Hasan Bildirici
Muzaffer Ayata'nın Özgür Gündem gazetesindeki
"Erdoğan dayanabilecek mi?" başlıklı yazısının son paragrafı
dikkatimi çekti. Şöyle diyor Muzaffer Ayata:
"Bundan sonra
da Erdoğan'ın fazla seçeneği yok. Bu kadar darbelenmiş ve hırpalanmışken önünde
yine iki seçenek var. Ya rotayı demokrasiden ve barıştan yana kırar ya da bu
kavgada boğulur. Ayrıca Türkiye'de şu an siyaseten de yalnızlaştırılmış
durumda. MHP ve CHP, Fethullahçılar, Ergenekoncular hepsi gitmesi için
saldırıda. Geriye demokrasinin en temel gücü Kürtler ve Türkiye'nin gerçek
demokratları kalıyor. Demokrasiden tercihini yaparsa ayakta kalabilir ve
Türkiye'nin tarihsel sorunlarını çözmüş birisi olarak da tarihe geçebilir.
"
Erdoğan'la ilgili bu görüş ve olası beklentiler sadece
Muzaffer Ayata'da değil, PKK'nin bir çok yöneticisinde, düşünce insanında ve AKP'yi 12 senedir koşulsuz destekleyen
Kürt siyasetçilerinde var.
Son kaset savaşı sadece Cemaat-AKP kapışması olarak
değerlendirilirse, Cemaati bertaraf edecek Erdoğan'ın bazı sorunları çözmesi ve
bunlar aracılığıyla tarihe geçmesi mümkün. Ama kaset savaşı sadece Cemaat'in
yürütüğü bir savaş değil. Cemaat bu yolda, Türkiye'deki geleneksel iktidar ve
devlet biçimini kırmak isteyen uluslararası güçlerinin elinde bir fügüran,
tetikçi...
Daha açık deyimle, aralarında bazı çelişkiler olsa da,
Batılı güçlerin Türkiye masaları yürütüyor bu kaset savaşını. Hatırlanırsa,
uluslararası güçler, Irak'tan önce Öcalan bahane edilerek, 1998 yılında
Türkiye'yi Suriye'ye saldırtacaklardı. Öcalan Suriye'den çıkınca bu plan yattı
ve Amerika Irak'a müdahale etti.
Batılı güçler son olarak, Osmanlı düşünü kışkırtarak,
Suriye iç savaşının başlangıç tetikçiliğini Erdoğan'a yükledi ve daha sonra bu
yolda Türkiye'yi kıç üstü oturttu.
Irak, Suriye, Libya, Rusya veya Yugoslavya'da işler öteki
türlü, Türkiye'de ise bu türlü yürütülüyor. Yani Türkiye'de savaş çoktan
başlatılmış durumda, ancak bunu anlayan çok az.
Batılıların Türkiye'de sürdürdükleri ve kışkırttıkları
savaşı nasıl adlandırmak gerekiyor? Herkesin bu konuda bir yorumu olabilir.
Benim yorumum çok daha başka. Dünyanın Batı ile en uyumsuz ve sorunlu halkı,
Türklerdir. Başka uluslar daha kolay uyum sağlayabiliyor, ancak Türkler,
tarihten gelen egemenlikçi ve fütuhatçı özellikleriyle, Batılı devletlere karşı
en çok sorun çıkaran halk olma özelliğini koruyor.
Bin sene boyunca hakimiyeti altındaki Hıristiyan
toplumlara vurara vura, köklerini kuruttu. Eskinin Hıristiyanlık merkezi
İstanbul'da Hıristiyanlığı anımsatacak pek bir şey kalmadı.
Türklerin Hıristiyanlık ve Yahudiliğe düşmanlığı hala
Osmanlı'dan daha geri bir biçimde sürüyor. Türkiye'de azınlıkların özel
okulları dışında, sıradan halk mekteplerine bir Yahudi veya Hıristiyan çocuğu
gidebiliyor mu? Var mı böyle bir ilkokul?
Konya, Kırşehir, Sakarya, Trabzon, Yozgat gibi
şehirlerden söz ediyorum.
Bu durum, çocuk cinayetine eş değer bir durumdur.
Türkiye'de "milli", "millilik" denen
şey, tamamıyla budur. Bu "millilik", okullarında ve devlet
dairelerinde Aleviliği ve Kürtlüğü yok sayar, aşağılar, onları kendi
kimliğinden utanır hale getirir.
Batı'nın kırmak istediği ve benim de çağdaşlaşma yolunda
gücünün kırılmasını istediğim, işte bu uyduruk "millilik"tir.
Türkiye'deki değişimi ve çatışmaları sadece Batı'nın bir
oyunu olarak algılayanlar ve karşı çıkanlar, Kürtlerin ayrı bir halk olarak
tanınmasına, Alevilerin kendi ülkesinde özgür bir su gibi akmasına, Hıristiyan
bir çocuğun bir Türk okuluna gitmesine karşıdırlar. Türkiye'de millilik, içine
alanı yutan bir bataklıktır.
Batı elbette kendi çıkarları doğrultusunda ülkelere biçim
vermeye çalışacaktır, ancak bunu yaparken, çürümüş dev ağacı yere indirirken,
yıllarca ağacın altında cılız birer filiz olarak kalan diğerlerinin güneşi
görür görmez boy vermeye başlamasını nasıl engelleyecek? Suriye ve Irak'ta
engelleyebildi mi? Ayrıca neden engellesin? Sorunlar zaten engellerden
kaynaklanmıyor muydu?
Türk gelenekçiliğinin, dinciliğinin ve milliyetçiliğinin
en iri kozu olan Erdoğan, şu anda işi bitirilmiş bir başbakandır. Erdoğan'a
vurulan darbeler, 600 yüz yıl Ermenilerin de içinde olduğu diğer Hiristiyan
topluluklarına vuran, son doksan yıldır da Alevilere ve Kürtlere karşı Kemalist ordunun tetikçiliğini yapan
kendi vatandaşlarıyla uyumsuz Türk dinciliğini ve muhafazakarlığını
sarsmaktadır. Çağa ayak uyduramayan İslamcı Türk muhafazakarlığı Erdoğan ve
Cemaat şahsında vuruşturularak, bu güçlerin güçsüz düşürülmesi planlanmaktadır.
Olan budur. Batının Türk iç savaşandan anladığı da budur.
Ama Erdoğan, İslamcı Türk muhafazakarlığının desteğini
arkasına alarak direniyor. Yayınlanmış kasteleriyle bir sokak üç kağıtçısından
daha düşük karaktere sahip olduğu anlaşılan Erdoğan'ın arkasındaki desteğin
azalmamasını doğru algılamak gerekiyor. Bugüne kadar başkalarını yok saymış,
ülkenin sokaklarını ve şehirlerini yağmalamış Türk İslam gericiliği iktidarını
sonsuza kadar kaybetmekten korkuyor. Bunun içinde Erdoğan'ın hakiki seks kaseti
yayyınlansa da desteğini çekmiyor.
Peki bu nereye varır? Yolsuzluğu, rüşveti, başka suçları
ortaya çıkmış yönetimlerin önünde genellikle iki yol vardır: Ya istifa ya da
iktidarda kalmak için her yolu mübah sayma.
Erdoğan istifa etmiyor, istifa etse tutuklanacağını ve
beş paralık olacağını iyi biliyor. Ömür denen şey nedir ki zaten,
direnebildiğin yere kadar direnmek... Erdoğan bunu yapıyor.
Uluslararası güçlerin acelesi yok. Şu anda bir askeri
darbeye ihtiyaçları yok. İç savaşı da içeren büyük bir kaosa da gerek yok.
Erdoğan'ın iktidar yüzsüzlüğünü gördükçe, başka mücadele araçları devreye
girecek. 2014 yerel seçimlerinden sonra 2015 genel seçimleri gelecek. Batının
bu kadar pisliği ortaya çıkmış bir başbakanı ve partisini destekleyeceğini
sananlar kötü yanılırlar. Bu ayrı bir suç ve ahlaksızlık teşkil eder. Onun için
ezmeye karar vermişler ve Türkiye'nin iç dinamikleriyle ezecekler.
Kürtlerin bu iç çatışmayı ve geleceği iyi okuması
gerekir. Erdoğan bu saatten sonra sorun çözemez, sorunları çözüm metodu tutmaz,
ayrıca ağzıyla kuş tutsa tarihe hırsız başbakan olarak geçmekten kurtulamaz.
Ahlaksız, hırsız, her türlü iktidar pisliğine bulaşmış
bir başbakana hala, "sorunu çözersen tarihe geçersin" demek, hayatı,
ülkeyi, insanlığı, ahlakı, dürüstlüğü bir iki siyasi adımla gölgelemek olur ki,
Kürtlerin en son tenezül etmesi gereken şey işte budur.
BDP veya PKK'de bir siyasetçinin yolsuzluğu kanıtlansa,
herhalde yapacakları ilk iş onunla ilişkilerini kesmek olur.
Erdoğan, farklı bir ülkenin siyasetçisi değil, bizim de
içinde olduğumuz, ülkemizin siyasetçisi ve başbakanı... Üstelik Kürdistan'daki
oyların yarısını alıyor.
BDP ve PKK'nin bu saatten sonra AKP'ye ve onun hırsız
başbakanına çözüm yolunda ihtiyacı yoktur.
Türkler, pek uzak olmayan bir gelecekte Kürt hak ve
özgürlükleri yolunda çok büyük adımlar atmak zorunda kalacaklar. 12 yıl AKP'ye
karşı tutarlı bir mücadele yürüten PKK ve BDP, ölmesi için ölüm döşeğine
yatırılmış AKP'nin bir kaç uyduruk adımına methiyeler dizmemelidir.
Yönetimi ve yöntemleriye kirli ve gaddardır o. Tarihin
çöp sepetine gidecektir.
(*)Kaynak:
Rojeva Kurdistan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder