28 Mayıs 2014 Çarşamba

GEZİ DİRENİŞİNİN - HAZİRAN AYAKLANMASININ YILDÖNÜMÜ...


Adil Okay

 Tam bir yıl önce "Haziran direnişinin ilk sonuçları" adlı makalemde şunları yazmıştım:

"Gezi parkı, bardağı taşıran son kıvılcım oldu. 10 yıla yaklaşan AKP iktidarının adım adım ördüğü, alıştırarak, kanıksatarak uygulamaya soktuğu ve muhafazakârlıkla kardığı neo-liberal politikalar nihayet ters tepti. Kendinden olmayanlara karşı kurmaya çalıştığı "korku imparatorluğu" çatırdadı. Homojen olmayan, tek bir siyasal grubun önderliğinde olmayan halk kitlesi, özellikle gençler, Gezi parkında “3 ağacı korumak” için ayaklandı. Elbette buradaki 3 ağaç, 30 yıldır adı konulmayan iç savaşta devletin yaktığı ormanlarda ağlayan ağaçların kardeşleriydi, AKP’nin iktidarda olduğu 10 yıl boyunca İslamcı sermayeye peşkeş çektiği ormanlardı, barajlarla kirletilen nehirlerdi.

Buradaki 3 ağaç, 2B, 3. Boğaz köprüsü ve Yeni havaalanı projeleriyle “katli vaciptir” denilen milyonlarca ağacın sözcüsüydü. Gezi parkında başlayan ayaklanma, AKP hükümetinin, yandaşlarını zengin etmek için yaptığı, saymakla bitiremeyeceğim hırsızlıklara tepkiydi.

Halk ayaklandı. Ben de ayaklananlar arasındayım. Zira biz artık ceberut başbakanın ne içeceğimize, ne yiyeceğimize, kiminle ve nasıl sevişeceğimize, kaç çocuk yapacağımıza, hangi ibadethaneyi kullanacağımıza bizim adımıza karar verme cüretine isyan ettik.

Zira biz sermayenin fütursuzca, hükümetten aldığı destekle iş cinayetleri işlemeye devam etmesine isyan ettik. Zira biz, var olan laikliği beğenmezken, (Sünni) diyanet işleri bakanlığının olduğu, imamların devlet memuru yapıldığı bir ülkede laiklik zaten yarımdı, sorunluydu derken, onun da kuşa çevrilmesine isyan ettik. Zira biz hapishanelerin dolup taşmasına, gazetecilerin, avukatların, öğrencilerin, seçilmiş vekillerin, belediye başkanlarının, meclis üyelerinin olmayan suçlarla hapse tıkılmasına, hasta mahpusların birer birer tahliye edilmeden ölmesine isyan ettik...."

Diye devam ediyordu makalem. Aradan 1 yıl geçti. AKP hükümeti doğayı ve insanları katletmeye devam etti. En son Soma katliamı, devlet - patron suç ortaklığını, AKP- Sermaye suç ortaklığını gözler önüne serdi.

Son bir yılda bir kez daha gördük ki: Gezi’nin Soma ile Soma’nın Roboski’yle, Roboski’nin Cumartesi Anneleriyle ilişkisi var. Bu katliamların tümünün merkezi aynı adrestir: Devlet-Patron suç ortaklığıdır. Zulüm imparatorluğudur. Sermayenin dini, imanı, ırkı, rengi olmaz. İslamcı sermaye kötüdür, Hıristiyan ya da ateist sermayedar iyidir demek saflık ya da konuyu bilmemekten kaynaklanır. Doğayı kirleten de, diktatörlere destek veren de bu sermaye sınıfıdır. Özellikle son 30 yılda iş cinayetlerinin, kirletilen nehirlerin, denizlerin, yağmalanan sahillerin, yok edilen ormanların ve göllerin sorumlusu-suçlusu emekçiler-çapulcular, mülksüzler değildir. Büyük mülk sahipleridir. “Ulusal” ve uluslararası tekellerdir. Bunlardan birisinin kişi olarak “iyi görünmesi” sizi yanıltmasın. Hafızanızı tazeleyin, Kenan Evren’in darbe yaparken, Tayyip Erdoğan’ın ilk iktidara gelirken, bu sermaye sınıfı tarafından desteklendiğini anımsayın. Bu patronların ellerinde, pazar-paylaşım için çıkartılan savaşlarda öldürülen, yerlerinden yurtlarından göç ettirilen insanların kanı vardır. Küresel sermaye sözcülerinin, ‘Küreselleşme iyidir’ safsatalarının arkasında, küresel suç ortaklığı yatmaktadır. Artık dünyanın tüm büyük patronları aynı örgüt içinde yer almakta, aynı suç makinesini elbirliği ile çalıştırmaktadır.

Fikret Başkaya’nın ifadesiyle: “”kapitalist patronu iş güvenliği konusunda zorlayacak olan yegane güç devlettir. Lâkin kapitalist devlet, şimdilerde “neoliberal devlet”, kapitalistlere sınırlama getirmeye asla yanaşmaz. Ama sınırlıyormuş gibi yapar ve insanlar da ona inanır veya inanmış görünür… Siz hem kârı, özel kazancı, bireysel zenginleşmeyi kutsayacaksınız ve hem de onu sınırlayamaya yelteneceksiniz, bu mümkün değildir. Zaten neoliberal küreselleşme çağında devletin yegane varlık nedeni, zenginlerin zenginliğini artırmaktır, her yolu deneyerek, tüm imkânları seferber ederek onların önünü açmaktır. Onun için kiminle çuvala girdiğini bilmek önemlidir… Dolayısıyla bu katliamın birinci sorumlusu, sadece işveren değildir, onun bu hoyratlığa teşvik eden, yangına körükle giden devlet ve onun temsilcisi hükümettir. Çalışma bakanıdır, İktidar partisidir, iktidar partisini uyarmakta başarısız olan muhalefet partileridir ve bir bütün olarak “milli iradenin” timsâli olarak sunulan TBMM’dir, yani parlamentodur. Özelleştirmeleri marifet sayanların, taşeron işçi çalıştırmaya yol açanların ve itiraz etmeyenlerin tamamıdır. “Taşeron işçi” kavramının bizzat kendisi bir utanç unsuru değil mi? Tabii utanmak için önce utanabilir durumda olmak gerekir… Ve maalesef “iş bitiricilik” ahlâksızlığının geçerli olduğu bir toplumda artık utanmaya/arlanmaya da yer yoktur…”

O halde Praksis grubunun meşhur şarkısının sözleri hâlâ geçerli:

"Gel sen de haykır... İsyana gerek var..."

"Yık duvarları" adlı şiirimle tamamlıyorum diyeceklerimi ve Gezi direnişini-Haziran ayaklanmasını selamlıyorum. ve bu ayaklanmada hayatını kaybeden gençleri saygıyla anıyorum:

"yık duvarları çocuk
yazılı yazısız kuralları
yasalar bozulmak için yapılır
yap boz
boz yap
yık parçala dağıt
kendi doğrunu bulana değin

mihenk taşı kalbinde gizli
göklerde arama çocuk..."
"yık duvarları çocuk
yazılı yazısız kuralları
yasalar bozulmak için yapılır
yap boz
boz yap
yık parçala dağıt
kendi doğrunu bulana değin

mihenk taşı kalbinde gizli
göklerde arama çocuk..."


Hiç yorum yok: