa Önal

 Krefeld’de yoktur yoldaşı
 İstanbul’dadır ekmeği aşı
 Ali Yüce idi tek sırdaşı
 Mustafa Önal Mustafa Önal