Mustafa Elveren (Em. Öğrt.)
Yavuz’un torunları, imamın ordusu ve Kemal’in
askerleri iktidarı ele geçirmek için adeta birbirleriyle yarışıyorlar. Hatta
danışıklı dövüş bile yapıyorlar. Binlerce Alevi-Kızılbaş’ın katliamından
sorumlu olan Yavuz’la övünen başbakan R. Tayyip Erdoğan’ın fetvaları nedeniyle
Taksim Meydanı halkların eylem yapma alanı haline dönüşmüştür. İşte Başbakan
Erdoğan’dan birkaç tane örnek fetva;
- En az üç çocuk yapmak,
- Sevgililerin “kucakta oturma rezaleti”,
- Yavuz Sultan Selim
Köprüsü
- Gezi parkı,
- Topçu Kışlası,
- Tıksırıncaya kadar içiniz,
- Kıyak kafa,
- Benim, benim, benim…
Yukarıda sıraladığım bu ifadeler bizzat
TC. Başbakanı’nın ağzından çıkmıştır. Halklar da bu fetvalara karşı demokratik
tepkisini Taksim Meydanı’nda ortaya koymuştur.
12 Eylül hukukuyla baskılar her gün
artmakta ve insanların yaşam biçimlerine müdahale edilmektedir. Dolayısıyla hak
ve özgürlükleri kısıtlayan bir zihniyete duyulan tepkilerdir. Yani
yıllardır halklarda biriken öfkenin patlamasıdır.“Çözüm
süreci” deyip Kürtleri bir belirsizliğin içine sürüklemiştir. Roboskî katliamı
ile Reyhanlı bombasını da eklemek gerekir.
AKParti hükümetinin tüm bu
olumsuzlukları nedeniyle çok farklı siyasi görüşteki insanlar zorunlu olarak
bir araya gelebilmiş ve ortak tepkilerini göstermişlerdir.
Bir önceki yazımda; Atatürk-Muhammed-Apo çizgisinin
gezi eylemlerinde etkili olduğunu belirtmiştim. Deniliyor ki, hiçbir zaman yan
yana gelemeyecek gruplar Gezi Parkı eylemleri sayesinde birlikte hareket
ettiler. Bu görüşe kısmen katılmakla birlikte, itirazlarım da vardır.
Birçoğumuzun öfkesi ve tepkisi ortak olmasına rağmen,
bir araya gelenlerin gönüllü birlikteliği olmayıp, zorunlu bir dayanışma
olduğunu düşünüyorum.
12 Eylül darbesi döneminde cezaevleri başta olmak
üzere, insanlarımıza ister-istemez, olur-olmaz yerde marş söyletirlerdi. Gezi
Parkı eylemlerinde de “ULUSOLCU”lar tarafından HDP, BDP ve diğer sol ve
sosyalist örgütlere karşı sık sık bayrak sallayıp, “Mustafa Kemal’in
Askerleriyiz” sloganı ardından Onuncu Yıl ve İstiklal Marşı’nı söylüyorlardı.
En azında Antalya’da böyle olduğunu bizzat ben tanık oldum. Sanki kendimi resmi
devlet töreninde hissettim.
Hal böyle olunca; toplu yürüyüşlerin ardından herkes
siyasi görüşüne yakın olan çadırlar etrafında kümeleniyorlardı. Zaten böylesi
birliktelikler siyasi dengeler ve çıkarlar göz önüne alarak yapılmaktadır. O
nedenle postalcı ve takunyacı Kemalistlerin çelişkisinden yararlanmak
mümkündür. Gerekirse “Şeytanla da taktiksel işbirliği yapılabilir”. Ben gezi
olayları ile ilgili ortak tepkilerin taktiksel olup, stratejik bir birliktelik
olmadığını düşünüyorum. Ancak buradan stratejik bir ortaklık da yaratılabilir.
Bu gün Yavuz’un torunları, İmamın ordusu, Kemal’in
askerleri iktidarı paylaşmış durumdalar. Ne kadar da birbirlerine benziyorlar!
Al birini vur ötekisine!
Pir Sultan’dan Seyit Rızaya, Deniz
Gezmiş’den İbrahim Kaypakkaya’ya, Demirci Kawa’dan Mazlum Doğan’a kadar
devrimci bir mücadele geleneğimiz vardır. Ne Yavuz’un torunları, ne İmamın
ordusu, ne de M. Kemal’in askerleri devrimcileri yıldıramaz. Yeter ki SOL’un
duayenleri eleştiri adı altında birbirlerini yıpratmasınlar.
Yaklaşık bir hafta sonra Sivas
katliamının 20. Yıl dönümünde Alevi-Bektaşi-Kızılbaşlar tüm engellere rağmen
her yıl olduğu gibi bu yıl da yine çeşitli etkinlikler yapmaya çalışacaklardır.
“Dün Sivas’ta yakanlar bugün halka
saldıranlardır... Madımak’ta insanları
yakanlar kafası kıyaklar değil, kafası kine, nefrete çalışan insan görünümlü
yobazlardı. Ve meyhaneden değil Camiden çıkmışlardı…” (Faceboox’ta paylaşılan
bir mesaj)
Dönemin Başbakan’ı Tansu Çiller ise, “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar
görmemiştir” diyebiliyordu. Yani otel dışındaki halkımız dediği eli taşlı,
sopalı, zincirli saldırganlardır. Yine dönemin iktidar ortağı SHP şimdiki
devamı olan CHP de çaresizlik ve acz içinde kalındığı söylemiş, ancak bu kadar
korkunç bir olayın ardından büyük bir pişkinlikle iktidar ortaklığına devam
etmiştir.
Madımak katliamı sanıklarını savunan
30’dan fazla Avukat bu gün AKParti’den milletvekili, bakan, bakan yardımcısı,
belediye başkanı, müsteşar, danışman olarak görev yapıyorlar. Hatta devletin
yargı organlarında ve kurumlarında üye olarak görev yapmaktadırlar. Bu yapıdan
adalet çıkar mı?
Davanın zaman aşımıyla ilgili mahkeme
kararına “hayırlı olsun” diyen ve Tansu Çiller’den, Süleyman Demirel’den daha
beter bir başbakanla karşı karşıyayız.
Basından öğrendiğime göre “Hükümet, 2010’da
hazırlanan ve önerilerinin büyük bölümü hayata geçirilmeyen Alevi Açılım
Paketi’ni güncelliyor”muş. Bir-iki üniversiteye veya tesise Hacıbektaş ismini
vereceklermiş. Kendilerine yakın Alevi dedelerine maaş bağlayacaklarmış. Yani “parayı
veren düdüğü çalar” mantığıyla hareket ediyorlar.
Bunların amacı Alevileri Müslümanlaştırmaktır. Yani
Diyanet’ten bir-iki temsiliyet vermek suretiyle İslam’ın içine monte etmektir.
Umarım Aleviler bu defa hükümetin tuzağına düşmezler. Çünkü bu hükümetin Alevi
sorununu çözmek diye bir niyeti yoktur.
On yıl önce (02 Temmuz 2003) mülga Antalya
FM Radyosu’nda katıldığım söyleşide bana sorulan sorulardan güncelliğini
koruduğu için bir tanesini yanıtımla birlikte aynen aşağıya aktarıyorum.
Bir daha Sivas katliamları ve benzeri
olayların yaşanmaması için nasıl bir yol izlemeyi düşünüyorsunuz? (Sunucu
sorusu)
Yanıt:
Örgütlenirsek eğer, savaşın değil barışın,
ölümün değil yaşamın esas olduğu anlaşılır. Yaşam hakkı anlam bulur. Düşünce
özgürlüğü özgürleşir, kimse söylediği sözden, yazdığı yazıdan, yaptığı notadan,
konuştuğu dilden dolayı suçlanamaz. Cezaevlerinde tecrit ve ölüm oruçlarında ne
kimse hunharca öldürülür, ne de ölüme terk edilir. Yani tek çözüm yolu, başta
alevi-bektaşi örgütlemeleri olmak üzere emekten, özgürlükten, barıştan ve
demokrasiden yana olan tüm örgüt ve kuruluşların birlikte mücadele vermeleri
gerekir, diye düşünüyorum.
10 yıl önceki düşüncelerimi bu gün de
aynen koruyorum.
23.06.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder