Adil Okay
Tam bir yıl önce "Haziran
direnişinin ilk sonuçları" adlı makalemde şunları yazmıştım:
"Gezi parkı, bardağı taşıran son
kıvılcım oldu. 10 yıla yaklaşan AKP iktidarının adım adım ördüğü, alıştırarak,
kanıksatarak uygulamaya soktuğu ve muhafazakârlıkla kardığı neo-liberal
politikalar nihayet ters tepti. Kendinden olmayanlara karşı kurmaya çalıştığı
"korku imparatorluğu" çatırdadı. Homojen olmayan, tek bir siyasal
grubun önderliğinde olmayan halk kitlesi, özellikle gençler, Gezi parkında “3
ağacı korumak” için ayaklandı. Elbette buradaki 3 ağaç, 30 yıldır adı
konulmayan iç savaşta devletin yaktığı ormanlarda ağlayan ağaçların
kardeşleriydi, AKP’nin iktidarda olduğu 10 yıl boyunca İslamcı sermayeye peşkeş
çektiği ormanlardı, barajlarla kirletilen nehirlerdi.
Buradaki 3 ağaç, 2B, 3. Boğaz köprüsü
ve Yeni havaalanı projeleriyle “katli vaciptir” denilen milyonlarca ağacın
sözcüsüydü. Gezi parkında başlayan ayaklanma, AKP hükümetinin, yandaşlarını zengin
etmek için yaptığı, saymakla bitiremeyeceğim hırsızlıklara tepkiydi.
Halk ayaklandı. Ben de ayaklananlar
arasındayım. Zira biz artık ceberut başbakanın ne içeceğimize, ne yiyeceğimize,
kiminle ve nasıl sevişeceğimize, kaç çocuk yapacağımıza, hangi ibadethaneyi
kullanacağımıza bizim adımıza karar verme cüretine isyan ettik.
Zira biz sermayenin fütursuzca,
hükümetten aldığı destekle iş cinayetleri işlemeye devam etmesine isyan ettik.
Zira biz, var olan laikliği beğenmezken, (Sünni) diyanet işleri bakanlığının
olduğu, imamların devlet memuru yapıldığı bir ülkede laiklik zaten yarımdı,
sorunluydu derken, onun da kuşa çevrilmesine isyan ettik. Zira biz
hapishanelerin dolup taşmasına, gazetecilerin, avukatların, öğrencilerin, seçilmiş
vekillerin, belediye başkanlarının, meclis üyelerinin olmayan suçlarla hapse
tıkılmasına, hasta mahpusların birer birer tahliye edilmeden ölmesine isyan
ettik...."
Diye devam ediyordu makalem. Aradan 1
yıl geçti. AKP hükümeti doğayı ve insanları katletmeye devam etti. En son Soma
katliamı, devlet - patron suç ortaklığını, AKP- Sermaye suç ortaklığını gözler
önüne serdi.
Son bir yılda bir kez daha gördük ki:
Gezi’nin Soma ile Soma’nın Roboski’yle, Roboski’nin Cumartesi Anneleriyle
ilişkisi var. Bu katliamların tümünün merkezi aynı adrestir: Devlet-Patron suç
ortaklığıdır. Zulüm imparatorluğudur. Sermayenin dini, imanı, ırkı, rengi
olmaz. İslamcı sermaye kötüdür, Hıristiyan ya da ateist sermayedar iyidir demek
saflık ya da konuyu bilmemekten kaynaklanır. Doğayı kirleten de, diktatörlere
destek veren de bu sermaye sınıfıdır. Özellikle son 30 yılda iş cinayetlerinin,
kirletilen nehirlerin, denizlerin, yağmalanan sahillerin, yok edilen ormanların
ve göllerin sorumlusu-suçlusu emekçiler-çapulcular, mülksüzler değildir. Büyük
mülk sahipleridir. “Ulusal” ve uluslararası tekellerdir. Bunlardan birisinin
kişi olarak “iyi görünmesi” sizi yanıltmasın. Hafızanızı tazeleyin, Kenan
Evren’in darbe yaparken, Tayyip Erdoğan’ın ilk iktidara gelirken, bu sermaye
sınıfı tarafından desteklendiğini anımsayın. Bu patronların ellerinde,
pazar-paylaşım için çıkartılan savaşlarda öldürülen, yerlerinden yurtlarından
göç ettirilen insanların kanı vardır. Küresel sermaye sözcülerinin,
‘Küreselleşme iyidir’ safsatalarının arkasında, küresel suç ortaklığı yatmaktadır.
Artık dünyanın tüm büyük patronları aynı örgüt içinde yer almakta, aynı suç
makinesini elbirliği ile çalıştırmaktadır.
Fikret
Başkaya’nın ifadesiyle: “”kapitalist patronu iş güvenliği konusunda zorlayacak
olan yegane güç devlettir. Lâkin kapitalist devlet, şimdilerde “neoliberal
devlet”, kapitalistlere sınırlama getirmeye asla yanaşmaz. Ama sınırlıyormuş
gibi yapar ve insanlar da ona inanır veya inanmış görünür… Siz hem kârı, özel
kazancı, bireysel zenginleşmeyi kutsayacaksınız ve hem de onu sınırlayamaya
yelteneceksiniz, bu mümkün değildir. Zaten neoliberal küreselleşme çağında
devletin yegane varlık nedeni, zenginlerin zenginliğini artırmaktır, her yolu
deneyerek, tüm imkânları seferber ederek onların önünü açmaktır. Onun için
kiminle çuvala girdiğini bilmek önemlidir… Dolayısıyla bu katliamın birinci
sorumlusu, sadece işveren değildir, onun bu hoyratlığa teşvik eden, yangına
körükle giden devlet ve onun temsilcisi hükümettir. Çalışma bakanıdır, İktidar
partisidir, iktidar partisini uyarmakta başarısız olan muhalefet partileridir
ve bir bütün olarak “milli iradenin” timsâli olarak sunulan TBMM’dir, yani
parlamentodur. Özelleştirmeleri marifet sayanların, taşeron işçi çalıştırmaya
yol açanların ve itiraz etmeyenlerin tamamıdır. “Taşeron işçi” kavramının
bizzat kendisi bir utanç unsuru değil mi? Tabii utanmak için önce utanabilir
durumda olmak gerekir… Ve maalesef “iş bitiricilik” ahlâksızlığının geçerli
olduğu bir toplumda artık utanmaya/arlanmaya da yer yoktur…”
O halde Praksis grubunun meşhur şarkısının
sözleri hâlâ geçerli:
"Gel sen de haykır... İsyana
gerek var..."
"Yık
duvarları" adlı şiirimle tamamlıyorum diyeceklerimi ve Gezi
direnişini-Haziran ayaklanmasını selamlıyorum. ve bu ayaklanmada hayatını
kaybeden gençleri saygıyla anıyorum:
"yık duvarları çocuk
yazılı yazısız kuralları
yasalar bozulmak için yapılır
yap boz
boz yap
yık parçala dağıt
kendi doğrunu bulana değin
mihenk taşı kalbinde gizli
göklerde arama çocuk..."
"yık duvarları çocuk
yazılı yazısız kuralları
yasalar bozulmak için yapılır
yap boz
boz yap
yık parçala dağıt
kendi doğrunu bulana değin
mihenk taşı kalbinde gizli
göklerde arama çocuk..."
"yık duvarları çocuk
yazılı yazısız kuralları
yasalar bozulmak için yapılır
yap boz
boz yap
yık parçala dağıt
kendi doğrunu bulana değin
mihenk taşı kalbinde gizli
göklerde arama çocuk..."
"yık duvarları çocuk
yazılı yazısız kuralları
yasalar bozulmak için yapılır
yap boz
boz yap
yık parçala dağıt
kendi doğrunu bulana değin
mihenk taşı kalbinde gizli
göklerde arama çocuk..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder