Bülent
Tekin
Bulenttekin47@gmail.com
Devletin
gizli ve ifşa edilmeyen (açıklanmayan) hareketlerini göz önüne alarak ihtiyatlı
konuşmak gerektiğini düşünüyorum. 15-16 Haziran (2013) günlerinde Diyarbakır’da
yapılan Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı devletin bilgisi dahilinde
Abdullah Öcalan’ın talebi (çağrısı) üzerine yapıldı. Çok
etnisiteli-kültürlü-inançlı-dilli-ideolojili katılımcılar (delegeler) adeta
Türkiye Kürdistan’ının (hukuki) statüsünü belirlemeyi hedeflediler. Ortak bir
mutabakatla bir sonuç bildirisi yayınladı(lar). Bu (sonuç) bildirisi en azından yurtiçinde iki
tarafa (Öcalan’a ve Hükümet’e) verilecek. Neler oluyor, neler olmuyor?
Ortak
bildiriye göre Kürtlerin en azından üç tip statüyü talep ettiği görüldü:
Özerklik, federasyon ve bağımsızlık. Statü olarak bu üç isim anıldı. Kürtlerin
bu statülerini (kendilerince) ulusların kendi kaderlerini tayin etme haklarına
göre belirleyeceği vurgulandı. Bu üç talep Öcalan’ın çözüm ve barış için
öngördüğü “eşit yurttaşlık ve genişletilmiş yetkili yerel yönetimler” talebinin
ilerisinde olduğunu söyleyebilirim.
Konferans’ta
yine Öcalan’ın isteği doğrultusunda bir komite (Birlik ve Çözüm Komitesi)
oluşturulması kararı çıktı. Anlaşılan bu statünün elde edilmesi için işin içine
Türkiye’nin dışında BM, AB, İKÖ (İslam Konferansı Örgütü) gibi kuruluşlar da
girecek. Bu olanlar (yaşananlar) gerçek mi?
Türkiye
Cumhuriyeti’nin bilgisi dahilinde Kürtler (Öcalan, KCK, PKK, BDP, DTK)
tarafından adımlar atılırken devletin durgun ve sessiz kaldığı, hatta adım
atmadığı görülüyor. PKK sınır dışına çekilmeyi bitirirken Başbakan’ın
kullandığı dil barış veya çözüm için bir umut vermiyor. Neler oluyor, neler
olacak?
Coğrafi
anlamda olmasa dahi kültürel alanda inşa edilecek bir Türkiye Kürdistan’ının-bu
konferans bileşenlerine bakıldığında!-yeni politikacılar yaratacağı gerçeği
var. Kürtlerin yaşadıkları bu topraklardaki tüm etnisite, dil, kültür ve inanç
bileşenlerinin temsilcilerinin eski sistemin burjuva, feodal bey ve
(kanaat/cemaat) önderleri olduğu gerçeğinden yola çıkarak alt sınıflar,
kimsesizler ve sahipsizler açısından değişen bir durumun olmayacağı gerçeği de
kendini göstermiştir. Bir anlamda aynı sınıf ve güçteki bizi, sizi yönetenin
Kürt ya da Türk olması bir şeyi değiştirmeyecektir. Bir benzetme yapmam
gerekirse şunu söyleyebilirim: Türkiye Kurtuluş Savaşı’nda Sivas, Erzurum kongreleri,
Amasya Protokolleri’ne ve hatta (T)BMM’ne katılanlar hep o dönemin etkin
feodal, asker ve varlıklı sınıf temsilcileri olmuştur. Türkiye ve Kürdistan
topraklarındaki eski ve yeni politikacı tiplerinin yönetilenlerden her alanda
farklı olduğunu söylemek istiyorum. Böylesi bir bölüşüm ya da oluşum Türkiye
veya Kürdistan coğrafyasında ne tür iyilikler, güzellikler, yenilikler ortaya
çıkarabilecektir. Bunlar meçhuldür!
İnsan
hakları, hak, hukuk, adalet, özgürlük, eşitlik, demokrasi ve kardeşlik taleplerinden
kimler yararlanacaktır? Evet evet, bu değerler kavramından bu değerlere susamış
insanlar mı (ezilenler, baldırı çıplaklar, çarıksızlar) yaralanacak ya da
sınıf, nüfuz ve konum itibariyle zaten her zaman yukarılarda olan ekâbirler mi?
Eğer
insan hakları açısından düşünülecekse burada önemli olanın Türkiye ya da
Kürdistan olarak iki ayrı yönetsel veya coğrafi alan olmadığıdır. Her iki
durumda ya da şimdiki durumda olan veya olacakların kurnaz adam iktidarının
olacağı durumudur. Kurnaz Adam için Türk ya da Kürt olmak önemli değildir.
Önemli olan kendi iktidarı ve çıkarlarıdır. Bu “Kurnaz Adam” her durumda ve
şartta yeni bir rolle karşımıza çıkar ve bizleri yüzyıllarca yönetir. Devletin
veya devletlerin kurnaz adam politikalarıyla yönetildiklerini de unutmamak
gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder