Fotoğraf: Adil Okay. Beyrut 1981.
Adil
Okay
"BM
Mülteciler Yüksek komiserliğinin son raporuna göre dünyada 45
milyon mülteci var. ve bu sayı her 4 saniyede bir artıyor..."
"Sizin
hiç eviniz yandı mı; anılarınız, çeyiz bohçalarınız,
koleksiyonlarınız, kitaplarınız, fotoğraflarınız. Mahpus
yatanlar, koğuş baskınlarından bilirler bu duyguyu. Özellikle
politik tutsakların koğuşu, arama bahanesiyle tarumar edilir,
mektuplar, fotoğraflar yırtılır, zulalardaki kurutulmuş çiçekler
parçalanır. Bir insanı hayata bağlayan anılar, umutlar postallar
altında ezilir. Sıra dayağından çok bu talan yaralar mahpusları.
Sürgünler de anılarını, anılarını canlı tutan her şeyi
arkada bırakıp yola çıkmışlardır, günün birinde geri dönüp
bulabileceklerini düşleyerek. Ve öyle bir an gelir ki, onlar da
hep gidecek-lerini ama dönüşün olmadığını, bundan sonra
evsiz, vatansız, köksüz, istenmeyen bir konuk gibi yaşamaya
mahkum olduklarını anlarlar. İşte o an sürgünlerin gözlerine,
o, fark edenleri dehşete düşüren hüzün yerleşir ve ömür boyu
gitmez.
Siz
hiç bilmediğiniz ülkelere-kentlere yolculuğa cebi-nizde para
olmadan çıktınız mı? Ve pasaportsuz, kimliksiz. Ricat yollarında
kuşatmaları yarıp geçtiniz mi? Vardığınız ülke-lerde dilleri
dilinize, gülüşleri gülüşünüze benzemeyen insanlar arasında
öteki olduğunuzu hissetiniz mi? Yeniden yeniden ve sıfırdan
başlayarak kurmak zorunda kaldınız mı hayatınızı? Anadilinizde
gülmenin, sevişmenin, ağlamanın hemen hemen olanaksız olduğu
bir ülkede yaşamak zorunda kaldınız mı? Ne mesleğiniz, ne
kahramanlığınız, ne komutanlığınız para etmez sürgünde.
Sürgünlerle
politik tutsaklar arasındaki ortak yan nedir diye sorsalar, hemen
‘Özlem’ derim, ‘memleket hasreti’ ve ‘dost sohbetleri’.
Ama özgürce seçilecek dost sohbetleri. Sür-günler yaban ellere
ayak bastıkları andan itibaren o aradıkları dostlukların tarih
olduğunu ve ömürlerinin aramakla geçeceğini anlarlar. Yıllar
sonra eski bir dostu görmek her zaman sevindirmeyecektir onları.
Genellikle hayal kırıklığı ve öfke olacaktır yaşadıkları.
Ne dostlar aynı yerde kalacaktır, ne de alışkanlıklar. Mahpusta
ya da sürgünde, sadece ortak dili konuşma özlemiyle kurulan
kırılgan arkadaşlıklar, aranılan dostların, dostlukların
yerini tutmayacaktır. Zira Araf’ta seçme lüksü yoktur.
Dayanışma amacıyla kurulan ilişkiler, aranılan özlenen
dostluklar değildir; ne de sevgili geride bırakılan sevgili.
Bir
yanları eksik yaşamaya mahkum olur sürgünler. Onulmaz bir yara
hep açık kalacaktır. Elde edilen başarılar, hayatların yeniden
kurulması, sığınılan ülkede alınan diplomalar ya da kazanılan
paralar bu açığı kapatamayacaktır. Tenleri, tinleri, evleriyle
bir-likte yanmıştır onların. Yeni kurulan evler hep geçici
olacaktır. Geçicilik duygusu gitme özlemiyle atbaşı olacaktır.
Yıllarca gitme fiilini çekip gidememe sancısı yaşayacaklar, ola
ki günün birinde gitseler de, aradıklarını bulamayacaklardır.
Arkada bıraktıkları evler enkaza dönmüş, dostlar ölmüş,
yaşlanmış ve değişmiştir. Özlemini duydukları kentlerde ak
düşmemiştir saçlarına.
Gidenler
Kavafis'in, 'Bu kent arkandan gelecektir', ‘Aynı sokaklarda ak
düşecek saçlarına’ diye başlayan şiirini ters çevirip
yeniden yeniden yazacaklardır: 'Bu kent özlenir mi Kavafis/ Şimdi
sokaklarını / Bir öğürtü nöbetiyle arşınladığım/ Kendi
çocuklarını yiyen bu kent/ Özlenir mi..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder