Adil Okay
“Çıka geldi yıldızlar
Gece ile Gündüz
Cesarete dair ne varsa
Kara Afrika’nın rengidir Mandela…” Berdan İldan...
Gece ile Gündüz
Cesarete dair ne varsa
Kara Afrika’nın rengidir Mandela…” Berdan İldan...
"Özgürlük
için gökyüzünü satın almanıza gerek yok, ruhunuzu satmayın yeter," demişti
Mandela. İçeride - dışarıda nerede olursa olsun hep 'özgür' yaşadı, hep barışı
savundu. Nelson Mandela... Onca badire atlatıp hayatta kalabildiğine inanmak
güçtü, öldüğüne inanmak daha güç... İnsanlık
tarihinde bir mihenk taşıydı. Hep öyle kalacak…” diyen Sibel Yerdeniz’e
katılıyorum. Ben ise Nelson Mandela’yı, onun onurlu mücadelesini 1983’te
sürgünde tanıdım. Mandela için yapılan yürüyüşlere katıldım. FKP’nin
düzenlediği imza kampanyalarına hem imza vererek, hem de imza toplayarak destek
oldum. Anımsıyorum 1985 yılı Fransa’da FKP tarafından Nelson Mandela yılı ilan
edilmişti. O yıl sevgilime bir oğlum olursa adını Nelson koyacağım demiştim.
Ama kızım oldu. Velhasıl Nelson Mandela’nın, ırkçılığa karşı özgürlük
mücadelesinin, zindanda kararlı duruşunun üzerimde etkisi çok fazlaydı.
Gün
oldu devran döndü. Güney Afrika’da Mandela’nın örgütü Afrika Ulusal Kongresi
ANC’nin mücadelesine dış destek de çoğalınca ırkçı rejim sarsılmaya başladı.
Önceleri ekonomik çıkarları gereği bu ayıbı görmeyen Kapitalist dünya da
protestolar çoğalınca işbirlikçi hükümetler ambargo uygulamak zorunda kaldılar.
Ama bu son köleci rejimin 20.yüzyılda da egemenliğini sürdürmesinin başat
nedenleri arasında ABD ve İngiltere’yi saymak gerekiyor.
“Irkçı Apartheid
rejimi tarafından yönetilen Güney Afrika'nın ilk siyah avukatı olan Nelson
Mandela, aynı zamanda seçimle iktidara gelen ilk Güney Afrika Başkanı. Irkçı
rejim tarafından 27 yıl hapiste tutuldu. Uzun bir mücadelenin sonunda özgürlüğü
kazanan Mandela hapisten çıkışından 3 yıl sonra başkan seçildi. Sadece
Afrika'da değil bütün dünyada ırkçılığa karşı mücadelenin simgesi oldu.”
Ama Mandela’nın
“özgürlük” yürüyüşü yarım kaldı. Mahatma Gandi gibi Mandela’da, Başkan olduktan
sonra neoliberalizmin ülkesindeki tahribatına özellikle yoksulun daha da
yoksullaşmasına, zenginin daha zenginleşmesine yol açan neoliberal uygulamalara
direnmedi ya da direnemedi. Arundhati Roy’un “Martin, Mahatma ve Mandela’nın tuhaf
kaderi” adlı makalesinde yazdığı gibi: “Bu gün aynı toplumların seçkinleri ve
adlarına özgürlük savaşları verilmiş halklar onları, yeni efendilerini
kandırmak için maskot olarak kullanıyorlar.”
Gandi’nin Hindistan’ı
nereye evrildi
2001 yılında
Hindistan’da, Gandi’nin Gucarat’ında sağcı Hindu çeteler 2 bin Müslüman’ı
katlettiler, toplu halde kadınlara tecavüz ettiler ve onları diri diri
yaktılar. Müslümanların mezarları ve ibadethaneleri yerle bir edildi. 150
binden fazla Müslüman evlerini terk etmeye zorlandı. Müslüman cemaatinin
ekonomik temeli tahrip edildi. (…) Hindistan’da 130 milyon Müslüman (ve diğer
azınlıklar: Dalitler, Hristiyanlar, Sihler, Adivasiler) Hindu milliyetçiliğin
gölgesinde yaşıyor… (Roy: 2004: 108)
Demem o ki Gandi’nin
barış yürüyüşü yarım kaldı. Hindular iktidara gelince kirlendiler. Bir zamanlar
yıkmaya çalıştıkları sömürgecilerin politikalarını iktidara gelince azınlıklara
uygulamaya başladılar. Bu yeni ırkçı politikaları uygulayanlar “Gandi”yi maskot
olarak kullanıyorlar. Diğer yandan ülkede yabancı sermayeye tanınan imtiyazlar
yüz milyonlarca insanı evinden, işinden aşından etti. Ülkenin her yanı
barajlarla dolup taştı. Ve su özelleşti. İnsanlar yanı başlarından akıp giden
nehirlerin sularını bu gün parayla satın almak zorundalar.
Mandela’nın Güney
Afrika’sı neler başardı-başaramadı
Güney Afrika’da
Mandela ve ANC iktidarı bize -bir kez daha- sadece kimlik mücadelesinin, kimlik
haklarının, seçme-seçilme haklarının halklar arasında-insanlar arasında
eşitliği sağlayamayacağını, kimliklerin tanınmasının ekonomik eşitlikle
birlikte taçlanmadığı zaman yetersiz kalacağını gösterdi. Mandela ve ekibinin
iktidarı boyunca gördük ki: Yine ezenler-ezilenler diyalektiği var. Yine
mülksüzler üzerinde tahakküm kuran büyük mülk sahipleri var. Yine azgın sömürü
ve eşitsizlik var. Tek fark: Egemen beyazlar kendilerine siyah ortaklar
edindiler. Kaymak tabaka renklendi.
Mandela, dünya var
olduğu sürece saygıyla anılacaktır. Ama, ülkesinde “ama”lı, “keşke”li
anılacaktır. Zira Mandela’nın Güney Afrikası’nda 1994’te iktidar, Afrika Ulusal
Kongresi’ne geçtikten sonraki iki yıl içinde hemen hemen hiçbir uyarıda
bulunmadan Piyasa Tanrı’sının önünde diz çöktü. Neo-Liberalizmin poster çocuğu
Arjantin’in yerini alabilmek için büyük çaplı özelleştirme ve yapısal uyum
programını uygulamaya koydu. Mandela hükümetinin 26 milyon topraksız (çoğunluğu
siyah) insana dağıtma konusunda verdiği söz, çok geçmeden düpedüz kara mizah
konusu oldu (vaat gerçekleşmedi b.n.). Bu gün hâlâ halkın yüzde 60’ı topraksızken,
neredeyse bütün tarım alanlarını 60 bin beyaz çiftçi elinde tutuyor. Apartheid
sonrasında nüfusun en yoksul yüzde 40’lık kesimini oluşturan Siyahi ailelerin
geliri yaklaşık yüzde 20 oranında geriledi. 2 milyon insan evinden tahliye
edildi. Ortada kaldı. Temel
hizmetlerin özelleştirilmesi-ticarileşmesi sonucu milyonlarca insan susuz ve
elektriksiz kaldı.
Aslında uluslar arası
skandal olması gereken bir başka gelişme de, Mandela hükümetinin, ABD’de
görülen bir davada yargıçtan, resmi olarak (kapitalist) şirketlerin, apartheid
döneminde oynadıkları rol (suç) nedeniyle Tanzimat ödemeye zorlanmamalarını
yani onları aklamayı istemiş olmasıdır. Bunun gerekçesi tazminatların yani
adaletin tecelli etmesinin yabancı yatırımcıları caydırma olasılığıydı… (Roy,
2004: 110)
Bu gelişmelerden
Mandela habersiz olabilir miydi? Hapisten çıktıktan sonra Fransız Komünist Partisi
yayın organı L’Humanité’ye teşekkür ziyareti yapan ve onları “yoldaşlarım” diye
kucaklayan Mandela tek başına ne kadar direnebilirdi? Başkanı olduğu hükümetin
bu sağ, neo-liberal politikalarıyla ters düştüğü için mi yeniden seçime
girmedi. İktidardan uzaklaştı? Bilmiyorum.
Yine de Mandela’yı
saygıyla anıyorum
Peki, bunlara rağmen
neden Mandela’yı saygıyla anıyorum: Çünkü ırkçı rejimin devrilmesi önemliydi.
Siyahların kendi ülkelerinde seçme-seçilme hakkına dahi sahip olmadığı
anımsanırsa, gerçekleşen değişikliğin devrim niteliğinde olduğu üzerinde hem
fikir olabiliriz. Ayrıca 12 Mayıs 1992'de, Atatürk
Uluslararası Barış Ödülü'nün verildiği açıklanan Nelson Mandela, partisi Afrika
Ulusal Konseyi (ANC) aracılığıyla ödülü kabul etmediği duyurmuştu. Yapılan
açıklamada, Mandela'nın bütün hayatını demokrasi, özgürlük için mücadeleye
adadığı, bu sebeple ödülü reddettiği belirtilmişti. Sadece bu nedenle bile,
Kenan Evren’e verilen bir ödülü reddeden Mandela bizim için saygıyı hak eder.
Berdan
İldan’ın Mandela için yazdığı bir şiirle başladım yazıma, yine İldan’ın
sözleriyle bitiriyorum. Ona katıldığımı belirterek: “Korku ve yok etme
üzerinde kurulu faşizme (Apartheid-ırkçı beyaz rejimine karşı b.n) yirmi yedi
yıl kapatıldığı hücreden karanlıklara aydınlık taşıdı Mandela. Onlarca yılın
ardında yüreğimizdeki yıldızlarla buluşmaya gitti. Dağların yamaçlarındaki
Azenya çiçeklerine kavuşmak için, o ülke toprakları
aşkına kavuştu. Onların kendi ana yurtlarında rengarenk açan Zencefil
buluşmalarına koştu.”
------------
Kaynakça:
Sokaktaki İnsanın ‘imparatorluk’ rehberi, Arundhati Roy, Agora
Kitaplığı, İstanbul, 2005.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder