İsmail Beşikci
Necmettin Büyükkaya, 24 Ocak 1984 günü, Diyarbakır
Cezaevi'nde, demir çubuklarla, kalaslarla dövülerek katledildi. Bu cinayetden
dolayı cezaevi yönetimi hakkında bir soruşturma açılmadı.
Ayten Öztürk, 28 Temmuz 1992 de, Elazığ'da, evinden
işyerine giderken,, evinin önünden alınarak kaçırıldı. Cesedi 8 Ağustos günü,
Elazığ'da, Kartalkaya mıntıkasında bulundu. Kulakları ve dudakları kesilmiş,
gözleri oyumlu, kafa derisi yüzülmüş halde bulundu. Bu cinayeti
gerçekleştirenler hakkında hiçbir soruşturma açılmadı.
Ayten Öztürk'ün, gerillaya katılan ablası Aysel Öztürk
Çürükkaya karşılığında rehine olarak kaçırıldığı bilinmektedir.
12 Ocak 1996. Basan'da (Güçlkonak) 11 korucu, bindikleri
araba içinde, yakılarak katledildi. Devlet, bu katliamı, PKK'nin yaptığını
vurguladı. Ama, JİTEM'in, özel timlerin yaptığı kısa bir süre sonra açıkça
görüldü. Bu cinayetden dolayı yakalanan, sorgulanan bir kişi yok.
24 Eylül 1996. Diyarbakır Cezaevi'nde, öğle vakti, on PKK
li tutukluyu, gardiyanlar, özek timler, jandarma, demir çubuklarla, kalaslarla
zincirlerle döverek öldürdü. Onu ağır olmak üzere 46 kişi yaralandı. Aralarında
yaralıların da bulunduğu 14 tutuklu Gaziantep Özel Tip Cezaevi'ne sürgün
edildi.
Bu cinayetin gerçekleştiğinde, Başbakan Necmettin
Erbakan'dı. Adalet Bakanı Şevket Kazan'dı. İçişleri Bakanı Mehmet Ağar,
Genelkurmay Başkanı, Org. İsmail Hakkı Karadayı idi. Cinayete kurban gidenlerin
yakınları davacı oldular. Şüphelileri ifadeye bile gitmediler. Mahkemenin
çağrılarına uymadılar...Dava Avrupa insan hakları Mahkemesi'ne taşındı.
28 Eylül 2009'da, Lice'de, Ceylan Önkol adındaki 12
yaşındaki bir çocuk, koyunlarını otlatırken, üzerine düşün bir bombayla
öldürüldü. Cesedi parçalandı. Anası, kızının ceset parçalarını elbisesinin
eteğinde topladı.
Bunlar gibi binlerce cinayet. Vedat Aydın, Musa Anter,
Mehmet Sincar, Hafız Akdemir, Ferhat tepe, Behçet Cantürk, Savaş Buldan, Yusuf
Ekinci, Şevket Epözdemir, babasıyla birlikte öldürülen 12 yaşındaki Uğur
Kaymaz... binlerce cinayet...Bu arada, 28 Aralık 2011 günü yaşanan Roboske
katliamını da saymak gerekir.
Bu cinayetleri gerçekleştirenler, özel timlerdir,
polislerdir, JİTEM'dir, jandarmadır vs. Bu cinayetleri işleyenler arasında,
örneğin, yüzbaşılar, başçavuşlar, çavuşlar, sıradan erler, itirafçılar
olabilir. Ama, bunlar hakkında herhangi bir soruşturma açılmadığı yakından
bilinmektedir. İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi'nin araştırmalarına göre
253 toplu mezar var. Bu toplu mezarlarda üçbin civarında kayıp var.
Türk hükümeti gerektiğinde, emekli Genelkurmay Başkanı'nı
tutuklayıp cazaevine koyabiliyor. Emekli Kuvvet komutanlarını tutuklayıp
cezaevine koyabiliyor. O emekli komutanlar hakkında ceza davaları
görülebiliyor. Hatta, görev başındaki orgeneraller de tutuklanıp haklarında
davalar açılabiliyor. Ama, Kürdlere karşı cinayetler işlemiş Kürdleri hunharca
katletmiş özel timlere, JİTEM'lere, subaylara, çavuşlara, astsubaylara,
polislere vs. bir soruşturma açamıyor, açmıyor. Bu durum Kürd/Kürdistan
sorunuyla yakından ilgilidir.
Temel Sorun
Türkiye Cumhuriyeti, 29 Ekim 1923 de Kürdlerin yokluğu
üzerine kurulmuştur. Sadece Kürdlerin değil, Rumların, Ermenilerin, Asurilerin,
Süryanilerin, Yahudilerin, Ezidi Kürdlern, Rum-Pontusların, kendilerini Reya
Heq olarak adlandıran , Alevileri n (Kızılbaşların) da yokluğu üzerine
kurulmuştur.Bunun yolu da asimilasyondur. Kürdlerin Türklüğe, Alevilerin
Müslamanlığa asimilasyonu. Asimalasyonu kabul etmeyenler imha edilecektir.
Yukarıda sayılan altı olguda, imhanın nasıl gerçekleştirildiği belli
olmaktadır. Örneğin çeşitli katliamlarda çok adı geçen "Yeşil" bir
türlü yakalanıp yargı önüne çıkarılamamıştır.
Hristiyan olan Rumların, Ermenilerin, Süryanilerin
Rum-Pontusların vs. asimile edilmeleri mümkün değildir. Onların yokluğu da
ancak, sayılarının azaltılması suretiyle sağlanabilir. Yirminci yüzyılın
başlarında, sadece İstanbul ve çevresinde, 300 bin civarında Rum yaşıyordu. O
zaman, bugünkü sınırlar içindeki topraklarda 10-12 milyon insan yaşıyordu.
Bugün İstanbul'da yaşayan Rumların sayısı 1500 dür. ( Hayko Bağdat, Bese
Hozat'a, Taraf, 11 Ocak 2014)
Hayko Bağdat, bugün Türkiye'de yaşayan Ermenilerin
sayısının 60 bin, Yahudilerin sayısının 20 bin olduğunu belirtmektedir.
Halbuki, yirminci yüzyılın başlarında bu topraklarda, yani, Batı Ermenistan'da,
Kilikya'da, Kuzey Mezopotamya'da, İstanbul çevresinde, Ankara-Eskişehir
çevresinde... 2 milyona yakın Ermeni yaşıyordu. Asuri-Süryanilerin sayısı ise
ancak, yüzlerle ifade edilmektedir.
İktidarımızı engelliyorlar, darbe planları yapıyorlar,
darbe teşebbüsü var diyerek generaller hakkında, soruşturmalar, davalar
açılabiliyor, ama, Kürdleri öldüren, katleden çeteler hakkında böyle bir yola
başvurulamıyor. Kürdler için de böyle bir yola başvurma, devletin kuruluş
felsefesine aykırı olur.
Bu çeteler hakkında dava açılması, Kürdleri görünür
kılabilir anlayışı egemendir. Görünürlüğün giderek görüntüsünü büyüteceği,
hak-hukuk isteme yoluna kadar gidebileceği düşünülür. Bu bakımdan daha baştan,
bu görüntüyü engellemek çok önemli bir devlet anlayışı olarak belirmektedir.
Burada, İttihat ve Terakki'nin politikasını, devlet ve
toplum tasarımını hatırlatmakta yarar vardır. Rumların sürgün edileceği,
Ermenilerin, Süryanilerini nüfusunun tehcirle çürütüleceği. Kürdlerin Türklüğe,
Reya Heq'in , Alevilerin Müslümanlığa asimile edeleceği İtthiat ve Terakki'nin
çok önemli bir tasarımıdır. 1910'larda oluşturulan bu projenin yaşama geçmesi
için her türlü olanak kullanılmıştır. Cumhuriyet bu projeyi daha sistematik ve
kararlı bir şekilde yaşama geçirmeye çalışmıştır.
1921 Anayasası Nasıl Değiştirildi?
1921 tarihli ve 85 sayılı Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun
en önemli özelliği ademi-i merkeziyet prensibini kabul etmiş olmasıdır. Bu,
husus, yasanın 11. Maddesiyle vucut bulur.
11. madde, "Vilayet mahalli umurda, manevi şahsiyeti
ve muhtariyeti haizdir" diye başlamaktadır. Muhtariyetin hangi sektörlerde
geçerli olacağı dile getirilmektedir.
12. madde ise, vilayet şuralarını halk tarafından nasıl
seçileceğini anlatmaktadır.
1921 Anayasası'nın, 1. 2. 4. Ve 10. Maddeleri ise
şöyledir.
Md. 1. Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir. İdare
usulu, halkın mukadderatını (geleceğini) bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına
müsteniddir (dayalıdır)
Md.2. icra kudreti, yasama yetkisi, milletin yegane ve
hakiki mümessili olan Büyük Millet Meclisinde tecelli ve temerküz eder
(toplanır)
Md.4. Büyük Millet Meclisi vilayetler halkınca seçilen
azalardan oluşur.
Md. 10. Türkiye, coğrafi vaziyet ve iktisadi ilişkiler
noktasından vilayetlere, vilayetler kazalara,kazalar da nahiyelere ayrılır.
1921 Anayasası, 29 Ekim 1923 günü yani Cumhuriyet'in ilan
edildiği gün, 29 Ekim 1923 tarihli ve 364 sayılı kanun ile değiştirilmiştir. Bu
kanun, "Teşkilat-ı Esasiye Kanunun'nun Bazı Maddelerini Açıklayarak
Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun" adını taşımaktadır.
Yeni kanunda, eski maddeleri değiştiren yeni maddeler
şöyledir.
Md.1. Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Türkiye
Devleti'nin şekli hükümeti Cumhuriyettir.
Md.2. Türkiye Devleti'nin dini İslamdır. Resmi lisanı
Türkçedir.
Md.4. Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından
idare olunur.
Md.10. Türkiye Reisicumhuru, Türkiye Büyük Millet Meclisi
heyet-i umumiyesi tarafından ve kendi azasından bir devre için seçilir, Tekrar
seçilmek caizdir.
Md.11. Türkiye Reisicumhuru devletin reisidir. Bu sıfatla
lüzum gördükçe Meclise ve vekiller heyetine başkanlık eder.
Md. 12 Başvekil, Reisicumhur tarafında ve Meclis azası
arasından seçilir. (Prof.Dr. Suna Kili Prof. Dr. A.Şeref Gözübüyük, Türk
Anayasa Metinleri, Senedi İttifaktan Günümüze, Türkiye İş Bankası Kültür
yayınları, 1985 Ankara, s. 91-93, s. 103)
Adem-i Merkeziyet prensibinin nasıl yürürlükten
kaldırıldığı, 11.ve 12. Maddelerdeki değişiklikten açıkça görülmektedir. 29
Ekim 1923 günü sessizce yapılan bu değişiklik aslında hukuka karşı bir
darbedir. Çünkü bu değişiklikle ilgili olarak Meclis'te hiçbir tartışma
yapılmamıştır. Bu değişiklikle ilgili olarak hiçbir milletvekilinin de haberi
yoktur. Sadece Mustafa Kemal'in ve birkaç arkadaşının bildiği bir konudur.
1 Nisan 1923 de Meclis yenilenmiştir. Yeni Meclis'e
Mustafa Kemal'e muhalefet eden kişilerin alınmamasına yani ikinci gruptan
kişilerin alınmamasına özen gösterilmiştir. Yeni Melis 1921 Anayasasını yapan
meclis değildir. 1921 Anayasası 2 yıl 9 ay gibi bir süre yürürlükte kalmıştır.
Adem-i Merkeziyeti yaşama geçirecek bir tasarrufu da olmamıştır.
Bu, değişiklik, ileride gelişecek asimilasyon, inkar ve
imha süreci için elverişli bir ortam yaratmaktadır. O günlerden beri Türk
hukuku resmi ideolojinin emrindedir. 1950leri, 60'ları, 70'leri 80leri
hatırlayalım yargı organları Kürtdlerden, Kürdçe'den söz edenleri çok ağır
idari ve cezai yaptırımlarla karşılıyordu. Bu yargı organlarının resmi ideoloji
doğrultusunda karar vermesinden başka bir şey değildir. Yargı organları, Kürdler
konusunda hala, resmi ideolojinin gereklerine göre çalışmaktadır. Bunun için
Ergenekon soruşturmaları Fırat'ın öte yakasına geçememektedir.Buysa hukukun
adalet anlayışının çürümesi anlamına gelmektedir.
Hukuk Fakültelerinin sayısı arttıkça, barolar gibi hukuk
kurumlarının görkemli binalarda çalışmaları yoğunlaştıkça hukuk küçülmektedir.
Adalet duygusu çürümektedir. Son 30 yıllık Kürd savaşı sürecinde bütün Kürd
dinamikleri etkin bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bu dinamikler, 50'lerde,
60'larda bu kadar belirgin değildi. Bu dinamikleri resmi ideolojinin
kurumlarıyla bastırmak artık mümkün değildir. Kürd dinamiğinin kendisinin, daha
belirgin olmasını vurgulamak yeterli değildir. Kürd dinamiği, Ermeni, Rum,
Süryani, Alevi, Laz, Çerkes ...dinamiklerinin de görünür hale gelmesini
sağlamıştır.
Bu kaostan çıkışın tek yolu resmi ideolojinin yoğun bir
şekilde eleştirisini gerekli kılmaktadır. Resmi ideoloji bilimin kavramlarıyla
eleştirilmelidir. Bu eleştiri sürekli olmalıdır.