Mustafa Elveren
“Senin Hakkında İyi Rapor
Yazdıracaktım”
Sanırım 1994 yılıydı. Kürdistan illerinde memurların çok sürgün
edildiği bir dönemi yaşıyorduk. Elazığ Eğitim Sen üyesi ve yöneticisi olan
öğretmenlerin ismini içeren 40 kişinin sürgün edileceğini gösteren bir liste
haber olarak Aydınlık Gazetesi’nde yayınlandı. Bu listede benim de adım
geçiyordu. Haberin yayınlanmasından birkaç gün sonra bu listede ismi geçen
öğretmenlerin tümü Türkiye’nin İç Anadolu, Karadeniz ve batı illerine sürgün
edildi. Tabii ki bu sürgünde ben de payımı aldım.
Öğretmen olarak görev yaptığım Elazığ’dan Giresun’un Yayladere
ilçesine bağlı bir köyün mezrasına sürgün edildim. Ancak, açtığım dava
sonucunda birkaç ay sonra Malatya Bölge İdare Mahkemesi kararıyla tekrar
Elazığ’a geri döndüm.
Eş durumu mazeretim olmasına rağmen Elazığ Milli Eğitim Müdürlüğü beni
70 Km. uzaklıktaki Kovancılar ilçesinde Özel Tim binasına 5 Km. uzaklıkta olan
bir köye tayin etti.
O kadar uzak olmasına rağmen kısa bir süre sonra bu köyden de sürgün
oldum. Bu köyde kaldığım sürede edindiğim gözlemlerimi ve yaşadığım bir olayı
sizlerle paylaşmak istiyorum.
Köy nüfusunun büyük çoğunluğu Kürtlerden oluşuyordu. Genellikle
birbirleriyle akrabaydılar. Örneğin; 4 kardeşli bir ailede;
kardeşlerden biri kendi halinde, biri PKK'de, biri özel tim polisleriyle
ilişkili, bir diğeri de dönemin Refah Partisi’nde çalışıyor. Genel olarak köyün
siyasi durumu böyleydi.
Köylülerin bu çelişkisinden
yararlanan Özel TİM elemanları da benim hakkımda köyden istihbarat topladığını
daha sonra öğrenecektim.
Köyün eski muhtarı sık sık
okula gelir ve benimle sohbet ederdi. Hatta bir defasında; “Oğlunun Rızgari
örgütünden yargılandığını, ceza aldığını, cezası bittiği halde iş
bulamadığını…” söyledi.
O tarihlerde Özgür Gündem ve
benzeri çizgideki gazeteleri açıktan satın almak, okumak ölümü göze almaktı. O
nedenle Kürd sorununa değinen din eksenli haftalık (Hatırladığım kadarıyla ismi
SELAM idi) bir gazeteyi açıktan alıyordum ve okula da götürüyordum. Okul müdürü
o köydendi ve eski muhtarın da akrabasıydı. Müdürün Özel TİM elemanlarıyla
arası çok iyiydi. Hatta onlarla birlikte arsa ve araba alım-satımı işini
yapıyordu. Müdür okuma bahanesiyle gazeteyi benden aldı. O gazetenin müdür
odasındaki dolabın içinde kaldığından haberim yoktu.
Yerlerin karla kaplı olduğu
bir kış günü (Aralık ayı ortalarıydı) sabah ilk derse daha yeni girmiştim ki,
sınıf penceresinden üstü çadırla kaplı askeri bir kamyonun okul bahçesine doğru
geldiğini fark ettim. Hemen dışarıya fırladım. (O an ölümü ve kaçmayı içimden
geçirdim) Ancak, kamyon çok hızlı bir şekilde okul bahçesine girmişti bile. Çok
korktum, belki de benzim sararmıştı. Kamyondan nizami bir şekilde her biri uzun
namlulu silahıyla birlikte atlayarak iniyorlardı. Ben tedirgin bir şekilde –Hoş
geldiniz! Hayırdır! Bu sözlerim üzerine biri; “Öğretmenler gününüzü kutlamaya
geldik. Yoksa istemiyor musunuz?” diye beni cevapladı. Ben de; bu gün değil,
Öğretmenler gününün 24 Kasım’da yapıldığını söyledim. Derken, bir de baktım ki
okul müdürü şoför mahallinde iniyor. Okul müdürünü görünce biraz rahatladım.
Bunlar hep birlikte okul müdürünün
odasına gittiler. Ben de sınıfıma döndüm. Yine sınıf penceresinden eski
muhtarın okula doğru geldiğini, okul müdürünün odasında bulunan Özel Tim
elemanlarının yanına gittiğini gördüm. İçime bir kuşku düştü ve sınıfta bir
türlü ders işleyemiyordum. Teneffüs saatini iple çekiyordum. Bu nedenle 5
dakika önce teneffüs zilini çaldım ve hemen müdür odasına doğru gittim. Kapıyı
çaldım, içeriye girdiğimde bir polis elindeki formu müdür odasındaki çelik
dolaba dayanarak ayakta doldurduğunu gördüm. Beni görünce hepsi birden ayağa
kalktı “-hadi eyvallah” deyip, ayrıldılar. Fakat eski köy muhtarı içerde
oturuyordu ve bana şöyle seslendi. “-Sen niye odaya girdin? Ben senin hakkında
çok iyi rapor yazdırıyordum. Adamlar seni görünce bozuldular…” demesiyle o anda
onun işbirlikçi olduğunu anladım. Okul müdürü polisleri yolcu ettikten sonra
yanıma geldi. “-Hocam, senin okuduğun gazeteyi çok beğendiler. Bu hoca Müslüman
birine benziyor dediler…” Hâlbuki benim dinsiz olduğumu okul müdürü biliyordu.
Polislerin bilmemesi mümkün değildi. Belki de hep birlikte “PKK yandaşıdır”
şeklinde aleyhime rapor hazırlamışlardır.
Okulların tatil olmasını beklemeden yani okulların kapanmasına iki ay
kala üzerinde “ÇOK ACELE” yazan bir zarf özel ulak ile bana ulaştırıldı.
Anlaşılan benim bu köyde kalmam çok sakıncalıydı ve beni bu defa da Afyon’a
sürgün ettiler. Artık amacına ulamışlardı. Benimle beraber sürgün edilen Suat
Doğan isimli öğretmen arkadaşımla birlikte sürgünleri durdurmak için Ankara’da
Meclis’te torpil aramaya başladık. Ben kardeşim İbrahim’le beraber DYP Tunceli
milletvekili ve dönemin Meclis başkanvekili Kamer Genç’in, Suat ise Palu
şeyhlerinden birinin tavsiyesiyle DYP Urfa milletvekili ve Devlet Bakanı
Necmettin Cevheri’nin yanına gitti.
Her ikimize de verilen yanıt aynıydı. “OHAL Valiliğince bölgede görev
yapmanız sakıncalı görüldüğünden, MEB’in Valiliğin tasarrufunu değiştirme
yetkisi yoktur.”
Bu olumsuz yanıttan sonra ben bir kez daha şansımı denemek istedim.
Dönemin Milli Eğitim Bakanı olan Nevzat Ayaz’ın özel danışmanlarından
Kastamonulu bir okul arkadaşımla görüştüm. Arkadaşıma sürgün olduğumu anlattım
ve bu sürgünü geri alma şansımız var mı? Diye sordum. Arkadaşım sürgünün
nedenini sormadı. Sadece “-kolaydır. Hallederiz…” dedi. Ben de sürgün’ün “bölücü,
yıkıcı terör örgütlerine yardım edebilirler…” gerekçesiyle OHAL Valiliği
tarafından yapıldığını söylemedim. Odada çayımı içerken arkadaşım da benden
sicil bilgilerimi aldı ilgili İlköğretim Genel Müdürlüğüne gitti. Biraz sonra
odasına geldiğinde yüzü asıktı. “Mustafa, yahu sen PKK.lı mısın? Sen okulda
vatanseverdin. Senden böyle bir şey beklemiyordum…” söylenerek bana serzenişte bulundu. Ben de;
Hayır! Benim hiçbir örgütle ilişiğim yoktur. Sadece Eğitim Sen Elazığ örgütü
kurucusu ve şube sekreterliği görevini yaptım. Esas sendika faaliyetlerimden
dolayı bu kılıfı uydurdular…” dedim. Bu yanıtım üzerine: “Akıllı ol!
Sendika-mendikada ne işin var?” yine öğüt vermeye başladı. Ne yazık ki buradan
da olumlu bir sonuç alamadım.
Benim de Suat’ın da morali çok bozuktu. Başka bir kamu kurumuna naklen
geçmek için hükümetin SHP kanadında arayışlara girdik. Kardeşim İbrahim Elveren
o tarihlerde SHP Ankara-Mamak İlçesi İl Genel Meclisi üyesiydi. İbrahim beni ve
Suat’ı yanına alarak, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdür
muavini olan birisiyle görüştürdü.
Müdür muavini bize “-Türkiye’nin birçok illerinde kendilerine bağlı
boş müdürlük kadrolarının bulunduğunu, bu illerden hangisini istiyorsanız
naklen tayininizi yapalım” dediğinde çok umutlanmıştık. Ancak, Milli Eğitim
Bakanlığı’nın bu kuruma gönderdiği muvafakat yazısından sonra, bırak müdür
kadrosunu, memur kadrosunun bile olmadığını söyleyip isteğimizi reddettiler.
Bu maceradan sonra Suat öğretmenlikten istifa edip, kooperatif ve
inşaat işleriyle uğraşmaya başladı. Ben ise, Afyon’a sürgüne gitmeye razı
oldum.
Bu kadar sürgün ve baskıdan sonra Suat’ın bir dönem Elazığ’da DSP İl
Başkanlığını ve ayrıca CHP’den de Maden belediye başkan adayı olduğunu
öğrenince çok üzülmüştüm. Halen ticaretle uğraşan Suat’la bir ara telefonla
görüştüğümde o da bana şakayla karışık “Akılı ol” dediğini hiç unutmuyorum.
Bu arkadaşlarımdan birkaç kişinin halen ticaretle uğraştıklarını
öğrendim. Demek ki bunların içinde bir tek ben akıllı olamadım. Çünkü Pirim
Seyit Rıza’yı ve arkadaşım-Köylüm Çağdaş Kawa Mazlum Doğan’ı övmekten dolayı
Tunceli Savcılığı tarafından hakkımda çok sayıda soruşturma açıldı ve mahkeme
kararlarıyla cezalar aldım. Ne yapayım yani? Benim payıma da “akıllı ol” yerine
cezalar düştü. Öyle “akılı ol”maktansa cezayı yeğlerim.
Bu istihbarat toplama işlemi
daha sonra sürgün olarak gittiğim tüm batı illerinde de jandarma ve polis
tarafından devam ettiğini ayrıca öğrendim.
Giresun ve Afyon’da 9 yıllık
sürgün hayatımda başımda geçen ilginç olayları ve gözlemlerimi zaman buldukça
yazmaya çalışacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder