Rejim her geçen gün daha fazla polis rejimine dönüşüyor, militarist baskı artıyor, ırkçılık ve milliyetçilik tırmandırılıyor, temel insan hakları ve sınırlı özgürlükler de ayaklar altına alınıyor, bu arada rejimin kurucu ideolojisini restore etmek amacıyla yapılanlar “demokratikleşme” olarak sunuluyor.
En mütevazı talepler sayısız yöntem ve araçlar marifetiyle eziliyor. Yaklaşık on yıldır açılan “demokrasi paketlerinden” neyin çıktığı artık herkesin malûmu olmalıdır. Demokratikleşme adına yapılan yasal değişiklikler ve düzenlemeler, “sınırlı hakları ve özgürlükleri de nasıl ortadan kaldırırız, hertürlü sosyal ve politik muhalefeti nasıl ezeriz?” sorusunun cevabı olarak yapılıyor... Bu yüzden asıl söz konusu olan kanunların numaralarını değiştirmekten ibaret. Fakat bir kanunun yürürlükten kaldırılması ve/veya değiştirilmesiyle hiç bir şey değişmiyor zira her maddenin çok sayıda yedeği var... Öyle bir kanun stoğu var ki, istendiğinde cezalandıralamayacak hiçbir düşünce ve eylem yok.
Temel Demirer Hrant Dink’in devlet tarafından taammüden ve hunharca katledilişinin hemen ardından yapılan protesto eyleminde irticalen yaptığı konuşmada söylediklerinden TCK’nın 301’inci maddesinden yargılanıyor. Duruşma Ankara 2’inci Asliye Ceza mahkemesinde 6 Mart saat 09:30’da. Temel Demirer düşüncelerini ifade ettiği için yargılananlardan sadece biri ve sadece TCK’nın 301’inci maddesinin hedefinde değil, başka maddelerin de tehdidi altında... Şimdilerde haysiyetli tavır almanın bedeli sadece ırkçılığın ve bağnaz milliyetçiliğin timsâli TCK’nın 301’inci maddesinden yargılanmak, hapse atılmak, katledilmek değil. Ondan daha etkili maddeler var: TCK 215, 302, 314/2, 318’inci maddeleri ve daha niceleri. Fakat düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü yok eden maddeler sadece TCK’dakiler değil. Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/2. maddesi, Atatürkü Koruma Kanunu olarak ünlenen 5816 nunaralı kanun ve daha nicelerini de unutmamak gerekir.
Düşünmek hayır demektir
Bir taraftan her türlü politik-sosyal-demokratik haklara yönelik saldırı görülmemiş boyutlara vardırılmışken, rejim kendini bir dizi ideolojik söylemle gizliyor, “meşrulaştırıyor” ve tahkim ediyor. Sınırlı hakların, demokrasinin, sosyal hakların temeli hızla aşındırılırken, “insan haklarından”, “demokratikleşmeden” “sosyal devletten” “sivil toplumu geliştirmekten”, “çokkültürcülükten”, vb. çok söz ediliyor. Bu ilişki tersliğinin teşhir edilmesi gerekir. Bu kavramlar, doğası, mantığı ve varlık nededinin bir gereği olarak egemenler cephesine “yakışan” kavramlar değildir. Hak, özgürlük ve demokrasi düşmanı cepheden bu tür beklentilere girmek eşyanın tabiatına aykırıdır. Bunlar şimdilerde külliyen kompradorlaşmış rejimin adamlarına, kadınlarına yakışan kavramlar değil. Özgürlük, demokrasi, vb. ondan mahrum edilmiş ezilenler, sömürülenler içindir. Ne zaman egemenler cephesi, demokrasiden, demokratikleşmeden, insan haklarından, vb. söz etseler, biliniz ki, orada ezilenlere, sömürülenlere yeni bir tuzak kurulmaktadır... İkinci bir kafa karışıklığı düşünce veya ifade özgürlüğüyle ilgilidir. Bir düşüncenin ifade edilmesiyle ifade özgürlüğü gerçekleşmiş olmaz. Düşüncenin tasarlanması, ifade edilmesi, kitlelere ulaşması, kitleler tarafından içselleştirilmesi ve o doğrultuda örgütlenmenin önünün açık olduğu durumda düşüncenin gerçekleşmesinden söz edilebilir. Şimdilerde emperyalist efendiler, bir düşünce örgütlenme aşamasına gelmiyorsa onu ifade özgürlüğü kategorisine dahil ediyor. Böylece o sınırın ötesine geçenin cezalandırılmasının ve lânetlenmesinin önü açılıyor. Eğer taşı yerinden oynatmıyorsa, oynatmayacağı düşünülüyorsa düşüncenizi “özgürce” ifade edebilirsiniz... Türkiye’deki durum biraz daha farklı. Rejim düşünceye ifade edildiği anda müdahale ediyor. Bu durum rejimin egemen ideoloji üretmedeki yetersizliğinin, halk korkusunun, demokrasi ve özgürlük korkusunun bir sonucu... Bu yüzden civcivi yumurtadayken ezmeyi yeğliyor...
Temel Demirer ve düşüncelerinden ve eylemlerinden ötürü yargılanan, engellenen, işkence gören, hapsedilen, katledilenlere borcumuz var. Özgürlük ve demokrasi için mücadele ettikleri için rejimin hışmına uğrayan dostlarımızla dayanışmak, rejimi teşhir etmek, bu amaçla mücadele etmekte kararlı olan biz aşağıda ismi ve imzası bulunanlar, herkesi bu saldırılar karşısında tavır almaya, birşeyler yapmaya çağırıyoruz. Unutulmasın ki “özgürlük başkasının özgürlüğüdür” ve düşünmek hayır demektir”... ve unutulmasın ki, orada söz konusu olan bizim haysiyetimiz, yaşamımız ve geleceğimizdir... Haysiyetli yaşamanın yolu her zaman mücadeleden geçiyor. Bu sefil oyunu bozmak bizim irademizi aşan bir şey değildir ve asıl sorun da potansiyel gücümüzün farkında olmak, mücadele gücümüzü ve potansiyelimizi hafife almamak, küçümsememektir. Velhasıl elimizin armut toplamadığını gösterebildiğimiz ölçüde, birilerinin de köpeksiz köyde değneksiz gezmesi kolay olmayacak. Eğer gerçekten umudumuzu büyütmek istiyorsak, mücadeleyi büyütmekten başka çare yok.
6 Mart saat 09:30’da, Ankara 2 No’lu Asliye Ceza mahkemesinde.
6 Mart’ta saat: 09:00’da Adliye binasının önünde toplanılacaktır.
Fikret Başkaya, İsmail Beşikçi, Yüksel Akkaya, Mehmet Özer, Necmettin Salaz, Ahmet Telli, Ruşen Sümbüloğlu, Tayfun İşçi, Mahmut Konuk, İbrahim Akyol, Abdullah Aydın, Oktay Etiman, Sait Çetinoğlu, Halil İbrahim Vargün, Özgen Seçkin, Zişan Kürüm, Mete Kaan Kaynar, Hakkı Atıl, Mustafa Kahya, Anıl Aslan, Hüseyin Ontaş, Erol Bıyıklı, Cennet Bilek, Serpil Köksal, Selçuk Kozağaçlı, H. İbrahim Vargün, Evrim Kılıç, Yılmaz Erdoğan, Pınar Dursun, Samet Erdemir, Özer Akkuş, Özgür Doğan, Mehmet Toğan, Ramazan Gezgin, Metin Uzunöz, Onur Işık, Hüseyin Gevher, Ülkü Çevik, Hüseyin Güngör, Muzaffer Çelikkol, Rıza Karaman, Metin Ayhan, İrfan Kaygısız, Çağdaş Küpeli, Devrim Kahraman, Tülay Koçak, Ali Ersin Gür, Muharrem Demirkıran, Haldun Açıksözlü, Adil Okay, ATIK (Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu)
----------------------------------------------------
Haberi ileten: Adil OKAY
----------------------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder