6 Aralık 2013 Cuma

NELSON MANDELA’NIN YARIM KALAN YÜRÜYÜŞÜ...



 Adil Okay
“Çıka geldi yıldızlar
Gece ile Gündüz 
Cesarete dair ne varsa
Kara Afrika’nın rengidir Mandela…”
Berdan İldan... 
"Özgürlük için gökyüzünü satın almanıza gerek yok, ruhunuzu satmayın yeter," demişti Mandela. İçeride - dışarıda nerede olursa olsun hep 'özgür' yaşadı, hep barışı savundu. Nelson Mandela... Onca badire atlatıp hayatta kalabildiğine inanmak güçtü, öldüğüne inanmak daha güç...  İnsanlık tarihinde bir mihenk taşıydı. Hep öyle kalacak…” diyen Sibel Yerdeniz’e katılıyorum. Ben ise Nelson Mandela’yı, onun onurlu mücadelesini 1983’te sürgünde tanıdım. Mandela için yapılan yürüyüşlere katıldım. FKP’nin düzenlediği imza kampanyalarına hem imza vererek, hem de imza toplayarak destek oldum. Anımsıyorum 1985 yılı Fransa’da FKP tarafından Nelson Mandela yılı ilan edilmişti. O yıl sevgilime bir oğlum olursa adını Nelson koyacağım demiştim. Ama kızım oldu. Velhasıl Nelson Mandela’nın, ırkçılığa karşı özgürlük mücadelesinin, zindanda kararlı duruşunun üzerimde etkisi çok fazlaydı. 
Gün oldu devran döndü. Güney Afrika’da Mandela’nın örgütü Afrika Ulusal Kongresi ANC’nin mücadelesine dış destek de çoğalınca ırkçı rejim sarsılmaya başladı. Önceleri ekonomik çıkarları gereği bu ayıbı görmeyen Kapitalist dünya da protestolar çoğalınca işbirlikçi hükümetler ambargo uygulamak zorunda kaldılar. Ama bu son köleci rejimin 20.yüzyılda da egemenliğini sürdürmesinin başat nedenleri arasında ABD ve İngiltere’yi saymak gerekiyor.
“Irkçı Apartheid rejimi tarafından yönetilen Güney Afrika'nın ilk siyah avukatı olan Nelson Mandela, aynı zamanda seçimle iktidara gelen ilk Güney Afrika Başkanı. Irkçı rejim tarafından 27 yıl hapiste tutuldu. Uzun bir mücadelenin sonunda özgürlüğü kazanan Mandela hapisten çıkışından 3 yıl sonra başkan seçildi. Sadece Afrika'da değil bütün dünyada ırkçılığa karşı mücadelenin simgesi oldu.”
Ama Mandela’nın “özgürlük” yürüyüşü yarım kaldı. Mahatma Gandi gibi Mandela’da, Başkan olduktan sonra neoliberalizmin ülkesindeki tahribatına özellikle yoksulun daha da yoksullaşmasına, zenginin daha zenginleşmesine yol açan neoliberal uygulamalara direnmedi ya da direnemedi. Arundhati Roy’un “Martin, Mahatma ve Mandela’nın tuhaf kaderi” adlı makalesinde yazdığı gibi: “Bu gün aynı toplumların seçkinleri ve adlarına özgürlük savaşları verilmiş halklar onları, yeni efendilerini kandırmak için maskot olarak kullanıyorlar.”
 Gandi’nin Hindistan’ı nereye evrildi
2001 yılında Hindistan’da, Gandi’nin Gucarat’ında sağcı Hindu çeteler 2 bin Müslüman’ı katlettiler, toplu halde kadınlara tecavüz ettiler ve onları diri diri yaktılar. Müslümanların mezarları ve ibadethaneleri yerle bir edildi. 150 binden fazla Müslüman evlerini terk etmeye zorlandı. Müslüman cemaatinin ekonomik temeli tahrip edildi. (…) Hindistan’da 130 milyon Müslüman (ve diğer azınlıklar: Dalitler, Hristiyanlar, Sihler, Adivasiler) Hindu milliyetçiliğin gölgesinde yaşıyor… (Roy: 2004: 108) 
Demem o ki Gandi’nin barış yürüyüşü yarım kaldı. Hindular iktidara gelince kirlendiler. Bir zamanlar yıkmaya çalıştıkları sömürgecilerin politikalarını iktidara gelince azınlıklara uygulamaya başladılar. Bu yeni ırkçı politikaları uygulayanlar “Gandi”yi maskot olarak kullanıyorlar. Diğer yandan ülkede yabancı sermayeye tanınan imtiyazlar yüz milyonlarca insanı evinden, işinden aşından etti. Ülkenin her yanı barajlarla dolup taştı. Ve su özelleşti. İnsanlar yanı başlarından akıp giden nehirlerin sularını bu gün parayla satın almak zorundalar.
Mandela’nın Güney Afrika’sı neler başardı-başaramadı
Güney Afrika’da Mandela ve ANC iktidarı bize -bir kez daha- sadece kimlik mücadelesinin, kimlik haklarının, seçme-seçilme haklarının halklar arasında-insanlar arasında eşitliği sağlayamayacağını, kimliklerin tanınmasının ekonomik eşitlikle birlikte taçlanmadığı zaman yetersiz kalacağını gösterdi. Mandela ve ekibinin iktidarı boyunca gördük ki: Yine ezenler-ezilenler diyalektiği var. Yine mülksüzler üzerinde tahakküm kuran büyük mülk sahipleri var. Yine azgın sömürü ve eşitsizlik var. Tek fark: Egemen beyazlar kendilerine siyah ortaklar edindiler. Kaymak tabaka renklendi.
Mandela, dünya var olduğu sürece saygıyla anılacaktır. Ama, ülkesinde “ama”lı, “keşke”li anılacaktır. Zira Mandela’nın Güney Afrikası’nda 1994’te iktidar, Afrika Ulusal Kongresi’ne geçtikten sonraki iki yıl içinde hemen hemen hiçbir uyarıda bulunmadan Piyasa Tanrı’sının önünde diz çöktü. Neo-Liberalizmin poster çocuğu Arjantin’in yerini alabilmek için büyük çaplı özelleştirme ve yapısal uyum programını uygulamaya koydu. Mandela hükümetinin 26 milyon topraksız (çoğunluğu siyah) insana dağıtma konusunda verdiği söz, çok geçmeden düpedüz kara mizah konusu oldu (vaat gerçekleşmedi b.n.). Bu gün hâlâ halkın yüzde 60’ı topraksızken, neredeyse bütün tarım alanlarını 60 bin beyaz çiftçi elinde tutuyor. Apartheid sonrasında nüfusun en yoksul yüzde 40’lık kesimini oluşturan Siyahi ailelerin geliri yaklaşık yüzde 20 oranında geriledi. 2 milyon insan evinden tahliye edildi. Ortada kaldı.  Temel hizmetlerin özelleştirilmesi-ticarileşmesi sonucu milyonlarca insan susuz ve elektriksiz kaldı. 
Aslında uluslar arası skandal olması gereken bir başka gelişme de, Mandela hükümetinin, ABD’de görülen bir davada yargıçtan, resmi olarak (kapitalist) şirketlerin, apartheid döneminde oynadıkları rol (suç) nedeniyle Tanzimat ödemeye zorlanmamalarını yani onları aklamayı istemiş olmasıdır. Bunun gerekçesi tazminatların yani adaletin tecelli etmesinin yabancı yatırımcıları caydırma olasılığıydı… (Roy, 2004: 110)
Bu gelişmelerden Mandela habersiz olabilir miydi? Hapisten çıktıktan sonra Fransız Komünist Partisi yayın organı L’Humanité’ye teşekkür ziyareti yapan ve onları “yoldaşlarım” diye kucaklayan Mandela tek başına ne kadar direnebilirdi? Başkanı olduğu hükümetin bu sağ, neo-liberal politikalarıyla ters düştüğü için mi yeniden seçime girmedi. İktidardan uzaklaştı? Bilmiyorum.
Yine de Mandela’yı saygıyla anıyorum
Peki, bunlara rağmen neden Mandela’yı saygıyla anıyorum: Çünkü ırkçı rejimin devrilmesi önemliydi. Siyahların kendi ülkelerinde seçme-seçilme hakkına dahi sahip olmadığı anımsanırsa, gerçekleşen değişikliğin devrim niteliğinde olduğu üzerinde hem fikir olabiliriz. Ayrıca 12 Mayıs 1992'de, Atatürk Uluslararası Barış Ödülü'nün verildiği açıklanan Nelson Mandela, partisi Afrika Ulusal Konseyi (ANC) aracılığıyla ödülü kabul etmediği duyurmuştu. Yapılan açıklamada, Mandela'nın bütün hayatını demokrasi, özgürlük için mücadeleye adadığı, bu sebeple ödülü reddettiği belirtilmişti. Sadece bu nedenle bile, Kenan Evren’e verilen bir ödülü reddeden Mandela bizim için saygıyı hak eder.
Berdan İldan’ın Mandela için yazdığı bir şiirle başladım yazıma, yine İldan’ın sözleriyle bitiriyorum. Ona katıldığımı belirterek: “Korku ve yok etme üzerinde kurulu faşizme (Apartheid-ırkçı beyaz rejimine karşı b.n) yirmi yedi yıl kapatıldığı hücreden karanlıklara aydınlık taşıdı Mandela. Onlarca yılın ardında yüreğimizdeki yıldızlarla buluşmaya gitti. Dağların yamaçlarındaki Azenya çiçeklerine kavuşmak için, o ülke toprakları aşkına kavuştu. Onların kendi ana yurtlarında rengarenk açan Zencefil buluşmalarına koştu.” 
------------
Kaynakça:
Sokaktaki İnsanın ‘imparatorluk’ rehberi, Arundhati Roy, Agora Kitaplığı, İstanbul, 2005.

Hiç yorum yok: