Hasan Bildirici
Günay'la biz Van
Gölü çocuğuyuz. Karşı kıyılarda doğmuşuz. “Akdeniz
Kültürü” gibi, ayrı bir “Van Gölü Kültürü” var. İnsan
yaşadığı coğrafyaya benzermiş, biz Günay’la Van Gölü’ne
benzeriz. Bitlisli Cahit Cahit Mervan’da bu kültüre dahildir.
Gölden biraz uzak olduğu için, Bitlis kişiliği farkılıklar arz
eder. Ben, Cahit ve Günay yan yana geldiğimizde aramızdaki sohbet,
coğrafyamızdan aldığımız kişilik özellikleri üzeri sürer
gider. Her şeyi konuşuruz, bu konuşmanın birimiz tarafından
kullanılmayacağını üçümüz de iyi biliriz.
Günay’ın ülkeye
döneceği gün, facebook sayfamda onun için şöyle bir not
paylaştım:
“Mücadele
arkadaşım ve meslaktaşım Günay Aslan, 14 Temmuz günü sürgün
yaşamına son verip, ülkeye dönüyor. İyi yapıyor. Sürgün en
çok Kürt aydınlarını ve yazarlarını hırpaladı. Dilerim bir
kaç ay içinde Van Gölü kıyısında görüşürüz. Kendisine yol
açıklığı diliyorum.”
Günay döndü,
ülkeye girişte yaptığı ilk açıklamada ismimi vererek benim de
döneceğimi söyledi.
Ahmet Kaya’nın
bir şarkısı var: “Siz benim neler çektiğimi nereden
bileceksiniz.”
Siz bizim neler
çektiğimizi nereden bileceksiniz, diyeyim ben de.
Birlikte çekilmiş
fotoğrafın altına bazı arkadaşlar not düşmüş:
“İki yürekli
insan, sizi severek okuyorum,” diye.
Arkadaşların bu
ilgi ve övgüsüne teşekkür ediyorum. Bir çok arkadaşın bizi
severek okuduklarını biliyorum. Bizi cesur bulan arkadaş sayısı
da fazla. Buna cesaret mi yoksa vicdanlı olma hali ve eleştirel
dostluğu ilke edinme mi demek gerekir bilmiyorum. Ben ve Günay,
gelişmenin ve gerçek dostluğun eleştiriden geçtiğini biliyoruz.
Buna ne kadar uyduk veya gereklerini yerine getirdik? Bu da ayrı bir
soru. Ancak hep aynı şarkı akla geliyor:
Siz bizim neler
çektiğimizi nereden bileceksiniz.
İkimizin de,
çalıştığımız dönemlerde Kürdistan ulusal mücadelesine yön
veren kişilerle doğrudan kontaklarımız oldu. Onların
beklentileriyle aydın ve yazar kişiliği bir çok kez çatıştı.
Burada en çok da bizler kırıldık. Bazen küstük, uzaklaştık,
sıcak bir merhabayla geri döndük. Günay’ın işi benimkinden
zordu. O doğrudan basın-yayın çalışmalarının içindeydi.
Yazılar yazıp programlar yapıyordu. Bazen küsüp kapıylara
karışıyordu. Ben de yerelde sorunlar yaşıyordum.
Siz bizim neler
çektiğimizi nereden bileceksiniz, demek istiyorum yine.
Sizden hem yüksek
bir yazarlık ve aydın duyarlılığı beklenir, ama yanı zamanda
sıradan bir taraftar gibi olmanız istenir. Siyasetin aldığı her
karara gözü kapalı uyulurken, sizin bir cümleniz göze batar.
Hatta gittiğiniz gecelerde ve festivallerde aşırı duyarlı bir
okur tarafından terslenir, hatta hakarete uğrarsınız...
Siz bizim neler
çektiğimizi nereden bileceksiniz, demek istiyorum yine de.
Çünkü tüccarlıkla
aydınlığı ve yazarlığı karıştırmamak zorundasınız. Hayatı
karın tokluğunu götürürken, kendiniz dışında herkesin
hassasiyetlerine dikkat etmeniz gerekir. Bir kaç yılda bir çıkan
kitabınızdan bir kaç adedi okurla buluşturduğunuzda buna bir ad
takılır. Küskünlüğü bırakıp geri dönen Günay Aslan karın
tokluğuna iki program yapar, buna bir sıfat bulurlar. Kürt
dünyasının benzetmeleri ve sıfatları da kendi statüsüzlüğüne
uygundur.
Onun için biz çok
çektik. Günay’la bazen bunları konuşurduk. Yazar olmak yerine,
bir bakkal dükkanı çalıştırmayı istediğim çok oldu. İnsanız,
hislerden, etten ve kemikten yapılmayız. Taş değiliz.
Bazı kongre,
toplantı ve çalışmalar içinde Günay’la karşı karşıya
geldiğimiz zamanlar oldu. Ama ben Günay’ı hep sevdim, o da beni
sevdi, kırmamaya özen gösterdi.
En neşeli halinde
bile kederle gülen Günay Aslan, sonunda sürgün hayatına son
verdi. Çok kolay bir şey değil bu. Ben de başvurumu yaptım,
cevap bekliyorum.
Avrupa’da hiç bir
şeyimiz yoktu. Karın tokluğuna onurumuzla yaşadık, yazdık,
ürettik, Kürt kurtuluşu üzerine ümitli şeyler söyledik.
Ülkemize döndüğümüzde cebimizde sadece damgası vurulmuş bir
uçak bileti olacak.
Olsun, hiç
kompkelse kapılmadan söylemek gerekir, Puşkin’in dediği gibi,
bu acımasız çada biz özgürlüğün şarkısını söyledik.
----------
Kaynak: Rojeva
Kürdistan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder