Bülent Tekin
Bu topraklarda tüm
politikacıların ağlaklık (salya sümük ağlamaları) hali bana, işin içinde rol ya
da samimiyet olsa da “zalim”in güçlü olduğunu söylüyor. Öyle zalimler var ve
doğuyor ki politikacıları dahi ağlatabiliyor. Zalimin yaptıklarına ses
çıkartamayıp zamanında alkış tutan ya da gücü yetmediği için sessiz kalan
onlarca yıl sonra (bu bazen yüzyılı geçebiliyor) ekranlarda, kameraların önünde
ağlayabiliyor. Ağlamak ta bir sanattır, ne diyebilirim. Tabii ki bu sözleri iyi
kalpli ve insan sevgisi nedeniyle ağlayanlar için söylemiyorum. Politikacılar
artık Dersim’e, 12 Eylül idamlarına, Ahmet Kaya’ya ve diğer üzücü olaylara
ağlıyorlar.
İran’daki sözde İslami rejim
Allah’a karşı düşmanlık (muhareb) suçlamalarıyla insanları idam ediyor. Rejime
karşı gelen herkes Allah düşmanı kabul ediliyor. Rejimin menfaat ve
uygulamalarına, haksızlıklarına başkaldırmak Allah’a başkaldırmak şeklinde değerlendiriliyor.
Böylesi sapkın bir düşünce ile hareket edenlerin neler yapabileceğini ya da
kimleri anında katledebileceğini kestirmek zor olmasa gerek. Bizdeki gidiş te
biraz buna benzeyecek gibi. İnsan hakları ve özgürlükleri savunmak karanlık bir
taassup içinde günah, haram, yasak ve sapkınlık olarak değerlendirilmeye
başlandı. Böylesi bir gidişin iyi olmadığı belli olduğu halde-tam demokrat
olamamaktan kaynaklı olsa gerek!-eleştiriler yapılmamakta ve susulmaktadır. Belki
de bir gün bakarsınız bizde de gerçekleri savunmak ya da haksızlıklara karşı
gelmek Allah’a karşı ya da başka bir değere karşı gibi gösterilebilecektir.
Bugün biraz farklı yazıyorum.
Sözümüzü sınırlara aykırı gelecek diye esirgemeyeceğimizi okurlarım bilirler. Ağlamak,
bağırmak isteyene de bir şey dediğim yok. Ama zamanında konuşmanın önemli
olduğunu vurgulamak istiyorum. Zamanında karşı koymanın, karşı durmanın önemi
var. Totalitarizm, siyasal faaliyet tekelinin bir partiye tanıdığı, bu partiye
ruh ve güç veren bir ideolojinin egemen olduğu bir siyasi rejimdir. Bu rejimde
devlet her türlü kuvvet ve inandırma araçlarını elinde tutar, polisiye ve
ideolojik terör öne çıkar. Hitler Almanya’sı, Stalin’in Sovyetler Birliği böyle
bir siyasal rejimdi. Burada esas olan tek kişi, tek lider, tek parti(dir). Bu
sözler ne(re)den aklıma geldi, bilemiyorum.
Ve bu aralar, herkes
Kerbela’ya ağlıyor. Bilirsiniz 10 Ekim 680’de Hazreti Hüseyin 72 (bazı
anlatımlarda Hüseyin’le birlikte 72 kişi sayılır) taraftarı ile birlikte
Kerbela Çölü’nde Yezit ordusu tarafından susuz bırakılarak vahşice katledildi.
Hüseyin’in başı kesildi ve mızrak ucunda Şam sokaklarında gezdirildi. Amaç
muhaliflere korku vermekti(r). Büyük olasılıkla Kerbela savaşı(?!) öncesi
olmalı, Hüseyin’in taraftarlarına yaptığı bir konuşmada sarf ettiği sözlere
gitmek istiyorum: “Zalimlerin hükmü altındaki toprakların neresinde yaşarsanız
yaşayın, ezilenlerin ve mazlumların birliği olmadıkça mukadderat değişmez.
Kerbela mazlum ile zalimin kavgasıdır. Zalimler dünyası var oldukça bu kavga
devam edecek. Kerbela’da açılan yara mazlumların yarasıdır. Akan kan
mazlumların kanıdır. Bundan böyle zalimlerin açacağı yaralar benim yaram,
akacak kan benim kanımdır. Benim kanım ile ezilenlerin kanı, benim yaram ile
ezilenlerin yarası arasında fark görülmez Şartlar ve bedeli ne olursa olsun,
hiçbir yerde, zalimlerin dünyasına biat etmeyeceğim, teslim olmayacağım.”
Ağlamak merhamet, iyi
düşünceler ve iyiliklerin belirtisidir tabii. Ama ben en çok, haksızlığa karşı
mücadele edenin ağlamasına değer verir ve inanırım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder