1 Aralık 2013 Pazar

Eğitim tüccarlara ve cemaatlara bırakılmamalı...




Adil Okay


Dershaneler tartışması başladı. Kimileri AKP’ye karşı olmak adı altında dershaneleri savunur oldular. Oysa reel politika böyle yapılmaz. Daha ilkeli olunmalıdır. Düne kadar “özelleştirmeye karşıyız” diyorduk. Bu sloganın altını doldurmak yani özel okullara ve tabi ki dershanelere karşı olmak gerekmiyor mu… Tabi ki gerekiyor. Özellikle eğitim tüccarlara ve cemaatlara bırakılmayacak kadar önemli bir alandır.
Ben 2008 yılında bu konuda bir yazı yazmıştım ve zülfüyare dokunmuş gibi tepkiler gelmişti. Ve bu yazıdan “dershaneler” tartışması doğmuştu. Madem yeniden bu kez “iki kötü” arasında bu tartışma başladı “iyiler” de bu hayati konuda ilkeli bir tavır almalı değil mi?
Peki ne yapmalı: Yapılacak ilk iş dershaneleri kamulaştırmak ve orta öğretimde de eğitimin çıtasını yükseltmektir. Bu gün AKP ile Fethullah cemaati arasında “dershaneler” üzerinden bir kavga var diye değil, doğrusu bu olduğu için dershaneler ve özel okullar kamulaştırılmalı – veya kapatılmalı ve Ortaöğretimin kalitesi yükseltilmelidir. Sonuç itibariyle şu anda var olan hiçbir dershane (bazı belediyelerin eğitim destek evlerini saymazsak) “bağış – inayet - kamu hizmeti” amaçlı değildir…
Eğitim tüccarlara ve tabi sözüm ona “hayır” için dershane açan şeriatçı cemaatlara bırakılmayacak kadar ciddi bir konudur…
Ufuk açıcı olabilir diye 2008 yılında yazdığım söz konusu makalemi ve bu tartışmaya katılan bir dershane öğretmeni ile bir öğrencinin e-mektubunu paylaşıyorum.

12 Eylül Dershaneler ve Yarış Atları

Kız kardeşim ve yeğenlerim her yıl okullar açılana kadar yazlıkta kalırdı. Bu yıl erken döndüler. ‘Hayrola ne oluyor’ dedim. ‘Abi’ dedi, ‘yeğenin lise sona geçti. Bu yıl sınava hazırlanmalı.’ ‘Ee’ dedim ‘daha okullar açılmadı.’ O da bana mahcup bir halde, ‘Tamam ama dershaneler açıldı’ dedi.
Ya bizim zamanımızda dershane falan yoktu. Hele hele böyle şantajla çalışanların ilk maaşlarını ödemeyen, sigortasız, çok az maaşla yarı köle-yarı öğretmen çalıştıran, Türkiye genelinde toplam ciroları milyar dolarları bulan sektör olarak dershaneler hayal bile edilemezdi. Çok örnek alınan Avrupa’da da yok bu sektör. Çocuklara zayıf dersleri için özel ders aldıran aileler var tabi. O özel ders de cep harçlığı için çalışan üniversite öğrencileri tarafından evlerde verilir. Öyle kentlerde gözünüze dershane ilişmez. Ne de reklamları. Örneğin orta büyüklükte bir kentte bizde olduğu gibi yüzlerce dershane yoktur. Sadece bir tane vardır.
12 Eylül darbesinden sonra kurulan YÖK gibi faşizm kurumları nasıl üniversiteleri kışlalara – liselere dönüştürdüyse, milli eğitim bakanlığı da ilköğretim okullarını ve liseleri faşist ve şeriatçı kadrolarla doldurdu. Geçen çeyrek yüzyılda yapmadıkları tahribatı bırakmadılar. Sonuç ortada: Test manyağı olan, sorgulamayan, ezberlenmiş sözlerle konuşan, bir konuda kompozisyon yazamayan, dünyadan bi haber öğrenciler ile tüccar ruhlu öğretmenler,  köle arayan dershaneler ve diplomalı işsizler ordusu.
KPSS icat oldu, öğretmen adaylarının çoğu açıkta kaldı. Onlar da açlığa dayanamayıp dershanelerde yarı köle gibi çalışmaya razı oldular. Örgütlenme-mücadele zaten ülke genelinde zayıflamıştı. Bir zamanlar saygı gören öğretmenlerin büyük çoğunluğu da sürüye katıldılar. Okullarda verdikleri dersleri ciddiye almayıp öğrencileri özel ders almaya teşvik ettiler. Okul çıkışı ya özel ders vermeye ya okey-batak oynamaya koştular. Sendikalara üye olmak, oralara gitmek yerine oyun salonları onlara daha cazip gelmeye başladı. Öğrenciler gibi öğretmenler de tek tipleşti. Düzeyleri düştü. Bu olumsuz gelişmelere direnen öğretmenler de azınlık olarak itilip, kakıldı. Fişlendi. Sürüldü.
  
Anne-babalar da dershane yollarında ‘at’laşıyorlar
Dershanelerde çocukların yarış atı haline geldiğinden şikâyet ediyor ana babalar. Ama; 1- Kendilerinin de onlarla birlikte ‘at’laştıklarını fark edemiyorlar. 2- Hem kızıp, hem düzene itaat ediyorlar. Milli Eğitime ve Dershanelere karşı hiçbir eylem yapmıyorlar. 3- Ve en kötüsü çocuklarının geleceğini düşündüğünü söyleyen ana babaların birçoğu ikiyüzlü. Çocukları sınavı kazanamazsa el alem ne der diye kaygılanıyorlar. Çocukları sınavı kazanan akrabalar, komşular, arkadaşlar karşısında küçük düşme kaygısıyla kendi egolarını tatmin için uğraşıyorlar. Çocuklarından kapasitelerinden fazla başarı bekleyip onların kişiliklerinde yaralar açıyorlar. Savunu aynı: ‘Başka çare mi var, mecburuz, sistem böyle, herkes aynı şeyi yapıyor, çocukların geleceği için, v.s’ . Tabi başka çare de aramıyor, sormuyor, sorgulamıyorlar.
Bu ülkede milyonlarca çocuk zorunlu ilköğretimden sonra okuyamıyor. Milyonlarca aile dershane parası bulamıyor. Kapitalizmin  ‘eğitim ve fırsat eşitliği’ sahte. Sadece Türkiye’de değil, Avrupa’da da istatistiklere göre, bir işçi çocuğunun taşradan büyük kente gelip ciddi üniversitelere gitmesi çok zor. Şırnak lisesi ile Ankara lisesi mezunları arasındaki farkı- haksızlığı düşünün.
Paris’in varoşlarında oturan bir arkadaşım, çocuğu kent merkezinde daha iyi bir liseye gitsin diye evini Paris’e taşımıştı. Hadi o patrondu. Ya işçi çocukları. Yani Avrupa’da yaşayan mültecilerin veya göçmen işçilerin, hatta Avrupalı işçilerin -öyle bilmeden, araştırıp karşılaştırmadan iddia ettiği gibi- tuzu kuru değil. Bir işçi ailesi, değil bizim küçük patronlar gibi haftada birkaç kez lokantaya gitmek, çocuklarıyla birlikte ayda bir kez lokantaya zor gidebiliyor. Dışarıda kahvaltıya gitmek ise sadece hayal. Öyle sıfır kilometre arabaları, villaları falan da yok. Kent merkezlerinde yaşayan iki çocuklu bir aile 60 metre karelik bir evde oturabiliyorsa şanslı sayılıyor, çocukları da, Türkiye’de yaşayan bir bürokrat ya da küçük patron çocuğundan daha şanssız-kötü koşullarda yaşıyor. Avrupa ülkeleri son onbeş yıldır ciddi bir ekonomik krizin pençesinde. Refah on yıllar öncesinde kaldı. Krizin faturası önce işçilere, memurlara ve işsizlere kesiliyor. Sosyal haklar her geçen gün daha da budanıyor.

Eylül geldi dershaneler okullardan önce açıldı
Dershaneler açıldı. Ebeveynler dershaneler önünde kuyruğa girdi. Çocuklar isyan edin. Yarış atı olmayın. Çocukluğunuzu ve gençliğinizi sistemin ve ebeveynlerinizin çalmalarına (boş zamanlarınızın oyun, eğlence, spor, müzik, kitap okuma v.b. yerine dershanelerde geçmesine ) izin vermeyin. Tabi internet salağı da olmayın, meslek öğrenin. İlla mühendis veya doktor olmak gerekmiyor ‘adam gibi adam’ veya ‘kadın gibi kadın’ olmak için. (Tabi doktor ve mühendislere karşı değilim. Dünyaya bu meslek grubundan insanlar da gerekli. Ağabeyim Arif Okay makine mühendisi aynı zamanda araştırmacı yazar, keza Doktor Nedim İnce de öyle.) En son izlediğim ‘Güney Sanat Tiyatro Topluluğu’ üyelerinin hemen hepsi işçi ve öğrencilerden oluşuyordu. Tüm izleyiciler gıpta ile karışık saygıyla alkışladı çocukları.
‘Az Çalışmalı Aşka Zaman Ayırmalı’ başlıklı makalem de bu özlemi dile getirir. Yani insanların günde dört saat çalışıp, kalan zamanlarını aşka, sanata, spora, çocuklara ayırabileceği bir dünya özlemini. Ki bu da imkansız değil. Ancak bunun için kapitalizm denilen bu acımasız sömürü sistemini alaşağı etmek gerekiyor. Dershaneleri de kapatıp kültür merkezlerine veya meslek okullarına dönüştürmek ve orta öğretimde de eğitimin çıtasını yükseltmek.

SONSÖZ: 12 Eylül darbesinin üzerinden 28 yıl geçti. Bu karanlık günün yıldönümünde eğitim sistemine eğilmek istedim. Dershanelerden yola çıktım, buralara kadar geldim. Konuyu daha fazla dağıtmadan, çocukların ve ebeveynlerin dershane çarkında yarış atı haline gelmelerine karşı son sözümü, çocuklar için yazdığım bir şiirimle ve bir de dilekle bağlayayım: Umarım gelecek yıl, 12 Eylül mimarları hak ettikleri yerde, cezaevlerinde olurlar. Ve eğitim sistemi değiştirilmek üzere masaya yatırılır.

NOT: Bu tartışmayı 2008 yılında başlattığımda bana gelen mesajlardan 2 tanesini yazımı tamamlamak amacıyla seçtim.

Eğitimci arkadaşım Bedia’dan gelen yorum- e-mektup:

Bedia… (bedia…@hotmail.com)
Envoyé :
jeu. 25/09/08 10:09
À :
adil okay (adilokay@hotmail.fr)
Canım arkadaşım ,
Aslında birçoğumuzun düşündüğü ama dile getiremediği konuyu dile getirdiğin için teşekkür ederim .Hani derler ya nereden başlamalı,her yanı ......değnek. Maalesef özel sektörde, hele hele eğitim sektöründe çalışan olmak, sömürünün çarklarında ezilmekten başka bir şey değil. En acısı da ne biliyor musunuz? Gerek dersaneler, gerekse özel okullar özellikle Mersin için söylüyorum: Dershane ve Özel okul patronlarını araştırdığında bunların, bir dönem ''sömürüsüz bir dünya şiarıyla' 'yollara dökülenlerden başkası olmadığını göreceksin. O nedenle iki ucu .....değnek demeyi uygun buldum. Çünkü bu patronları eleştirdiğinizde hemen sizi karşı cepheye hizmet etme damgasıyla damgalıyorlar. Ya da biz de emekten yanayız... gibi tatlı sözlerle sizi solcu solcu sömürüyorlar.
Dedim ya Adilciğim, Sen aslında çomağı çok kötü yere soktun. İyi de ettin, belki de herkesin bir yerden düşünmeye başlama zamanı geldi de geçiyor. Aslında bu konu üzerine tartışılacak çok şey var. Örneğin işin bir başka boyutu da bu sektörler de çalışan öğretmenler. Uzun zamandır bu öğretmelerin örgütlülüğü konusunda kafa yordum Adilciğim, her yer de olduğu gibi bu sektörde de işsizlik korkusu öğretmen camiasını bitirmiş. Herkes şikayetçi fakat çözüm konusunda maalesef adım atmaktan korkuluyor.
     Canım arkadaşım, şu anda okuldayım çok kısa zamana çok şey sığdırmaya çalıştım. İleriki zamanda bu konuyla ilgili sana somut örnekler sunmak isterim. Birçok genç arkadaşımın günde 8–10 saat çok komik rakamlara çalıştığına, çoğunun sigortasının bile tam yatmadığına v.b. konulara. Zor bir alan seçmişsin daha önce de belirttiğim gibi çomağını arı kovanına sokmuşsun. Ama zaten senin stilin bu. Sözünü esirgememek. Çıplak krala çıplaksın demek. Bu nedenle daha önce de başın ağrımıştı biliyorum. Ama sen ağrıyan başını eğmemiştin. İyi de yapmıştın. İyi ki varsın. Yanındayım, yanındayız.  Bedia.
Pedagog Nevin Ak’tan bir yorum
…nevin (…nevin@...)
Envoyé :
jeu. 25/09/08 19:56
À :
adil okay (adilokay@hotmail.fr)
Merhaba.
Dershanelerin düzenin içinde kendiliğinden oluşturulan bir çarpıklık olduğuna katılıyorum.80,90 arası dur denilip yerine çözüm konabilirdi ama sistem isini biliyor.  O gençlere derneklerde, evlerde kendi kendine veya dostane oluşturulan fedakarlık sınıflarında eğitim verilmeye çalışıldı. Hala çalışılıyor.
     Sistemi ters yüz etmek için  büyük bir silgiyi taşıyacak kadar insan olsa bile;  o kalabalığın tutacak enerjisi var mı? Bu arada silgiyi tüketen oluşumları da unutmamalı!.. 



Hiç yorum yok: