Bülent Tekin
Bakan çocuklarının da içinde bulunduğu operasyona büyük
tepki gösteren Başbakanın bu tavrına aklı başında olan herkes anlam
verememişti. Bir suç varsa ortaya çıkmalı(ydı)? Neden başbakan sahipleniyor ve
suçun araştırılmasını istemiyor(du)? 2. Dalga Operasyonun yaptırılmamasıyla
sızan bilgilerden ve bizzat Başbakanın açıklamalarından oğlu Bilal Erdoğan’ın
da şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrılmasıymış. Ben de, nasıl olur da Başbakan,
Muammer Güler ve oğlu hakkındaki iddiaları (diğer suçlan bakanlar için de
söylüyorum!) çürütmek istiyor, diyordum? Bunun nedenlerini ve psikolojisini
daha sonra anladım. Başbakan kendinden ve çocuklarının yasadışı işlere
bulaşmamasından emin olması durumunda suça bulaşanları savunmayacağı açıktı.
Nasıl olur da ayakkabı kutuları, bavul ve çuvallardaki milyon dolarları
yargılama öncesi savunmuştu? Nasıl olurda bu konularda bakan ve çocukları için
nerdeyse kefil olacak kadar savunabilirdi? Nasıl oluyor da yargıyı etkileyecek
sözler sarf edebiliyordu?
Bu çağda insan kendi oğluna kefil olamayacakken nasıl olur
da başkalarının oğullarına kefil olabileceğine şaşırmamak elde değildi. İş
anlaşılmıştı. Savcılık Başbakanın oğlunun da peşindeydi ve doğaldır ki bu iş
kendisine kadar yansıyabilecekti. İşte bundan dolayıdır ki tüm polis şefleri
görevden alındı ve bazı ajanslara düşen haberlere göre yerlerine trafik
polisleri verildi. Adli Kolluk Yönetmeliği bir gecede değiştirildi.
Operasyonların amirlerine ve başsavcıya, mülki amire önceden haber edilme şartı
getirildi. Böylece yöneticilerin ve çocukların operasyonlardan önce haberleri
olacaktı ve deliller karartılabilecekti. Başsavcılar da siyaseten baskı altına
alınacak ve onlar vasıtasıyla operasyonlar (soruşturmalar) yaptırılmayacaktı.
Peki bu ülkede bakanlara, iktidar partililerine, bürokratların ve zengin
insanlara operasyon yapılamayacaksa kimlere yapılabilecekti? Cevabı gayet
açıktı. Garibanlara, sahipsizlere, ayak ayaktakımına, baldırı çıplaklara,
çarıksızlara, sosyalistlere, Kürtlere, Alevilere, dindar samimi Müslümanlara,
gayrimüslimlere? Yani iktidarda olmayanlara ve yürütme görevinde olmayanlara…
Bu ülkede çok büyük miktarda yolsuzluk ve hırsızlık olayları
yaşandığı kanaati oluşmuştur. Bazı bakan çocukları da tutuklanmışlardır.
Milyonlarca dolar evlerde bulunmuştur. Ebru Gündeş’in kocası hükümet üyeleriyle
kanka olmuştur. Büyük rakamlarda illegal iş yapmak için rüşvet verdiği iddia
edilmektedir. Böylesine büyük bir iddia vardır. Ancak başbakan bile İranlı olan
o şahsa iyi çocuk anlamına gelen yardımsever diyebilmiştir. Bakanlar bu
olanlardan sonra bile devir teslim törenlerinde pişkinlikle haklarını helal
etmemişlerdir. Nasıl oluyor da biz köleler bu yüksek makamlı insanların işini
engellemişiz, biz kim oluyoruz, karınca değil miyiz?
2. Dalga Operasyonu yapan savcının hâkime aldırdığı gözaltı
kararlarına rağmen bu operasyon hükümetin uygulamasıyla yapılamamıştır. Polis
savcıya rest çekmiştir, emrini dinlememiştir. Başsavcı dosyayı ilgili savcıdan
almıştır. Şüphelilerin isimleri internette ve ajanslarda yayınlanmıştır. Kimler
şüpheli olduğunu ve alınacağını öğrenmiştir. Deliller karartılmıştır. Ve
adalet-adliye denen bir kurum ekâbir takımı için kalmamıştır. Bakın, operasyon
yapması engellenen savcı yazılı açıklama yapmak zorunda kalmıştır. İşte
söylediklerinden birkaç cümle: “Bugün itibariyle bu soruşturma dosyasının
içinde yer alan arama, el koyma ve gözaltı kararlarıyla birlikte gerekçe
gösterilmeden uhdemden alındığını öğrendim. Bundan sonra sorumluluk İstanbul
Cumhuriyet Başsavcısı ve Başsavcı Vekilliğindedir. Tüm meslektaşlarım ve
kamuoyu bilmelidir ki soruşturma yapmam engellenmiştir. Şüphelilerin önlem
alması, kaçması ve delil karartmasına imkân verilmiştir. Mahkeme kararlarını
uygulamayarak sıralı amirler suç işlemiştir.”
Cumhuriyet başsavcısı suç işlediği halde onu yargılayacak
bir kurum kalmamıştır. Savcılık ve hâkimlik makamları feshedilmiştir. Hükümet
eliyle ülkede bir polis darbesi fiilen yapılmıştır. Ve tüm bu olanlara rağmen
insanlar yolsuzluk ve hırsızlıkla suçlananları alkışlamaktadır. Toplum olarak
delirmişiz herhalde. Ve tuhaftır ki AKP hükümeti döneminde oluşturulmuş HSYK
bir bildiri yayınlamak zorunda kalmıştır. Bildiride can alıcı olarak, “hukuka
aykırı eylem ve işlemlerde bulunulması halinde yönetenlerin de herkes gibi yargı
tarafından denetlenmesi demokratik hukuk devletinin bir gereğidir. Yolsuzluk
operasyonu sonrası yapılan ve amirlerden izin alınmasını zorunlu kılan ‘Adli
Kolluk Yönetmeliği’nin Anayasa ve yasalara aykırıdır” şeklinde bir anlatım
vardır. İktidar HSYK için, Korsan Bildiri yayınladı şeklinde açıklama
yapabilmiştir.
Bu yazıyı yazdığım (26 Aralık 2013, Perşembe) günde
olayların nasıl gelişeceği hakkında bir bilgim yoktur. Ancak artık ilkel
oligarşik cumhuriyet olan yönetim biçimimiz bu şekliyle güçler ayrığından
bahsedilemeyen, sadece yürütmenin olduğu bir diktatörlüğe gittiğini
söyleyebilirim. Bugün ülkenin bir numaralı gündemi dünyanın en büyük yolsuzluğu
iddialarıdır. Ben bir yurttaş olarak bu konunun aydınlanmasını öncelikle
istiyorum. Yolsuzluk yargılamalarının Barış Süreci ile ilgisi yoktur. Barış
ayrıdır, Hırsızlık ayrıdır. Bu ikisini birbirine bağlayanlar ister sosyalist,
ister komünist, ister İslamcı, ister faşist olsun yolsuzluğu kutsuyordur.
Yolsuzluk konusunda muhalefeti ve özellikle BDP’yi konunun üzerine giden olarak
görmedim. Yazık, bu ülkeye oligarşik cumhuriyetten daha düşük sistemler layık
görenler var. Ben bu toprakları seviyorum ve bu topraklarda faşist
diktatörlükler yaşasın istemiyorum. Buralardan göç edeceğim başka bir yer yok çünkü…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder