31 Mayıs 2013 Cuma

Kapitalizm / emperyalizm barbarlıktır!(*)


Sevra Kurtuluş
sevra.kurtulus@gmail.com

Açık yazmam gerekiyor: Kapitalist / emperyalist dünya sisteminden tiksiniyorum. 1985’lerde çözülen ve o zamanlarda adını, ”dünya bir sosyalist sistemi” alan bir düzen  istiyorum. Sosyalist iktidar istiyorum. Sosyalist bir Türkiye istiyorum. Zira, şu an içinde yaşadığımız dünya, yani kapitalist / emperyalist dünya, barbarlıktır. Böylesi barbarlığın tek alternatifi,  sosyalizmdir. Sosyalist dünyadır!

Görüyorsunuz; yaşadığımız bu kapitalist / emperyalist barbarlar dünyasında hep, insanı insana kırdırma, bölme ve toprakları yağmalama vardır. Savaş vardır. Savaş ve katliamlar… hepsi  ve hepsi, kapitalizmin / emperyalizmin sonucudur. Bu sistem devam ettikçe, bu barbarlık bitmez, bitmeyecektir.

Noktalar vardır. Faiz Cebiroğlu hocamdan kopye ediyorum:

Bir: Kapitalist / emperyalist sistemin tek amacı kârdır. Kâr yine kâr sistemde, insandan önce, kâr vardır.

İki: Kâr, yine kâr olmazsa ve gelmezse; çevresel yıkım, salgın hastalık, açlık ve sefalet olur. Savaş olur.

Üç: Kapitalist / emperyalist sistem,  kendi iktidarını sürdürmek için,  başka başka halkları birbirine kırdırmaya ve parçalamaya başlar. Bu savaştan elde ettiği gelirlerle hem iktidarını, hem de yönettiği halka, bu kârdan sadaka vererek yönetir, yönetmeye çalışır.

Dört: Kapitalist / emperyalist sistem için, kâr için malzame çoktur. Yoksa yaratılır. Sahip oldukları ”manipülasyon fabrikası” bunlarla uğraşır. İşleri budur.

Beş: Parçalayacakları ve sömürecekleri ülkenin şartlarına ve kuruluşlarına göre ”düşman” yaratılır… Görülüyor,  kapitalist / emperyalist sistemin şu an ki, düşmanı,  Arap ülkeleri ve İslamdır. Orta-doğu ve Kuzey Afrika’ya uzanan, ”böl-parçala-yönet” politikası, şu an,  Suriye’yi düşürme üzerine kurulmuştur. İstedikleri halk yönetimi, yani, demokrasi değil, kendilerine bağlı, ”kendi arzuladıkları islam” yaratma ve komprador düzenler kurmadır. Kâr,  ille kâr için, bu yol için her şey, Mekke oluyor!

Kapitalizmin / emperyalizmin neden barbarlık olduğunu bu yüzden söylüyorum. Böylesi, Allahsız bir sistemde yaşamak ve kabûl etmek, yine Allahsızlık oluyor. Kabûl etmiyoruz.

Açıktır; benim gibi, milyonlarca insan, bu kapitalist / emperyalist sistemden tiksiniyor..Tiksiniyoruz.

İnsandan önce, kâr yine kâr diyen ve isteyen bir sistemde yaşamak istemiyoruz. Tiksiniyoruz.

Kâr için, her şeyi yakıp, yakan; ülkeleri bölüp parçalayan böylesi barbar bir sistem altında yaşamak istemiyoruz. İsyan ediyoruz!

Başka bir Türkiye, başka bir Orta-doğu, başka bir dünya istiyoruz. Sıramızdır!

Sosyalist bir dünya istiyoruz. Hakkımızdır!

Suriye, Şam. 
---------------------

(*) Beş yıldan fazla oldu, yazılarıma ara vereli. Orta-doğu’daki sıcak gelişmeler vesilesi ile, yazmaya tekrar başlıyorum. Yeni yazılarda buluşmak üzere. Selamlar…





27 Mayıs 2013 Pazartesi

Darbeler Ve Resmi İdeoloji...


Mustafa Elveren (Em. Öğrt.)
Bazı “SOL” örgütlerin 27 Mayıs ihtilalını, kimi “SAĞ” etiketli cemaatlerin de 12 Eylül darbesini desteklediği artık biliniyor. Bu iki çizgi birbirine karşıymış gibi görünmesi bizi aldatmasın. Aslında temel görüşleri aynıdır. Her ikisi de darbeciliği savunuyor.
Ulusalcı-milliyetçi “ULUSOLCU”ların(1) 27 Mayıs darbesini meşru göstermelerini her zaman eleştirdim. Çünkü hangi amaçla yapılırsa yapılsın, askeri ya da sivil tüm darbelere karşı olmak, kişinin demokratlık ölçüsünü belirler. Dolayısıyla 27 Mayıs darbesini de bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
 Yarın 27 Mayıs darbesinin 53.yıl dönümüdür. O nedenle birkaç anımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
 20 yıl önce Elazığ’da, öğretmen arkadaşım Hilmi Elçi ile girdiğim bir tartışmada; her türlü darbeye karşı olmak gerektiğini ve 27 Mayıs’ın da bu darbelerden farklı olmadığını söylediğimde; “27 Mayıs devrimi ilerici özellikler taşıyor, faşizm olarak nitelenemez…” şeklinde yanıtladı. Ben 27 Mayıs’ın devrimci değil, tam tersine faşist bir darbe olduğunu ısrar edince, biraz da alkolün etkisiyle sesini yükseltip; “Sen ‘odunum, odunum’ diyorsun. Sen tam odunluk birisin…” Bu ısrarıma karşı Hilmi Hoca bana sert çıkıştı ve çok sinirlendi.
 Hilmi Ağabey emekli olduktan sonra HADEP Elazığ İl Başkanı oldu ve bu konudaki tartışmalarımız o süreçte de devam etti. Birkaç yıl önce Hilmi Elçi Hoca’nın maalesef vefat ettiğini öğrendim. Hilmi Hoca çok sert mizaçlı olmasına rağmen, kalbi de en az o kadar yumuşaktı. Bu vesileyle Hilmi Elçi Hoca’yı rahmetle anıyor, anısı önünde saygıyla eğiliyorum. 
1960 darbesi yapıldığı zaman ben 9 yaşındaydım. Babam Zülfü Elveren Demokrat Parti’nin Köydeki ocak temsilcisiydi. İhtilal olduktan sonra jandarmalar babamı İlçe merkezine götürüp 2 gün gözaltında tutmuşlardı. Bu olaydan birkaç yıl sonra babam CHP’li oldu.
 Bilindiği üzere; her darbe döneminde kitaplar ve defterler yakılmış, yazarlar ve aydınlar zindanlara doldurulmuştur.
 Babamın vefatından sonra kitapları arasında bulduğum bir defter dikkatimi çekmişti. Demokrat Parti Üye kayıt defteriydi ve her sayfası parti mührü ile damgalanmıştı. Ne yazık ki o defteri de 12 Eylül darbesi nedeniyle yitirdim.
 12 Eylül faşizmi döneminde evler basılıyor ve kitaplardan dolayı çok sayıda insanlar gözaltına alınıyordu. Ankara’da ikamet ettiğimiz mahallede bu tür gözaltılar çok oluyordu. O nedenle annem korkmuş olacak ki, evde olmadığım bir sırada bütün kitaplarımı banyo sobasında yaktığını akşam eve dönünce acı duyarak öğrendim. Okuma yazma bilmeyen annem evdeki sosyoloji, ekonomi, ansiklopedi ve ders kitaplarımın yanında özel defterlerimi de banyo sobasında yakmıştı.
27 Mayıs darbesinden önce Menderes, Celal, Adnan gibi simlerin yerine bu defa Devrim, Gürsel, Cemal, İsmet adları çocuklara verilmeye başlandı.
Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleri ile Muhammed Mustafa’nın hadislerini harmanlayarak oluşturulan Türk-İslam sentezli resmi ideoloji sistemi; kendi dışındaki ırkları ve inançları kendine benzetmeye çalışmıştır. Kendisine benzetemediği ırkları ve inançları hep yok saymıştır.
Egemen güç olan resmi ideoloji tarafından; görmemek, algılamamak, körü körüne takım tutar gibi davranmak, sadece kişisel çıkarlarını düşünmek ve din-iman ninnileriyle uyumak formatında bir ulus tipi yaratıldı.
Görünürde bazen renk değiştirip farklıymış gibi toplumda bir algı yaratmaya çalışıyor. Gerek duyarsa her zaman her yerde istediği renge bürünüyor, büründürüyor. Bazen “ulusolcu”, kimi zaman da ulusağcı oluyor. Bunların birbirinden farkı sadece şekilcilikten ibarettir.
 Biri başında kalpak ayağında postal, diğeri de başında takke ayağında takunya vardır. Her ikisi de darbeciliğin destekçisidir. Kendi içlerinde herhangi bir çelişki meydana geldiği zamanlarda ise, danışıklı dövüşürler.
Dönemin Ankara Valisi olan Nevzat Tandoğan’ın solcu gençleri karşısına alarak, ‘Bu memlekete komünizm gerekiyorsa, onu da biz getiririz, size ne oluyor’ dediğini bilmeyen kaldı mı? Kendi Müslümanlarını yaratmayı büyük ölçüde başaran bu sistem, şimdi de kendi sağlarını, kendi sollarını, kendi merkezlerini, kendi Kürtlerini, kendi Alevilerini oluşturuyor.
Unutulmamalıdır ki, Mazlum ve yoksul emekçi halklar güç birliği yaparak ancak bu sisteme karşı mücadele edebilirler. Bunu da her zaman ve her dönemde çok ağır bedeller ödemiş ve ödeyecek olan devrimci-demokrat- aydın halk önderlerinin sağlayabileceğini düşünüyorum.
Aydınlık yarınlar dileğiyle…
26.Mayıs.2013 
1- “ulusolcu”: Cafer Solgun’un ulusalcı solcular için kullandığı bir deyimin adı / Demokrathaber



17 Mayıs 2013 Cuma

Bir yorum: Reyhanlı katliamı




Faiz Cebiroğlu

11 Mayıs 2013’te Reyhanlı’da büyük bir katliam yapıldı. Bu katliamda, resmi olmayan rakamlara göre,  200’den fazla ölü ve onlarca yaralı var. Yapılan tüm yorum ve araştırmalar, katliamın planlı bir katliam olduğu ve amaç, Türkiye’yi, Suriye’ye askeri bir müdahalede bulunmasını isteyen güçler tarafından yapıldığını gösteriyor.

Şeriat partisi AKP ve Recep Tayyip Erdoğan, zaten,  iki yıldır, Beşşar Esad’ın devrilmesi için uğraş veriyor. Şeriat partisi AKP ve Erdoğan, El-Nüsra cephesi ve ÖSO adını alan insanlık düşmanı  ve vatan hainlerine Türkiye’de üs olmak üzere her türlü imkanı ve yardımı veriyor. Erdoğan, Emperyalizmin, Suriye’yi düşürme ve işgal planında,  27 ülkeden gönderilen emperyalizmin kiralık katillerine desteğini açıktan yapıyor. Böylesi bir ortamda, Reyhanlı planlandı. Böylesi bir ortamda, genellikle sunnilerin yaşadığı Reyhanlı seçildi. ”Esad yanlısı aleviler, Reyhanlı’da katliam yaptı” görüntüsünü vermek ve Türkiye’yi, Suriye’ye karşı bir askeri müdahalede bulunmak için, böylesi bir kanlı plan yapıldı. Ama tutmadı.

Suriye’ye iki yıldır dayatılan savaşta her türlü oyun oynandı. Suriye’nin bir çok bölge ve ilinde vahşice  katliamlar yapılıp, Suriye yönetimi üzerine atılmak istendi. Halep’te, Han Asel’de, bu insanlık düşmanı kiralık katiller, sarin gazı ile onlarca kişiyi oldürdüler ve Suriye yönetimin sorumlu tutmaya çalıştılar. Bu da tutmadı.

Birleşmiş Milletler (BM) Suriye ile ilgili yürüttüğü araştırmada, El-Nüsra ve diğer kitalık katillerin,  uluslararası hukuk tarafından yasaklanan sarin gazı kullandığı belirtti. Birleşmiş Milletler  bağımsız soruşturma komisyonu üyesi  Carla Del Ponte: “Elde ettiğimiz tanıklıklara göre, isyancılar sarin gazına başvurarak kimyasal silahlar kullandı” açıklamasını yaptı. Bu seferde,  Suriye’yi düşürme ve emperyalizmin sömürgesi haline getirme planları ve oyunları tutmadı.

Tüm oyunlar ve planlar tutmayınca, Reyhanlı katlimını gerçekleştirdiler. Şeriat partisi AKP hükümeti ve Erdoğan, MOSSAD, El-Nüsra ve ve ÖSO adını alan güçlerle oynadığı tehlikeli oyunla, Reyhanlı katliamı düzenlendi. Bu bağlamda, Reyhanlı katliamın siyasi sorumlusu  AKP hükümeti ve Recep Tayyip Erdoğan’dır. Birinci nokta budur.

İkinci nokta şudur: Ne yazık ki, Kürt solu ve Türk solunun bir kesimi Reyhanlı katliamı karşısında başarılı bir sınav vermediler. Günü birlik, sahte fırsat ve faydacılıkla, Reyhanlı’da yapılan katliamın ve faillerini örtmeye ve hatta desteklemeye kadar gittiler. Utançtır!

Arkadaşım Demir Bilgin bir yazısında, “savaşlar, hem tarihi, hem de insanı netleştiriyor” diye yazıyordu. Gerçekten doğrudur. Netleşen insan, aynı zamanda, ayrışan insan da oluyor. Reyhanlı katliamı; kim kimdir? Kim hangi taraftadır? Sorularında bir ayna işlevi gördü.

Yıllardır, Kürt halkına yapılan zulüm, tecavüz ve katliamlar unutulup, şeriat AKP partisi ve Erdoğan yanında taraf olmak, tek kelime ile  insanlıktan uzaklaşmak demektir.

Nakşibendici Altan Tan gibi, ”laikliğe karşıyım, şeriat istiyorum.” diyen tiplerle aynı hatta yer almak, Kürt kimliği ve mücadelesine ihanet demektir.

Bunlar yazmak ve belirtmek gerekiyor.

Hepimiz tarih karısında sorumluyuz. Bu sorumlulukla, doğru ve yanlışları birbirinden ayırmak; geçerli olanla, geçersiz olanı görmek ve açığa çıkarmak, tüm devrimcilerin görevi oluyor.

Bitiriyorum.

Reyhanlı katliamın siyasi sorumlusu şeriatçı AKP hükümeti ile Recep Tayyip Erdoğan’dır.

Reyhanlı katliamında, şeriatçı AKP ve Recep Tayyip ile aynı hatta buluşanlar, bu vahşi katliamın vebalini de üzerlerinde taşıyorlar, diyorum. Bu kadar!






1 Mayıs 2013 Çarşamba

Yazar Aziz Tunç’un Tutsaklığı Ve Kitabı Üzerine




Mustafa Elveren (Em.Öğrt.)
Yazar Aziz Tunç “KCK” adıyla yapılan operasyonlar sonucunda uzun süredir Silivri 2 No.lu L tipi cezaevinde tutsaktır. Tutsak olmadan önce onlarca makaleleri ve bir de kitabı yayınlanmıştı.
 Sevgili Aziz Tunç’la yüz yüze hiç görüşme imkânım olmadı. Ancak, internet üzerinden MSN ile birkaç kez görüşmelerim oldu. Zaten bu görüşmelerimiz devam ederken değerli Aziz kardeşimin “KCK operasyonu” adı altında yapılan operasyonla tutsak alındığını basından öğrenince şaşırmış ve çok üzülmüştüm.
 MSN ile dostluğunu kazandığım yazar Aziz Tunç ile ilgili basında okuduğum bir-iki haberin dışında tutsak olduğu günden beri hiç haber alamadım. Ancak birkaç gün önce oğlu Feyzullah’tan Aziz’in yazdığı kitap ile ilgili bir mesaj aldım ve çok memnun oldum. (1)
 Sayın Aziz Tunç’un zindana tutsak olmasına neden olduğunu düşündüğüm(üz) “Maraş Kıyımı, Tarihsel Arka Planı ve Anatomisi” isimli kitabın 4. baskısını yaptığını Feyzullah’ın mesajından sevinçle öğrenmiş bulunmaktayım.
 Bulunduğum şehirde kitabı temin edemedim. O nedenle Gomanweb Sitesi yazarlarından Sayın Ali Erdoğan’ın kitapla ilgili yaptığı değerlendirmeyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Sayın Erdoğan’ın bu uzun değerlendirmesini özetlemeye çalıştım;
 “Kalesi özgürlük, amacı adalet olan yazar kardeşimiz Aziz Tunç de, Türkiye’nin değişik bölgelerinde yaşayan Kürt Alevilere yapılan / yapılmakta olan soykırımı dile getirmek için, “Maraş Kıyımı, Tarihsel Arka Planı ve Anatomisi” isimli bir kitap yazmıştı. Kitap okuyucunun ilgisini fazlasıyla çekmiş olacak ki, kısa zamanda bir, iki ve üçüncü baskıları tükenmiş, dördüncü baskısını okuyacağınız kitabın yazarını susturmakiçin, ‘Sen kitap mı yazarsın, bizleri deşifre mi edersin dercesine’ KCK yaftasıyla cezaevine aldılar.
 Dikkatinizi çekmiştir sanırım, kitapta “Neden Maraş?” diye çok önemli bir bölüm var. Tekrar tekrar okumanızı öneririm: “... Aleviliğin tarihsel özelliği, her zaman düzene muhalif olmaları; Alevilerin henüz, devletin ve sistemin denetimine tam olarak girmemiş olmaları, düşünsel ve inançsal dünyalarının egemen ideolojisiyle barışık olmaması; asimilasyona direnç göstermeleri devletin çözmesi gereken sorunların başında gelmekteydi. Bu nedenle Aleviliğin yok edilmesini veya asimile edilmesi gerekmekteydi. O yıllarda Maraş’ta Kürt Aleviler, kitlesel olarak devrimcilerin yanında yer alıyorlardı. Kürt Alevilerin siyasallaşmasının, Kürt halkının gelişen Ulusal Özgürlük talepleriyle buluşma ihtimali çok güçlüydü. Ve bu ihtimal, egemen güçleri fena halde korkutmaktaydı. İşte soykırım bu halkanın oluşmaması için yapılmıştı....” diyor yazar. Bu kanıya her duyarlı insan, aydın ve demokrat imzasını atar...” (2)
 Sayın Ali Erdoğan’ın bu tespitlerine ben de aynen imzamı atıyorum. Bu kitabın yazarı Sayın Aziz Tunç şu anda çok ağır bedel ödemektedir. Sayın Tunç’un bu direncini selamlıyorum.
 -Önce vatan sonra insan- diyen bir sistemin tornasından üretilen kişiler insanlık konusunda ne kadar sağlıklı düşünebilirler? Sağlıklı karar verebilirler mi?
 Daha 4 yıl önce “Terör örgütünü övmek” gerekçesiyle ceza alan öğretmen arkadaşım Mehmet Artan Elazığ E Tipi Kapalı cezaevinde kitap okuduğu sırada kalp krizinden hayatını kaybetmişti. Bu acı hala yüreğimdeyken başka arkadaşlarımın cezaevine konulmasına yüreğim artık taşıyamıyor. Şu anda birçok dostum ve arkadaşım ne yazık ki cezaevlerinde tutsak edilmişlerdir.
 Alevi felsefesinin öznesinde “önce insan” vardır. O nedenle Kızılbaş olmak zordur. Kızılbaş Kürt olmak daha da zordur. 3K’li (Kürt-Kızılbaş-Komünist) olmak ise, hepsinden daha çok zordur ve bedeli de o kadar ağırdır.
 Dostum Aziz Tunç gibi binlerce insanın tutsak edilmesi ülkemizde barışın ve özgürlüğün oluşmasına en önemli engellerden biridir. Bu tür tutuklamalar ülkemizin yararına değil, tam tersine zararınadır.
 Bu baskılardan kurtulmak için Alevilerin, tüm ezilen halkların ve emekçilerin oluşturdukları demokratik örgütlerle birlikte siyasi zeminde mücadele etme düşüncesini benimsemeleri gerekmektedir.
 "Siyasi partilere bağımlı kalmadan gücümüzü birleştirelim, örgütlenmemizi geliştirelim. Adil ve yaşanılır bir dünya, demokratik, laik, eşit yurttaşlığa, barış ve demokrasiye dayalı bir Türkiye projesinde yerimizi alalım" (3)
 Yarın 1 Mayıs. Emekçilerin Birlik-Dayanışma-Mücadele Günü. Bu vesileyle başta dostum Aziz Tunç olmak üzere; zindanlardaki tutsakların, ezilen halkların, emekçilerin 1 Mayıs Bayramı’nı kutlar, barış ve dostluk temelinde tüm siyasi tutsakların bir an önce özgür olmalarını dilerim.
30/05/2013
 NOT: Bu yazının bir kopyası Silivri Cezaevi’nde tutsak bulunan Sayın Aziz Tunç’a tarafımdan posta ile gönderilecektir.
 ------------- 
KAYNAKLAR:
(1) – Feyzullah Tunç’un e-posta ile bana gönderdiği mesaj
(2) - Ali ERDOĞAN-gomanweb.org
(3)  Kemal Bülbül–PSAKD Gn. Bşk.